Maneviyatın artık ruh sağlığının bir parçası olarak görülmesi gerektiğini belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişinin inanç sistemlerini devreye sokabilmesi, o kişi için rutin hayatını daha sağlıklı götürmesini sağlıyor. Herhangi bir yüksek değer ve güce sığınabilenler yalnızlık duygusunu ve korku duygusunu kontrol edebiliyor. Kişide eğer öyle bir duygu yoksa kişi tedaviye eksi birde başlıyor. Özetle maneviyat, psikolojik sağlamlığın bir parçasıdır.” diye konuştu.

“Maddi refah artarken tam aksi manevi refah düşüyor”

Tarhan, son yıllarda özellikle 2000’li yıllardan sonra yapılan araştırmalarda küresel olarak maddi refahın artmasına rağmen manevi refahın paralel oranda artmamasının dikkat çektiğini kaydederek, “Mutsuzluğun ve depresyonun artması nedeniyle 2018 Temmuz ayında ABD’de ‘Dini Özgürlük Görev Günü’ ilan edildi. Özellikle farklı kültürlerden gelen hastaların tedavisinde yaşanan zorluklar nedeniyle bu uygulama başladı. İnsanlar kültürel farklılıkları nedeniyle zaman zaman etiketlenme gibi sorunlar yaşıyordu. Bu küresel olarak dini ve kültürel ayrıştırmaların yaşanması sonucu ortaya çıkıyordu.” dedi.

Yapılan beyin çalışmalarının çoklu zeka kuramını doğruladığını belirten Tarhan, “Beyinde sosyal beceriler ile ilgili, duygusal beceriler ile ilgili, mantıksal beceriler ile ilgili çeşitli atmosfer olduğu anlaşıldı. Duygusal okur yazarlık, sosyal okur yazarlık gibi kavramlar sosyal körlük, duygusal körlük gibi kavramlar ortaya çıktı. Doğa zekâsı ve ahlak zekası gibi kavramlar da ortaya çıktı. Yani vicdan duygusu olarak da tanımlanıyor.” diye konuştu.

“T hücreleri bağışıklık sistemini etkiliyor”

Tarhan, bu zeka türünde olan kişilerle ilgili çeşitli çalışmalar da yapıldığına değinerek, şunları kaydetti:

“Harvard’ın psikoloji profesörlerinden David McClelland,  kendini manevi olarak daha dindar ya da maneviyatı daha yüksek olarak tanımlayan kişilerle, maneviyatla daha az ilgisiz olan kişiler üzerine çok çeşitli çalışmalar yapılmış. Bu kişilerin genel sağlık durumları ve bağışıklık sistemleri karşılaştırılmış. Bir gruba aşk filmi, diğer gruba ise Rahibe Teresa’nın hayatını anlatan bir film izletilmiş. Daha sonra bu kişilerin, kan hücreleri inceleniyor. Bağışıklık sisteminin iyi çalıştığını gösteren T hücrelerinin faaliyetlerini araştırıyorlar. Araştırma sonunda Rahibe Teresa’nın hayatını izleyen grupta T hücre faaliyetinin arttığı görülüyor. Bu ne demektir? Aşk filmi seyredenlerde T hücreleri zayıflıyor ama diğer filmi izleyen kişilerde bir dinginlik, enginlik, rahatlık hissi oluyor. Bu duygular, T hücrelerini yükseltiyor. T hücresinin iyi çalışması bağışıklık sisteminin iyi çalıştığını gösteriyor.”  

“İnanç sistemleri bağışıklık sistemini etkiliyor”

Kişilerin inanç sistemlerinin onların bağışıklık sistemini etkilediğini söyleyen Tarhan, “Yapılan çalışmalar da bunu ortaya koyuyor. Otonom sinir sistemi, hiç otonom yani özerk değil. Tamamen beyninizdeki kimyasallarla, komutlarla ve kimyasal mesajlarla çalışıyor. Bir kimse ‘savaş- kaç’ durumundaysa, devamlı ‘kötü bir şey olacak’ kaygısı taşıyorsa her an tehlikede hissediyorsa, bir hastalık yaşadığında ‘beni kim yarattı, hangi maddeden yarattı, inorganik maddeden yarattı. Karbon, oksijen, hidrojen, azot bana hesap sormuyor ki o halde öldükten sonra yok olup gideceğim’ diye düşünüyorsa beyni devamlı stres hormonları salgılıyor ve parasempatik sinir sistemi devreye sokulamıyor.”

Tarhan, vücudun gevşemeyi ve rahatlamayı yapamadığı anlamına geldiğini dile getirerek, “Maneviyatı olan kişiler kontrolü sağlıyor yani ‘Bu hayat tesadüfi değil, bu olaylar kendi başına olmuyor’ diye akıl yürütüyor. Yani inanç duygusu ruh sağlığına olumlu etki yapıyor. Kişi önlem aldıktan sonra teslimiyet duygusu önemli. Mesela otobüse bindin kaptana güvenmek zorundasın kaptana güvenmiyorsan uyuyamazsın. Hayatta da insan bu evrenin sahibine güven hissettiği zaman kişi orada kendini rahatlatabiliyor. Kişinin ‘Her şeyi bilen, her şeyi kontrol eden bir güç var. O bana yardım edebilir’ şeklindeki düşüncesi önemli.”  şeklinde konuştu.

