“EZANSIZ SEMTLER”

Abdurrahman Üzülmez

24-10-2024 20:52

 

Şair olarak tanınsa da Yahya Kemal’in Eğil Dağlar, Aziz İstanbul ve Siyasi Hikayeler gibi düzyazıları da vardır. Bu yazımız da Aziz İstanbul (İstanbul, Devlet Kitapları, 1969) adlı kitabında yer alan “Ezansız Semtler” (s. 126-130) adlı denemesinden bahsedeceğiz. Bu denemede Yahya Kemal Şişli, Kadıköy gibi semtleri “ezansız semtler” olarak tanımlayarak, bu semtlerde minarelerin görülmediğini Ramazan ve kandil günlerinin hissedilmediğini ifade eder. Ve şu soruyu sorar: Bu semtlerde “çocuklar müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?” Şöyle devam der Yahya Kemal:

“İşte bu rü’ya, çocukluk dediğimiz bu müslüman rü’yasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bu günkü Türk babaları havası ve toprağı müslümanlık rü’yası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur’an’ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullâh’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, câmiler içinde şafak sökerken Tekbîr’leri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler hayata girdiler. Türk oldular.”

Bu yazı 1922’de yayınlanmıştır. Yahya Kemal çocukluğuna göndermede bulunarak anlattığı bu durumun geleneksel ailelerde o günlerde de aynen devam ettiğini belirtmektedir. Oysa “fazla medenîleşen üst tabakanın çocukları” ezansız semtlerde büyürler. Zamanla “alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra” bu çocukların “milliyetlerine bağlı kal[ması]” için “sütü çok temiz, hilkatleri çok metîn olmalı”. Aksi durumda “ne muhit ne yeni yaşayış ne semt, hiçbir şey bu yavrulara Türklüğü hissettirmez.”

Yahya Kemal dört sene evvel -yani 1918’de- Büyükada’da otururken bayram namazına gitmeye niyetlenir, “sabah erken uyanamamak korkusu ile“ hiç uyumadan vakti gelince abdestini alıp camiye gider. Camiye girdiğinde vaiz kürsüde vaazını vermektedir. Kapıdan girince tüm cemaatin gözleri ona çevrilir. Bunun nedenini şöyle açıklar. “…bizim nesilden benim gibi birini, câmîde gördüklerine şaşırıyorlardı. Orada o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu.” Kısacası cemaat onu, daha doğrusu onun gibi okumuş yazmış taifesinden olanları kendine “yabancı” olarak algılamaktadır. Bu ortamda diğerleri “yalnız” onun vücudunu hissederken, kendisi ise “onların bu nazarını” hissetmektedir. İki hamalın arasına oturan Yahya Kemal namaz ve hutbe sırasında “Muhammed” sesini duyunca gözleri yaşarır. “Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücud olarak” hisseder. Çıkışta kapıda ayandan Refik Paşa elini tutar ve ona şöyle der. “’Bu bayram namazında iki defa mes’ûdum hamdolsun sizlerden birini kendi başına câmie gelmiş evvel bunu görmek beni müteselli etti” der.

Yahya Kemal yazısını şöyle bitirir. “Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitden çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!”

Bu özetten sonra neler söyleyebiliriz?

Yahya Kemal’in kendisinden başlayalım. Çünkü mevzu edindiğimiz bu denemesinden de anlaşılacağı üzere dindar biri değildir. Kırk yılın başında yolu camiye düşen Bektaşi gibi o da bir defa bayram namazına gitmiş. Duygulanmış ve hatta gözleri yaşarmışsa bu dindarlığından değil şüphesiz, gene yazıdan anlaşılacağı üzere çocukluğunu hatırlaması/o günlerine dönmesidir büyük ihtimalle. Ki Atik Valde’den İnen Sokakta adlı şiirinde de gene benzer böyle bir durumdan bahsetmektedir. Şiirin sonu şöyledir:

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime;

Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime;

"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;

Mâdem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür”.

Ezansız Semtler denemesinde vurguladığı bir husus burada da dikkat çekiyor. Yahya Kemal bir agnostik ya da ateistten farksız bir yaşam sürdürmektedir. Dolaysıyla oruç tutan biri de değildir. Ama yılda bir defa olsun camiye gidip bayram namazı kıldığında duygulanıyor ya da herkesin oruç tuttuğu bir semtte ramazan ayında oruçsuz olmasına üzülüyor. Halktan duyuş ve düşünüş olarak ayrı düşmek istemiyor ve bu hislerini/üzüntüsünü hâlâ muhafaza ettiğinden dolayı şükrediyor. Bunun nedeni ne?

