“Süper güç” olduğumuz ve bütün dünyaya nizam verdiğimiz, günler üzerinden henüz bir asır geçti. O yıllarda toplumumuz güçlü, ailemiz sağlamdı. Ne koca karısına ihanet etmeyi düşünürdü ne de karı kocasına… Aralarında sadakat denilen manevi bir bağ bulunurdu.
Erkek karısının, “eşim bana Allah’ın bir emanetidir” diye inanır, her emanet gibi bu emanetin de bir sahibi bulunduğunu bildiği için ona şiddet ve baskı uygulayamazdı. Karı da kocasını, “onun rızasını kazanmam, benim cennete girmeme sağlar” diye inanır, kocasını saygısızlıkta bulunmazdı. Sonra her ikisi de ”Bir talak (boşanma) olursa arş titrer” diye inanır, birbirlerini kusurlu davranışlarını hoş görerek, affedici olulardı. Böylece yuvalar uzun ömürlü olur, en küçük şeyde hemen boşanmaya gitmezlerdi.
Tanzimat fermanından bu yana ülkemizde, kuvvetli bir Batılılaşma cereyanı estirilmiş, batının fen ve teknik alandaki bazı buluşları bizi adeta mıknatıs gibi kendisine çekmiştir.
Bazı aydınlarımız her fırsatta Batılılaşmaktan dem vurmuş, fakat Batının teknik ve fennini değil, hak ve hakikatlerden uzak, kendine bile mutluluk getiremeyen adet ve uygulamalarını almış, kendi milli değerlerine sırt dönmüşlerdi.
Batı, bütün tarih boyunca kuvveti, çoğunluğu, çıkarı, asaleti üstün tutmuş, kendi dışındaki ve özellikle Müslümanlara büyük zulümler yapmış hala da yapmaya devam etmektedir.
Milletimiz uzun yıllar aileyi çok kutsal bir kurum olarak kabul etmiştir. Çünkü ferdin saadeti, toplumun güçlü olması ancak ailenin sağlam kurulmasına bağlıdır.
Ama aradan geçen yıllardan sonra aile hayatımız batı değerleri ile kurulmaya başladı. Biz, ABD, AB, İngiliz, Fransız hatta İtalyanların sözlerine bile kulak verir hale geldik.
Biz de bir aile mahremiyeti vardı ki onun başkaları tarafından bozulmasına asla müsaade edilmezdi. Mahremiyetin (aile gizliliği) korunmasına sokak kapısından başlanırdı.
Her kapı üzerinde iç içe iki halkalı tokmak bulunur, gelen misafir erkekse dış tokmağı çalarak kapıyı evin erkeğinin açmasını, eğer gelen hanımsa daha tiz ses çıkaran iç tokmağı çalarak, kapıya bir hanımın geldiğini haber verir ve kapıyı hanımının açmasını sağlardı.
Zamanımızda da bu inceliği yaşatan aileler bulunmakta eğer zil çalıyorsa bir yabancının geldiği, kapı tokmağı hafifçe tık tık vuruyorsa gelenin hem komşu ve hem de hanım olduğu anlaşılmaktadır.
Ailenin dağılması, yabancı birinin aile fertlerinin birisi ile yakın ilgi ve ilişki kurmasıyla bozulacağı bilinir ve evlerimiz “haremlik – selamlık” olarak tanzim edilirdi. Haremde evin hanımı, hanım misafir birlikte iken, eve gelen erkek misafirler de selamlık da evin erkeği ile birlikte bulunurlardı.
Bu konuda daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler, 1717 – 1718 yılları arasından Fransız Sefiri olarak ülkemizde kalan Sefirin eşi Lady Montaqu’nun, Paris’teki ablasına yazdığı ve daha sonra Türkçeye de çevrilen ve 1000 temel eser arasında yayınlanan “Türkiye mektupları” kitabından okuyabilirler.
DEĞERLERİMİZ
Bizim değerlerimiz ise kısaca; her insanın doğuştan elde ettiği, yaşama hakkı, aklın korunması, neslin korunması, malın korunması hakları, emek karşılığı doğan hak, anlaşma gereği doğan hak, adalet gereği haklarının insana sağlanması olarak tanımlanmaktadır
Aydınımız, İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” sözünü hiç düşünmemiş, bile…
Balkanlarda, Kafkaslarda, Birinci dünya savaşında Afrika’da İspanyolların, Fransızların, İtalyanların, Rusların, Ermenilerin, Yunanlıların yaptıkları katliamlar unutulacak gibi değildir. Daha dün denecek kadar yakın olan 1915 de Ermenilerin milletimize uyguladığı katliamlar… 1963, 1974 de Makaryos Papazı öncülüğünde EOKA’nın Kıbrıs katliamları, 1990 yıllarda Avrupa’nın göbeğinde ve Avrupalıların gözleri önünde Bosna’da uygulanan ve 15.000 kişinin katledildiği Sırp katliamları, lisan-ı hal ile bize haykırıyor ve sanki Batılılara karşı bizleri uyarmaya çalışmaktadırlar.
Ya Irak… 11. Eylül’de ABD’de ki ikiz binalara insansız uçaklarla yapılan saldırıları bahane edilerek, 2003 de Irak’a giren koalisyon güçleri (ABD, İngiliz, Fransız, İtalyan v.b) Irak’ta bombalanmamış şehir bırakmamış, bir milyondan fazla Iraklıyı öldürmüş, yüz binlerce Iraklı kadın ve kıza tecavüz edilmiş, mallar talan edilmiştir.
Afganistan… Rusların boyunduruğundan kurtuluyor, ABD’nin ve Avrupalıların boyunduruğu altına giriyordu. Sanal (hayali) âlemde oluşturulan bir “El Kaide ve Bin Ladin” fobisi, Afganistan yerle bir edilmesine yetiyordu. Şimdilerde ise Pakistan ayni anarşi ve terör ortamına çekilerek ayni akıbete uğratılmaya çalışılıyor.
Ya Filistin… Dün denecek kadar yakın bir zamanda (1900’lü yıllar) İspanya’dan kovulan Yahudilere bizim kucak açmamıza ve vatanımıza yerleştirmemizle ortaya çıkmışlar, bunlar bize şükran duyacaklarına, Filistin’de halkı çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç yaşlı demeden katletmektedirler. Katledemediklerini de uyguladıkları ekonomik ambargolarla yok etmeye çalışmaktadırlar.
Elbette Yahudilerin dayandıkları ve destek aldıkları büyük dayanak, ABD ve Avrupa ülkeleri olduğunu söylemeye lüzum yoktur. BM (Birleşmiş Milletler), NATO ve diğer Avrupa ülkelerinin kurmuş oldukları kuruluşlar İsrail’e destek olmaktadırlar.