İHD 80’lı ve 90’lı Yılarında Bile Bu İşkenceler Yoktu

Şanlıurfa cezaevlerinde işkence iddiası

Şanlıurfa ve ilçelerinde bulunan cezaevlerindeki mahkûmların Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüzlere maruz kaldığı ile ilgili İHD Şanlıurfa İl Binasında İnsan Hakları Derneği'nin başkan yardımcısı ve eski İstanbul şubesi başkanı olan Avukat Emire Eren Keskin basın açıklaması yaptı.

DOKTORLAR İŞKENCEYE GÖZ YUMUYORLAR YA DA GÖZ YUMMAK ZORUNDA BIRAKILIYORLAR.

Şanlıurfa ve ilçelerinde bulunan cezaevlerinde ki mahkûmların Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüzlere maruz kalıp kalmadığını incelemek için Şanlıurfa’ya gelen İnsan Hakları Derneği'nin başkan yardımcısı ve eski İstanbul şubesi başkanı olan Avukat Emire Eren Keskin İHD İl Binasında çarpıcı iddialarda bulundu. Şanlıurfa genelinde cezaevlerinde bulunan mahkûmların Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüzlere maruz kaldığını söyleyen Emine Eren Keskin Ceylanpınar İlçesinde bulunan bazı mağaralarda mahkûmlara işkence etmek için işkence malzemelerin olduğunu iddia etti. Bu tür işkencelere maruz kalan bazı mahkûmların Psikolojik destek alması gerektiğini söyleyen Emine Eren Keskin, “ mahkûmlarla yaptığımız konuşmalarda çok farklı işkencelere maruz kaldığını söyledi. Onları konuşturmak için her türlü işkence yönteminin Şanlıurfa Emniyetinin Müdürlüğü tarafınca yapıldığı iddia edildi.

Bunları yerinde inceleyip dosya şeklinde uluslararası mahkemeye sunacaklarını söyleyen Avukat Emire Eren Keskin bu tür işkencelerin uluslararası mahkeme yasasına aykırı olduğunu söyledi.

 

TECAVÜZ ETTİLER, BENİ ÇIRILÇIPLAK SOYDULAR, MAKATIMA COP SOKTULAR.

 

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu'nun kurucusu, İnsan Hakları Derneği'nin başkan yardımcısı ve eski İstanbul şubesi başkanı olan avukat Emire Eren Keskin, “İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi olarak Urfa genelinde gözaltında işkence olaylarının yoğun şekilde yaşanmış olması bilgisine eriştikten sonra böyle bir karar aldık. Genel merkezin görevlendirmesiyle ben geldim. Raporu hazırlayacağız ve bu raporu aynı zamanda Birleşmiş Milletler İşkence Önleme Komitesine de göndereceğiz. Şimdi ben örnek olaylara geçmeden önce şunları söylemek istiyorum. Uzun bir süre önce o zaman Başbakan olan Tayyip Erdoğan işkenceye sıfır tolerans demişti. Ama sanıyorum işkenceye sıfır değil sınırsız bir tolerans var şu anda. Dinlediğimiz gerçek hikâyeler korkunçtu. Ben 20 yıldır işkence alanında çalışıyorum, özellikle kadına yönelik işkence alanında, bazı yöntemleri 90’larda bile duymamıştım. O nedenle gerçekten korkunçtu dinlediklerimiz ama bir yandan da şunu görüyoruz ki işkence bir devlet politikası ve bu bir sistematik halinde uygulanıyor. Yani bunu yapan sadece asker ya da polis değil sorulu olan, onları sorgulamayan savcılar, işkence raporu vermeyen hekimler, resmi bilirkişilik kurumu olan Adli Tıp, hepsi işkencenin birimleri durumunda, yani hepsi birlikte yürütüyorlar bu işi ve kaimler tabiî ki. Hepsi birlikte yürütüyorlar ve işkencenin sonuçsuz kalması, insanları bir yıldırma politikası olarak uygulanıyor. Yine gördüğümüz kadarıyla, bizim görüştüğümüz insanların büyük bir bölümü Demokratik Bölgeler Partisi sivil siyasetçileriydi. Kesinlikle sivil siyasetin engellenmesine ve bu partinin zarar görmesine ilişkin Urfa’da bir yaklaşım var. Bu son derece açık dedi” dedi.

