Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, bugün İstanbul'da başlayan Dünya İnsani Zirvesi'ne katılan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon'a bir mektup gönderdi.

 

Mektupta, zirvenin Türkiye'de, demokrasi ve toplumsal barış zemininin otoriter devlet şiddetiyle alaşağı edildiği, Kürdistan kentlerinde çatışma ve insani yıkım boyutlarının gittikçe ağırlaştığı, sınırlarında ise yakın insanlık tarihinin en kitlesel mülteci trajedisine tanıklık edilen bir dönemde gerçekleştirildiği kaydedildi. Mektupta, "Böylesi kritik bir zirveye ev sahipliği yapmanın, Erdoğan rejiminin, ulusal ya da uluslararası hukuk önünde hiç bir hesap verebilirlik gözetmeden işlemekte olduğu hak ihlalleri ve insani suçların üzerini örtmeye vesile olma ihtimalinden ciddi bir endişe duymaktayız. Bu çekincemizle, ülkemizde Erdoğan'ın otoriter idaresi altında yaşanan siyasi ve insani krizin boyutlarını sizlerle paylaşmayı sorumluluğumuz olarak görüyoruz" denildi.

 

Bu kapsamda çözüm sürecinin Erdoğan tarafından sonlandırılmasının ardından yaşanılanlara yer verilen mektupta, hükümetin Kürdistan kentlerinde "terörle mücadele" adı altında yürüttüğü askeri operasyonların Kürt halkı ve toplumsal coğrafyasını topyekûn cezalandırma aracına dönüştüğü belirtildi.

 

Kürdistan kentlerinde yaklaşık 1 milyon 700 bin kişinin yaşadığı ve HDP'nin oy oranının en yüksek olduğu, 7 il ve 22 ilçe merkezinde toplam 65 kez bir günden bir kaç aya kadar uzayabilen sürelerle kesintisiz sokağa çıkma yasakları ilan edildiğinin hatırlatıldığı mektupta, operasyon bölgelerinde yaygın ve sistematik işkence, yargısız infaz, orantısız öldürücü şiddet, keyfi gözaltı uygulamaları ve mülkiyet hakkına yönelik saldırıların yaşandığı kaydedildi.

 

En az 550 sivil yurttaş katledildi

 

Mektupta, bu süreçte en az 550 sivil yurttaşın devlet güçleri tarafından katledildiği, 350 bin kişi zorla yerinden edildiği ve bölgenin önde gelen kültürel ve ticari merkezleri olan Sur, Cizre, Nusaybin ve Silopi merkezilerin yerle bir edildiği belirtildi. Mektubun devamında, şu ifadelere yer verildi: "Erdoğan rejimi operasyon bölgelerinde uluslararası hukukun gerekli gördüğü hiç bir insanı ihtiyacı karşılamadığı gibi, bu amaçla sivillere ulaşmaya çalışan yerel yönetim birimleri ve insani kuruluşların çabalarını da kitlesel gözaltı ve tutuklamalar yoluyla sistematik olarak engellemiştir."

 

Cizre'deki vahşet bodrumlarının da aktarıldığı mektupta, Erdoğan'ın bölgeye yönelik demografik mühendislik stratejisini hayata geçirmek istediği ifade edilerek, "Bu kararlar, yerel halk ya da onların temsilcilerine hiç bir şekilde danışılmaksızın alınmış, halkın seçimle yetki verdiği yerel yönetim otoriteleri bu merkezi hükümet tarafından karar süreçlerinden bilhassa dışlanmışlardır. Bu süreçte zorla yerinden edilenlerin yüz yüze kaldığı insanı krize yönelik hiç bir adım atılmamış, etkilenen nüfus 'kronik ihtiyaçlar ve sürekli korku' ile baş başa bırakılmıştır" denildi.

 

'Erdoğan mülteci krizinden de fırsat çıkarıyor'

 

Mülteci krizine ilişkin değerlendirmelerin de yer aldığı mektupta, "Erdoğan rejiminin bu krizden bir başka fırsat daha çıkardığını gözlemliyoruz; AB desteği ile Alevi ilçelerinde inşaatına başlanan mülteci kampları. Erdoğan rejiminin son bir kaç yıllık icraatları göz önünde tutulduğunda, bu projelerin Suriye'deki etno-mezhepsel çatışmaları Türkiye'ye taşımaya vesile olması ihtimalinden ciddi olarak endişe duyduğumuzu belirtmek isteriz" denildi.

 

'AKP'nin insani yardımları Kilis'te öldürüyor'

 

Mektupta son olarak, şu ifadelere verildi: "Türkiye'de milyonlarca Kürt vatandaş ve bir milyonun üzerinde Suriyeli mülteci tam da tarif ettiğiniz bu koşullar altında herhangi bir güvenceden yoksun olarak yaşıyorlar. Türkiye'de her gün sivil Kürtler ve Suriyeli sığınmacılar öldürülüyor. Suriye sınırındaki Kilis kasabasında yaşayan vatandaşlar, AKP'den 'insanı yârdim' alan silahlı cihadist grupların roket saldırılarında öldürülüyorlar. HDP olarak, Türkiye'de yürüttüğümüz demokrasi, adalet ve barış mücadelesinde bizlere ilham veren en temel ilke, kendi evimizde evrensel insan hakları ve insanlık onuruna yaraşır yaşam ve varoluş olanaklarını geliştirmektir.

 

Bu ülkenin, temsilcisi olduğumuz halklarının içinde yaşadığı son derece gerçek insanı krizlere karşı tavır almamanız durumunda, yukarıda ayrıntılandırdığımız koşullar altında yaşayanlar, küresel insani gündemin, bir kez daha, jeopolitik ve iktisadi hesaplara feda edildiğine şahitlik etmiş olacaklar; ki bu, insanı rejime yönelik güvensizliklerini, hayal kırıklıklarını, ve bir başına bırakılmışlık hislerini derinleştirecektir."

 

(diha)