Radyo ve Televizyon Üst Kurulu eski üyesi HDP Mûş Milletvekili Ahmet Yıldırım, kapatılan radyo ve televizyonlar ilişkin HDP tarafından verilen Araştırma Önergesi hakkında Meclis Genel Kurulu'nda konuştu.

 

Yıldırım, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile radyo ve televizyon kanallarının kapatılmasının açık bir şekilde Anayasa'ya aykırılık teşkil ettiğini belirterek, "RTÜK'ün görevini tanımlayan 6112 sayılı Yasa'ya göre, Türkiye'de yayın yapacak olan görsel ve işitsel yayın organlarının tamamı RTÜK tarafından lisanslandırılır ve bunlar yayın hayatı boyunca RTÜK dışında herhangi bir kurum, kuruluş, mevki tarafından müeyyideyle karşılaşamazlar, herhangi bir şekilde kapatılmaları söz konusu olamaz. Yani ilgili kararname kanun hükmünde değil, Anayasa hükmünde bir kararname gibi oluyor" dedi.

 

Önce kapatıyor sonra araştırıyorlar

 

RTÜK'ten de sorumlu olan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'a bir muhabirin kapatmalarla ilgili olarak yönelttiği soruyu hatırlatan Yıldırım, "Soruya cevaben ibretlik bir cevap veriyor. 'Kapatılan radyo ve televizyonlarla ilgili olarak raporları RTÜK'ten isteyeceğiz. Gerekirse tekrar durumlarını değerlendireceğiz' diyor. Sayın Bakan, birileri size yasayı yanlış anlatmış. Çünkü önce rapor istenir, işlem yapılır; daha sonra tasarrufta bulunulur. Siz önce kapatıyorsunuz, sonra 'Rapora bakalım' diyorsunuz" diye konuştu.

 

Yıldırım, şöyle devam etti: "Yetki anayasal olarak RTÜK'tedir. Kınama, uyarı, idari para cezası ya da lisans iptali yetkisi de RTÜK'tedir. Bu, Anayasa'nın amir hükmüdür. Bu sebeple kanun hükmünde kararname çok açık bir biçimde, ayan beyan Anayasa'ya aykırıdır."

 

'CNN Türk ve TRT'yi basan haydut anlayışından farkı yok'

 

Kanalların korsanvari bir şekilde basıldığını ve yayını durdurulan yayın organlarının mallarına el konularak, TRT'ye devrilmesini de hatırlatan Yıldırım, "Bu devlet bir haydut devleti midir? Burada hukuk yok mu? Bu nasıl bir gasp ve ganimet kültürüdür ki yasa, Anayasa, yargı kararı olmaksızın bir televizyonun, bir yayın organının mallarına el konuluyor, gasp ediliyor, ganimet kültürüyle alınıp başka bir yere veriliyor. 15 Temmuz gecesi televizyonları, CNN Türk'ü ve TRT'yi basanlar ile son iki gündür radyo ve televizyonları basan haydut anlayışın arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü darbecilerin fiilleriyle iş gören bir siyasi iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız. 15 Temmuz gecesi de televizyonlar basıldı, son iki gündür de televizyonlar basılıyor. Ama 15 Temmuz darbecilerinden artı bir yanınız var, onlar mallara el koymadılar, sadece yayın durdurmak istediler. Bir talan kültürüyle oradaki malları dağıtıp yerle bir etmediler veya dün özellikle Özgür Radyo'da olduğu üzere bir kadın, saçından sürüklenerek gözaltına alınmadı" ifadelerini kullandı.

 

'Kürt'e dair ne varsa saldırı altında'

 

Bugünlerde kapatılan TV kanalları ifade ve basın özgürlüğünü aşan bir gerçekliğe tekabül ettiğine vurgu yapan Yıldırım, konuşmasını şöyle sürdürdü: "O da şudur: Kürt'e dair ne varsa bir saldırı altındadır. Bakın, Kürt'e dair ne varsa iktidarın saldırısı altındadır. Belediyesi hedeftir, dernek ve sendikaları hedeftir, TV ve radyoları hedeftir, öğretmeni ve öğrencisi hedeftir, Kürt'ün vekili de asili de hedeftir, yaşlısı da bebesi de hedeftir. Son bir yılda bu iktidar döneminde bunların hepsine şahit olduk ama şunu ifade edeyim: Türkiye aydını olarak kendini addeden, bir Türkiye sevdalısı olarak kendini addeden siyasetçi kim varsa, işe vurgunun yapıldığı yerden başlamalıdır. Fransız aydın Sartre Cezayir işgaline, o dönemki Fransız faşizmine dönük şunu söylüyor: "Başta hiçbir şey bilmiyordunuz, buna inanmaya razıyım. Sonra şüphe duymaya başladınız ve artık biliyorsunuz ama gene de suskun kalıyorsunuz. Sekiz yıllık bir suskunluk artık zarar verir hem de boş yere zarar verir. İşkencenin kör edici parlaklığı gökyüzünün en yüksek noktasında tüm ülkeyi aydınlatıyor. Bu parlak ışık altında tek bir kahkaha bile artık samimi çıkmıyor. Öfke ve korkuyu maskelemek için boyanmamış tek bir yüz, tiksintimizi ve suç ortaklığımızı ele vermeyen tek bir hareket yok artık. Bugün nerede 2 Fransız buluşsa aralarında ölü bir beden var. Bir mi dedim? Fransa vaktiyle bu ülkenin adıydı ama bugünden itibaren, 1961 itibarıyla Fransa bir ülke adı değil, bir psikonevroz hastalığının adıdır." Aynı şeyi Türkiye için söylüyorum. Yeni Türkiye safsatası altında bir ülke özlemini bu kitlelere yutturmaya çalışanlar, aslında Türkiye'yi bir ülke ismi olmaktan çıkarıp bir psikonevroz hastalığı ismine dönüştürmeye çalışıyorlar."

DIHA