Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal, basın toplantısında;
Okullar açıldı, yüz yüze eğitim başladı, pandemi koşullarında uyulması gereken kurallar konusunda bazı sıkıntıların varlığı yadsınmaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Özellikle aşı karşıtlığı duruşunu ortaya koruyanların gösterdikleri direnç, toplumun diğer kesimlerinde kaygıyla izlenmektedir. Bütün dünyada bu salgınla baş edebilmenin en etkili yolunun aşı olmaktan geçtiği kabul ediliyor ve gelişmiş ülkeler bu sorunu artık rafa kaldırma aşamasına yaklaşıyor.
Türkiye olarak normal yaşam koşullarına hep birlikte dönebilmemiz ancak kurallara tam riayetle olacaktır ki, bu kapsamda aşılarını yaptırmayanları bir kez daha sağlık merkezlerine başvurmaya çağırıyorum.
Yaklaşık iki senedir hayatımızı alt üst eden sadece Korona virüsü değil elbette…
Onlarca yıldır müesses nizamımıza sirayet etmiş virüsleri de henüz tam olarak temizleyebilmiş değiliz. 15 Temmuz hain darbe girişimiyle gün yüzüne açıkça çıkan bu virüsler devletin her kademesinde kripto yapılarıyla varlığını sürdürüyor, neredeyse her gün yeni bir grup ortaya çıkarılıyor.
Devlet Demiryolları Genel Müdürü bir gecede görevden alınıyor, yerine özel bir şirketin Yönetim Kurulu Başkanı atanıyor.
Hangi yöntemle? Cumhurbaşkanı kararnamesiyle.
Ve o Genel Müdür de 10 gün sonra istifa (!) ediyor. Neden? Bir cemaat yapılanmasının müridi olduğu ortaya çıkıyor. Yani “virüs” olduğu ihbar ediliyor.
Burada bir ayrıntıyı dikkatlerinize sunmak isterim, muhtemelen virüsler, virüsleri jurnalliyor! Çünkü bunların hepsi birbirlerini biliyorlar, tanıyorlar.
Artık devlet yapılanması içerisinde öyle merkezleri ele geçirmişler ki, birinin diğerine tahammülü bile kalmamış.
Bunun bir başka örneğini daha sizlerle paylaşmak isterim; okullar açıldı dedik, Orta öğretim 12.nci sınıflara okutulacak olan “Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” kitabının içerisinde bir takım yanlış ve maksatlı olarak tahrif edilmiş bilgileri, olayları ve içerikleri yerleştiren virüslerle de karşılaşıyoruz.
Özellikle Demokratik Sol Parti’nin kurucusu, Kıbrıs Barış Harekâtının mimarı “Kıbrıs fatihi”, emekçi halkın “Karaoğlanı” Bülent Ecevit’i karalamaya yönelik bir gayretkeşliği tanık oluyoruz.
Her konuda olduğu gibi, bu konuda da iktidarı uyarıyorum.
Devletin kılcal damarlarına kadar sızmış cumhuriyet ve laiklik düşmanı hain FETÖ terör örgütü ve bunların türevleri ile mücadelede samimi iseniz bu çağrılarımıza kulak vermek zorundasınız.
Şayet bunlarla mücadele ediyor gibi görünüp, perde arkasında bu gibi yapılarla gizlice iş tutuyorsanız bu da bir gün ortaya çıkar ve asil Türk milleti bunun hesabını misliyle sorar.
Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanına bir mektup yazdık.
“Anayasamızın “Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi” başlıklı 42.nci maddesinin üçüncü fıkrasında aynen “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.” denilmektedir. Çağdaş bilim ve eğitim kavramı öncelikle insanın değer yargıları tahtında yükselmekle birlikte bilimin izinden yürünmesini de zorunlu kılar. Büyük Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” sözü ve peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V.) "İnsanların en kötüleri, ilmini kötüye kullanan âlimlerdir." hadisi bu açıdan çok değerlidir. Kısacası en gerçek yol ilimdir, ilmi kötüye kullananlar kötü insandır.” dedik.
Bir Milli Eğitim Bakanlığı düşünün ki, tarihte yaşanan olayları genç nesillere aktarırken kendilerinin sempatiyle baktıkları dönemlerde yaşanan olumsuzlukları makul görme gayretiyle, yöneticilerinin adını anmadan anlatıyor. Ama iş Atatürkçü, demokrat, solcu yöneticilerin dönemlerinde yaşanan olumsuzluklara gelince yalan yanlış bilgilerle onları kötülemeye kalkıyor.
Bakınız; kitapta Kıbrıs sorunu anlatılırken “1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı egemenliğindeki Kıbrıs Adasının idaresi geçici olarak İngiltere’ye bırakıldı.” diyor da, adayı 93 bin sterlin bedelle kiraya verenin “Ulu Hakan” diye tabir edilen II.Abdülhamit olduğunu söylemiyor.