 

Ben kısa kısa örnekler vermek istiyorum. Zaten biz ayrıntılı bir rapor yayınlayacağız. Şimdi en çarpıcı olanlardan söz etmek istiyorum. Örneğin Mazlum Dağtekin, çok belli başlı ana hatlarıyla söylemek istiyorum. 90’larda yaşanan işkencelerin aynısının yeniden uygulandığını görüyoruz. Örneğin, Ceylanpınar’da bir mağara var, işkence aletleriyle donatılmış bir mağara var. Bundan kimsenin haberi yok ve bu mağarada işkence yapılıyor. Hatta Mazlum Dağtekin’in söylediğine göre, savcının kontrolünde yapılıyor bu işkence, bu çok korkunç bir şey. Bir kere gözler bu 90’larda yoktu. Önceden bağlanıyor, arkasından başlarına bir çuval geçiriliyor, o çuvalın üzerinden bir kez daha bağlanıyor. Çırılçıplak soyma yöntemlerden başlıcası. Örneğin Mazlum Dağtekin şunu söylüyor. Diyor ki, başımı bir kovaya koydular. Tecavüz ettiler, beni çırılçıplak soydular, makatıma cop soktular. Beni bir koltuğa oturttular, ayaklarımı inşaat telleriyle bağladılar, ellerimi koltuğa kelepçelediler. Karın boşluğuma, göğüs kafesime coplarla ve yumruklarla vurdular. Ellerimden bir iple kuyuya salladılar, üzerime işediler ve polislerden biri penisini çıkarıp yalamamı istedi. Bütün bu yapılanlar varken savcı yanımızdaydı, diyor. Devlet hastanesine gittiklerinde, burası da önemli, doktorun bunu ne hale getirmişsiniz, nasıl ayakta duruyor demesi üzerine doktora kızıyorlar. Tekrar gece kendi aralarında konuşuyorlar ve bunu duyuyor Mazlum, diyorlar ki Hacı Lokman Birlik’e yaptıklarımızı buna da yapalım. Dışarı çıkarıyorlar, ayaklarından bağlıyorlar, kafasına silah çekiyorlar ve sonunda diyorlar ki, ölüm daha iyi al bu silahla kendini vur. Bizim konuşmalarımızda hala bu duyguyu yaşıyordu aslında, ölmek istediğini ve verdikleri silahı hiç düşünmeden başına ateş ettiğini söylüyor. Silah boşmuş ama o anda ne kadar ölmek istediğini anlatıyor. İnsanları ölmeyi düşünecek bir noktaya getirmek işkencenin en büyüğü ve Mazlum bence hala bu duygudan kurtulmuş değil. Kesinlikle terapiye ihtiyacı var. Şu anda kendi travmalarıyla baş başa bırakılmış durumdalar.

 

KESKİN, URFA TERÖRLE MÜCADELE ŞUBESİ AÇIKÇA İNSANLARA İŞKENCE UYGULANAN…..

 

