Hristiyan âlemi ne zaman Müslüman ülkeleri işgal etse görülen manzara hep katliam, tecavüz ve tahribattır. Tarihte Haçlı ordularının yaptığı bu vahşet zamanımızda da aynen sürmektedir. Adamlara birer “Terminatör – yok edici” olarak çalışmakta çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek dinlemeden onları hatta işkencelerle yok etmektedir. Kıbrıs’ta da yapılan aynı zulüm, aynı yok ediciliktir.
3 evladıyla birlikte, Rum EOKA çeteleri tarafından evinde katledilen bir Müslüman ailenin, banyo küvetine dolduruluşlarını evin hanımı ve çocuklarının cesetlerini görmekteyiz.
Hâlbuki Müslümanlık, kim olursa olsun ona iyilik yapmayı emreder. Bu haliyle “Müslüman, iyiliğe programlanmış yeryüzünün tek insanıdır” Bu büyük farkı gören her Hıristiyan’ın Müslüman olması, dünya ve ahiret saadetini, yaşadığı rezil hayata tercih etmesi gerekir. Fakat heyhat… Yahudi’nin kontrolündeki dünya medyası işi tamamen ters göstermektedir.
Bu gün Milletvekillerimiz bu fedakârlığı yapabiliyorlar mı?
20 Temmuz 1974'te başlatılan Darbeci Rum yönetiminin Kıbrıslı Müslüman Türklere yönelik baskı ve zulme son vermek için gerçekleştirilen Barış Harekâtı ile Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı önlenerek, Kıbrıs Türk halkının varlığı da güvence altına alındı.
Papaz Makaryos yönetiminde silahlanarak adada tedhiş ve terör estiren Rumlar Türkiye’yi hesaba katmamışlardı. Onlar İsmet İnönü Başbakanlığı döneminde yine Kıbrıs ta katliam yapmışlar, ancak Amerika devreye girerek bizim adaya çıkmamızı engellemişlerdi.
HAREKÂTIN TÜRKİYE TARAFI
Daha sonra Demirel’in Başbakanlığı zamanında yine Kıbrıs’ta kan gövdeyi götürmüş, hemen hemen ülkemizin bütün illerinde mitinler yapılmış “Kıbrıs bizim canımız…” sloganları atılmış askerimiz gemilere bindirilmiş ama yine ABD devreye girerek askerimizin Kıbrıs’a çıkmasını engellemişti.
Ancak 1974 de Türkiye de bir koalisyon hükümeti vardı ve koalisyonun bir kanadını Milli Görüş teşkil ediyordu. Onun hakkımızı arayıcı tutumu sayesinde askerimiz Kıbrıs’a çıkarak katliamı önledi.
Başbakan Ecevit, Barış Harekâtının İngiltere ile birlikte yapılmasını savunuyor, kendi başımıza bu harekâtı yapmamızdan korkuyordu. Hükümetin diğer ortağı MSP ve onun lideri Prof. Dr.. Necmettin Erbakan ise Batının zulüm de olsa birbirini tuttuğunu bu sebeple de bizi oyalayarak katliamın devam edeceğini biliyor, “Biz üç garantörden biriyiz. Müdahale için başka garantörlere ihtiyacımız yoktur” diyordu.
Bu arada Ecevit Erbakan’ın haklarımızı koruma gayretine karşı; “Ben fetih ruhuna karşıyım” diye beyanat verecekti. Ancak barış harekâtı başarı le tamamlanın ca bu sefer aynı Ecevit, bu galibiyete sahip çıkacak ve bir erken seçimle MSP ortağından kurtulacaktı. Bunun için bastırdığı asker miğferli fotoğrafını bütün illere dağıtarak üzerine de “Kıbrıs fatihi Ecevit” yazısını yazacaktı.
Erbakan ise savaş sonrası bir erken seçime karşı çıkıyor; “Kıbrıs savaşında sağlanan milli birliğin parçalanmadan, örselenmeden ülkenin kalkınmasına ve sanayileşmesinin sağlanmasını” istiyordu.
GÜMÜŞ ANAHTAR ALTIN OLUYOR
Ülkemiz medyanın yoğun propagandası altında bir erken seçime gitti. MSP’nin milletvekili sayısı 48 den 24’e düştü. Fakat hikmeti ilahiyi görün ki bir evvelki dönemde CHP ve AP hükümet olabilmek için nasıl MSP’ye muhtaçlarsa, bu dönemde de yine MSP’siz hükümet kuramıyorlardı.
Bu durum karşısında Prof. Dr. Erbakan; “Biz seçimden önce gümüş anahtardır. Seçimden sonra ise altın anaktarız. Bizsiz hükümet kuramazsınız” diyecekti.