“Ulu Hakan” döneminde 1,5 milyon kilometrekare toprak kaybettiğimizi anlatmıyor meselâ…
5 Nisan kararları öncesinde 10 lira olan Alman Markı’nın TL karşılığını bir gecede 20 liraya çıkaran hükümetin Başbakanı Tansu Çiller diyemiyor, sadece ”kararlar soruna çözüm getiremedi.” demekle yetiniyor. Peki Ecevit’ten ne kötülük gördü bu millet?
Vatana mı ihanet etti? Halkın beş kuruşuna mı göz dikti? Partililerine devlet olanaklarını mı peşkeş çekti?
Şimdi etrafı “Seni Sultan Abdülhamit Han’ın yalnızlığına terk etmeyeceğiz” diye yağcılık yapanlarla dolu Sayın Cumhurbaşkanı bu olayın üzerine gitmek mecburiyetindedir.
Tıpkı DDY Genel Müdürü değişikliğinde olduğu gibi, etrafında çöreklenmiş bazı yapılar kendisine yanlışlar yaptırmaktadır, adı ve mevkii kullanılarak çıkarlar sağlanmaktadır, kadim Türk devletinin temeline dinamit konulmaktadır.
Bu ders kitabında Kıbrıs Barış Harekâtını anlatırken dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’i , emperyalist işgalin topraklarımız üzerindeki unsurlarını süpürüp Ege’nin derin sularına gömerek tam bağımsız Türkiye hedefini ortaya koyan şanlı ordumuzun 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında Atatürk’ü anmaktan imtina eden meczup zihniyet aynı bedende yaşayan ayrı virüslerdir.
Bu meczuplar bilmelidir ki, Kurtuluş Savaşı ve 30 Ağustos denildiğinde herkesin aklına önce Mustafa Kemal Atatürk, Kıbrıs denildiğinde Bülent Ecevit gelir. Çünkü Atatürk bu cumhuriyetin bânisi, Ecevit Kıbrıs’ın fatihidir!
Sayın Cumhurbaşkanına yazdığımız mektubun birer örneğini Sayın Milli Eğitim Bakanına ve cumhur ittifakı ortağı MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’ye de gönderdik.
Sayın Bahçeli dünkü çıkışıyla, lâiklik ilkesini aşındırmaya çalışanlara yönelik “Cumhuriyetin lâiklik sütununu kırdırmayız” diyerek önemli bir uyarıda bulunmuştur.
Bu konuda Bülent Ecevit de “Lâiklik cumhuriyetin aşil topuğudur.” demişti.
Bunun altını doldurmak için bir fırsat doğmuştur, mektubumuzun gereğinin yerine getirilmesi konusunda kararlı bir takipçi olmak gibi bir sorumluluğu vardır.
Bugün Atatürk’e, O’nun ilke ve devrimlerine kafa tutmaya çalışan bu meczupların, geçmişte Atatürk’ün gençliğe hitabesine koşut olarak Necip Fazıl’ın gençliğe hitabını okuyup “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik.” isteyenlerden cesaret aldıkları aşikârdır.
Demokratik Sol Parti var oldukça, Atatürk’ün emaneti demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti nitelikli Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Yeni yasama yılının açılışına da az bir süre kaldı.
Anayasamızın 93.ncü maddesi gereğince Ekim ayının ilk günü kendiliğinden toplanacak olan TBMM’nin gündeminde oldukça önemli yasal düzenlemeler yer alacak.
2023 yılında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerini de yakından ilgilendiren Seçim Yasaları ile Siyasi Partiler Yasasının bazı maddelerinde yapılması öngörülen değişikliklerin görüşüleceği bu süreçte DSP olarak 18 Haziran 2020 ve 12 Aralık 2020 tarihlerinde ayrı ayrı hazırladığımız önerilerin hayata geçirilmesinin önemine vurgu yapmak istiyorum.
Bu çalışmalarımız kapsamında yer alan Seçim barajının sıfırlanması önerimizin yanında Siyasi Partilere Hazine Yardımının hakça uygulanması, Siyasetin Finansmanının Şeffaflaşması, Milli Bakiye ve Tercihli Oy Sistemine geçilmesi, Fiktif Siyasi Partiler sorununa çözüm üretilmesi, Seçimlerde Propaganda Faaliyetlerindeki haksız rekabetin önlenmesi, Siyasi Partilerin seçimlere katılma şartlarını düzenleyen Siyasi Partiler Yasası’nın 36. Maddesinin yeniden düzenlemesi, 7062 Sayılı YSK Kuruluş Kanunu üzerinde düzenleme yapılması, bu kurulun kararlarının Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenip değerlendirilebilmesine olanak tanınması, YSK’da Siyasi Partilerin hakça temsili gibi önemli başlıkların da gündeme getirilmesini beklediğimizi ifade etmek isterim.
Bu yasal düzenlemelerin gerçekleşerek Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihten sonraki 366.ncı günden itibaren bir seçim sandığının önümüze geleceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Demokratik Sol Parti olarak elbette seçimlere yönelik hazırlıklarımızı aralıksız sürdürüyoruz. Oluşturulacak şartlar çerçevesinde biz de stratejilerimizi, A – B – C planlarımızı yetkili kurullarımızda yapacağımız değerlendirmelerle belirleyeceğiz.