Keskin, “Görüştüğümüz 5 kadın arkadaştan 4’ü ağır cinsel işkence yaşamıştı. Bir kere çıplak sorgulama açık cinsel taciz suçunu oluşturuyor. Hepsi çırılçıplak sorgulanmışlar. Vücutlarına ellenmiş ve benim burada anlatamayacağım bir işkence yöntemi uygulanmış. Kendileri istemiyorlar. Çünkü bizim 20 yıllık çalışmamızda gördüğümüz şu ki, cinsel işkence gören kadınlar çok sonra çıkıyorlar yaşadıkları işkenceyi çünkü bize dayatılan namus anlayışı nedeniyle utanıyorlar, korkuyorlar, çekiniyorlar. Onları anlıyoruz ancak biz bize anlattıklarını raporumuzda yazacağız ve Birleşmiş Milletlere bildireceğiz. 90’larda bile görülmeyen tekrarlıyorum bir işkence yöntemi uyguluyor Urfa Emniyeti ve hepsine söylenen şu, biz özel bir ekibiz. Ankara2dan sizin için geldik ve sizi konuşturmak için her türlü işkenceyi uygulayacağız. Tecavüz tehdidi ve bana göre aslında cinsel saldırı suçunun çünkü artık yasada böyle tanımlanıyor. Bu 4 kadın da cinsel saldırı suçuna uğramış kadınlar ve burada bir başka sorun şu, şimdi işkencenin belgelenmesi çok önemli bir sorun bizim coğrafyamızda. Doktorların tavrını biz mutlaka Tabipler Birliği’ne şikâyet edeceğiz. Örneğin Doktor İstanbul Sözleşmesi’ne de göre de gelen her gözaltındaki kişiyi kapalı bir ortamda yani polisin, askerin olmadığı bir ortamda iyice incelemek zorunda. Ancak arabaya başlarını uzatıyor hekimler, darp var mı diye soruyorlar, polis darp yok diye cevap veriyor ve raporu bu şekilde imzalıyorlar. Bu açık bir ihlal, bu boyutuyla da son derece önemli. Yine avukat arkadaşlarımıza çıkarılan sorunlar aynı zamanda yasadışı ve yine büyük bir ihlal ve sadece Emniyet kendi tutukları avukatlarla görüştürmek istiyorlar. Her boyutuyla Türkiye’nin altına imza attığı uluslar arası sözleşmelere aykırı bir durum söz konusu. İşkence yapılıyor. Mazlum Dağtekin’in belirttiğine göre, savcının olduğu bir ortamda da işkence yapılıyor. Doktorlar işkenceye göz yumuyorlar ya da göz yummak zorunda bırakılıyorlar. Örneğin görüştüğümüz mağdurlardan İnci Korkan Korkmaz fenalaşıyor, kalp krizi geçirdiğinden şüpheleniyorlar, hastaneye götürüyorlar ve doktor onun halini görmesine rağmen önce bu halde götürmeyin, diyor. Ama polisin ısrarı üzerine bir iğne yaparak onu geri gönderiyor. Bu Hipokrat yeminine aykırı bir şey, yani doktorların mutlaka bu konuda sorgulanmaları gerektiğini düşünüyorum. Dediğim gibi Urfa Terörle Mücadele Şubesi açıkça insanlara işkence uygulanan, cinsel işkence uygulanan bir merkez, kesinlikle kendilerini hak sahibi olarak görüyorlar. Çıkarılan son yasalarla da sanırım daha da özgürce davranıyorlar. Çünkü hepsine söylenen şu, 90’larda da çok duyduğumuz cümlelerdi. Burada devletin adaleti falan yok, burada TC yok, burada biz varız. Burada Allah’ta yok, burada sadece biz varız, diyorlar. Yine mağdur kadınlardan biri diyor ki, sizin çocuklarınız yok mu, sizin anneleriniz yok mu, niye bunları bize yapıyorsunuz? O da bizim annelerimiz sizin gibi “piç” yetiştirmiyor. Bizim annelerimiz aslan gibi çocuklar yetiştiriyorlar, diye cevap veriyorlar. Yani bizim dün dinlediklerimiz gerçekten bura da Urfa’da insan haklarının yerle bir edildiğinin çok açık göstergeleriydi. Biz elimizden geleni yapacağız insan hakları savunucuları olarak ama buradan hem iç kamuoyuna hem de uluslararası kamuoyuna ve Türkiye’nin sözleşmelere birlikte imza attıkları devletlere çağrı yapmamız gerektiğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.