“Millet”i “din”i de içine alan inanç ve geleneklerle tanımlayan Yahya Kemal bir Türkçü-milliyetçidir. Ancak kendisi, merkezinde dinsel inanç ve pratiklerin olduğu bu yaşam tarzına yabancılaşmıştır. Fakat çocukluğunu bu iklim içinde geçirdiğinden dolayı nerden geldiğini de bilir. Keza geçmişi ile bağ kurması demek çocukluğunu hatırlaması demekti. Topluma yabancılaşmasına rağmen kendisini aynı zamanda toplumun (“millet”in) bir parçası olarak görmek istemektedir. Antonio Gramsci’nin tabiriyle o bir organik aydındır. Daha doğrusu ‘organik’ aydın olmak istemektedir. “Millet”e yabancılaşmanın bu istek ile çeliştiği açıktır. Ancak buna rağmen ramazan ayında bu yabancılaşmanın farkına varması, bu farkındalık sonucu oruçsuz olmasından dolayı hüzünlenmesi bile onun için önemlidir. Bu “duygular” onu milletle bütünleştiren emarelerdir. Yahya Kemal hiç olmazsa bu duygulara sahip olduğu için şükrediyor. Bir başka tabirle ‘millete yabancılaşmaktan dolayı üzülmek’ onun için teselli oluyor.

Bu aynı zamanda onun sahip olduğu muhafazakâr ideoloji ile de ilgilidir. Toplumun sürekliliğini önemser. “Kökü mazide olan âti” (gelecek) derken kastı da budur. Toplumun geçmiş ile bağlarını koparmadan geleceğe yönelmesi. Böyle olunca din, gelenek vb. unsurlar vurgulanan bağı sağlayan en önemli öğelerdir. Yahya Kemal sadece toplumun değil, bireysel olarak da bu sürekliliğe dahil olmak isteğini ifade etmektedir.

“Ezansız Semtler”de bazı semtlerde ezanın duyulmamasının ima ettiği üzere insanların Ramazan ve kandil günlerinin hissedilmediği, inanç ve gelenekten uzak, kısacası seküler bir hayat sürmesini bir mesele olarak algılaması da bununla, yani sürekliliğin kırılması ve kalıcı hale gelmesiyle ilgilidir.

Şimdiye kadar yazdıklarımız adı geçen denemede açıkça ya da ima ile ifade edilmektedir. Yazı baştan sona okunduğunda ilk bakışta iyimser bir bakış olduğu hissedi(lebi)lir. Ama bir de açıkça söylenmeyen/yazılmayan vardır. O da şu: Nadiren de olsa bayram namazı kılmak için camiye gitse ve insanların oruç tuttuğu mütedeyyin semtteki uhrevi havadan duygulansa da Yahya Kemal seküler bir yaşam sürmektedir. Hal böyle iken kendisi ve kendisi gibi aydınların çocukları, yani sonraki kuşak seküler mi olur, yoksa ‘dindar” mı? Kendisi ve kendisi gibi ailelerde yetişen ama seküler bir hayat tarzını benimseyenler “minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları”nın aksine dönecekleri yeri hatırlıyorlar, ama ya mütedeyyin bir ailede yaşamayan sonraki kuşak dönecekleri yeri nasıl hatırlayacak? Her zaman bir kuşakta değil belki ama birkaç kuşakta (tedricen) sekülerleşme olmayacak mı? Yahya Kemal’in es geçtiği nokta bu. Sekülerleşmenin kaçınılmazlığının farkında, ama bunu açıkça ifade etmekten kaçınıyor. Dilinin ucuna kadar geleni söylememeyi tercih ediyor.

Bugün camiye gidenlerin sayısının azaldığı aşikâr. Hâl Böyleyken her yere cami kondurmanın marifet addedilmesinin Yahya Kemal’le, daha doğrusu Ezansız Semtler denemesiyle ilgisi olabilir mi? Ya da bu denemede ifade edilen ana-fikir veya yaklaşımla ilgisi var mı?

Sizce?

 

DİĞER YAZILARI MİLLİYETÇİLİK VE EVRENSELLİK 01-01-1970 03:00 KİTAP YAYINCILIĞI 01-01-1970 03:00 GARBİYATÇILIK 01-01-1970 03:00 DÜĞÜN 01-01-1970 03:00 “MAARİF MODELİ” DERKEN? 01-01-1970 03:00 ‘ZEYNEP’ ÖZNE OLABİLİR Mİ? 01-01-1970 03:00 TANPINAR VE ATAÇ 01-01-1970 03:00 BAYRAM, BİR HATIRA VE … 01-01-1970 03:00 SIRADAN İNSANLAR VE KAHRAMANLAR 01-01-1970 03:00 BİLİM VE DİN BİRBİRİYLE ÇELİŞİR Mİ? 01-01-1970 03:00 ‘MUHALEFET’ OLMAK 01-01-1970 03:00 AHMET HAŞİM VE ORYANTALİZM 01-01-1970 03:00