Türk siyasi tarihinde 36 yılı geride bırakmış, üç kez devlet yönetme sorumluluğunu üstlenmiş bir siyasi parti olarak toplumsal karşılığımızın ve özgül ağırlığımızın farkındayız.
DSP’nin yer almadığı bir parlamentoda ülkenin hangi badirelerle karşı karşıya kaldığı son yirmi yıldır yaşananlarla sabittir.
Dış politikada son günlerde yaşanan bazı olumlu gelişmelerin yanında potansiyel sıkıntıların da varlığını yadsıyamayız.
Özellikle mavi vatan düzleminde doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin alanının genişletilmesi politikaları, Mısır’la yeniden sıcak ilişkilerin tesisi girişimleri olumlu görüntü sergilemektedir. Aynı girişimin Suriye ile de kurgulanmasının önemine işaret etmek isterim.
Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” felsefesi içi boş bir söylem değildir. Bizim de esas aldığımız bu felsefe kapsamında geliştirdiğimiz “bölge merkezli dış politika” kavramının özünde aynı anlayış yatmaktadır.
Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun önceki gün açıkladığı Suriyeliler dahil tüm sığınmacıların kendi ülkelerine gönderilmesi yönündeki kararlılıkları, Demokratik Sol Parti olarak öteden beri önerdiğimiz bir uygulamadır ve bu uygulamanın hayata geçirilmesi doğrultusunda hiçbir zorluk bizleri ürkütmemelidir.
Türkiye Batı’nın sığınmacı deposu değildir! Niyet doğrudur, en kısa sürede sonuçlandırılmalıdır.
Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın Rusya Federasyonu devlet başkanı Viladimir Putin ile yakın zamanda yaptığı özel görüşme bölgemizde yeni gelişmelerin yaşanacağına işaret etmektedir.
Suriye topraklarında bulunan “davetsiz devletlerin ülkelerine geri dönmeleri” gibi bir çağrı olsa olsa ABD’yi ilgilendirecek bir çağrıdır. Tabii, bir de ABD himayesinde görev yapan Fransa buna muhatap olacaktır.
Türkiye devleti ve Türk Silahlı Kuvvetleri, sınırımızda konuşlandırılmış ve beslenen terör yuvaları tamamen dağıtılmadıkça, son terörist etkisiz hale getirilmedikçe asla geri çekilmemelidir. Aksi açıkça vatana ihanettir!
Türkiye’yi birkaç cephede meşgul etmeye çalışacak olan küresel sistem ilk etapta Yunanistan kozunu oynamak isteyecektir. Bu amaçla Ege denizinde bulunan ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde silahlandırılması yasak adaların ısrarla ağır silahlarla teçhiz edilmesi ve bunun adalarda ziyaretlerle tahrik boyutuna taşınması örneklerden bazılarıdır.
Türk milleti her daim devletinin ve ordusunun emrindedir. Böyle bir çılgınlık yapmayı denemeye kalkanlara 9 Eylül’de İzmir’in sahillerindeki serin suları yeniden hatırlatmak ve yaşatmak hiç de zor olmayacaktır.
Ege adalarındaki Yunan işgalinin ortadan kaldırılması için bir strateji ortaya konulması ve gündeme getirilmesi, karşı hamle olarak etkili sonuçlar doğuracaktır.
Kışın ayak seslerini yavaş yavaş duymaya başladık. Havalar soğuyor, halkın ısınma problemleri yine gündemlerimizdeki yerini alacaktır. Doğalgaz fiyatlarında yaşanacak olası yükselişler dar gelirli yurttaşlarımızın korkulu rüyası olmaya başladı bile.
Tabii, “dar gelirli” derken ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 80’inden söz ediyorum. Açlık ve yoksulluk sınırlarının altında bir gelir düzeyine sahip bu vatandaşlarımızın pervasızca ve kontrolden çıkmış bir şekilde artan hayat pahalılığı karşısında çaresizliğin nirvanasını yaşayacakları kaçınılmazdır.
Hükümet en kısa zamanda bu konuyu gündemine almalı ve halkın rahat nefes alacağı doğrultuda bir karar ihdas etmelidir. O karar elbette “doğalgaza zam yapılmayacağı” güvencesinin verilmesi yönünde olmalıdır.
Pazarlarda sebze ve meyve fiyatlarındaki fahiş artışın, dar gelirli yurttaşların pazar artıkları arasından yiyecek ayıklaması gibi bir utancı yaşamalarına sebep olmaktadır.
Eskiden fakirin sofrasını zenginleştiren kuru fasulye bile bugün lüks tüketim maddesi haline gelmişse şapkayı önümüze koyma vaktinin geldiğine ve hatta geçtiğine işarettir.” şeklinde konuştu."
Hibya Haber Ajansı