“Yüce bir güce sığınanlar, kontrol ve korku duygusunu yönetebiliyor”

Günümüzde uygulanan üçüncü dalga metakognitif psikoterapi yöntemleri ve zihin üstü tedavilerin kişide zihinsel sığınaklarını keşfetmesinde yardımcı olmayı amaçladığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sözlerine şöyle devam etti:

”Herhangi bir şeye sığınabilenler yalnızlık duygusunu ve korku duygusunu kontrol edebiliyorlar. Kişide eğer öyle bir duygu yoksa kişi tedaviye eksi birde başlıyor. Tedavide   ilerleyemiyor, stres duygusunu yönetemiyor çünkü insanda kontrol duygusu var. Kontrol duygusu bir nevi şöyle tarif edilebilir: Hatta buna Tanrı kompleksi deniliyor. Bazı insanlar her şeyi kontrol etmek isterler. Çocuğunun nefesini bile kontrol ederler. Kendini yeryüzü Tanrısı gibi görür. Buna Tanrı kompleksi deniyor. Bu Tanrı’dan rol çalmaktır. Kişi ‘Ben mükemmelim herkes mükemmel olmalı. Çocuğum da mükemmel olmalı, her şeyi bilmeliyim’ dediği için bilemediği zaman aşırı heyecana kapılır ve kontrol edemediği için de panik yaşar. Kontrol duygusu yüksek olan kişiler huzur bulamaz.”

“Beyindeki Tanrı’ya eğilim bölgesi”

Tarhan, yüce bir güce inanıldığı zaman üç şeyin olduğunu belirterek, “Teselli değeri var, anlam katma değeri var, bir de kişinin o yaratıcıyla bütünleştiği zaman iç huzuru değeri” var. Budist Rahipler üzerinde yapılmış deneyler var. Biz bunu Mevlevi dervişleri üzerinde yaptık. 90’lı yıllarda Kudüslü rahipler meditasyona sokuluyor. Rahiplerin beyin hareketleri inceleniyor. Meditasyonda bütün istekleri karşılanmış, bütün ihtiyaçları giderilmiş tamamen rahatlamış oluyor.” dedi.

Evrenle bütünleşme duygusu yakalandığı anda beyinde mutluluk hormonu salgılandığını vurgulayan Tarhan, “Bu sırada beynin hangi bölgesinin çalıştığına bakılıyor. O bölgeye Tanrı bölgesi diyorlar aslında Tanrı bölgesi değil o kişinin Tanrı’ya eğilim bölgesi. Tanrıyla bütünleştiğini hissettiği an müthiş bir rahatlama oluyor. Ama kişide Tanrı kompleksi varsa rahatlatamıyor kendisini, bu kişilerde kaygı devamlı yüksek oluyor.” ifadelerini kullandı.

“Maneviyat duygusu kişiye huzur veriyor”

Tarhan, bu nedenle maneviyat duygusunun kişiye huzur verdiğini ifade ederek, “Maneviyatın kişiye kazandırdığı şey bütün isteklerinin karşılanması, bütün ihtiyaçlarının giderilmesi ve evrenle bütünleşme duygusu oluyor. Kişi bunu yaptığı zaman teselliyle yaşıyor, her şey anlamlı hale geliyor. ‘Evrende bir anlam var, tesadüfen gelmemişiz’ diyor ve en önemlisi kişi ölüme açıklama getiriyor.” şeklinde konuştu.

“İnsanın kendi gücünün sınırlarını iyi bilmesi gerekiyor”

İnsan beyninin bir özelliğinin de hayal üretmesi olduğunu kaydeden Tarhan, şu ifadeleri kullandı:

“Bir canlıdaki beyin sadece yemek, içmek, barınmak, üremekle sınırlıdır. Ama insanın beyni soyut düşünceyle ilgilenir, kavramsal düşünceyle ilgilenir. Sembolik düşünceyle ilgili hayal kuruyor. Şimdi hayalleri sınırsız ama gücü sınırlı. Hayallerle gücü arasındaki sınırını belirlemek için beyinde gerçekliği test etme networkü var. Şizofrenlerde network bozuluyor. Bu network bozulduğu için onlar hayalle gerçeği ayırt edemiyorlar ama sağlıklı insanlarda bu network çalışıyor fakat kişi kontrol duygusu yüksekse beyindeki bu networkü bozabiliyor. Kişi her şeye müdahale ediyor, kendi ruh sağlığına da karışıyor. Bu nedenle insanın maneviyatını devreye sokabilmesi için böyle durumlarda kendi gücünün sınırlarını iyi bilmesi gerekiyor. Kendi acizliğini, güçsüzlüğünü, zayıflığını anladığı zaman, her şeyi bilen her şeyi kontrol eden bir görünmeyen bir gerçeklik var diye inandığı zaman bu kişiler hayata anlam katıyor.”

“Maneviyat ruh sağlığını parçası olarak görülmeli”

Tarhan, maneviyatın artık ruh sağlığının bir parçası olarak görülmesi gerektiğine değinerek, “Maneviyatı ruh sağlığının parçası olarak görmemek eski anlayış. Kişinin inanç sistemlerini devreye sokabilmesi, o kişi için rutin hayatını daha sağlıklı götürmesini sağlar. Özetle maneviyat, psikolojik sağlamlığın bir parçasıdır.” dedi.

Hibya Haber Ajansı