İki gün Gaziantep, iki gün Urfa olmak üzere dört günlük bir yemek maratonu için yola çıktık. Bu arada muhteşem bir arkeoloji ziyafeti de çektik kendimize.
Evet, biliyoruz Antep Türk mutfağının pırlantası. Zeugma gibi şehri taçlandıran çok ama çok değerli bir müzeye de sahip. O kadar vitrinde olmayan Urfa’nın da Antep’ten hiç aşağı kalan bir yanı yok. Lezzetse lezzet, müzeyse müze. Urfa’da asıl hedefimiz Göbeklitepe‘yi görmekti. Uzaktan devasa tentesi ile bir uzay gemisini andıran Göbeklitepe’ye hayran kalmamak mümkün değil. Cilalı Taş Devri‘nden kalma 12000 yıllık bir geçmişe sahip Göbeklitepe, Urfa’yı dünya çapında bir şehir yapmaya aday. Utanarak belirtmek isterim ki bir o kadar değerli Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi ve Mozaik Müzesi kompleksinin muhteşemliğinden pek haberimiz yoktu. Gerçekten bu müze üç beş satırla anlatılacak türden değil, muhakkak görmek gerekir. Hani listeler vardır ya “Ölmeden görülmesi gereken yerler” diye işte Urfa’yı o sınıfa sokacak nitelikte yerler bunlar.
Şimdi gelelim yeme içme muhabbetine. Bu iki şehirde insan fıstık bombardımanına uğruyor. Şikayet edilecek bir durum mu? Elbette ki hayır. Çarşıda dolaşırken bir kuruyemişçide ikram edilen bir avuç fıstığı bitirdiğiniz anda birden bir başka fıstıkçı avucunuzu tekrar doluveriyor. Hamur tatlılarından fışkıran fıstık insanı gerçekten baştan çıkaran cinsten. İmam Çağdaş‘ın fıstığa gömülmüş şöbiyeti ve Urfa’da Miroğlu‘nun billuriyesinin görüntüsü bile yeter. Antep’te baklava denince unutulmayacak bir isim de Zeki İnal tabii. Şöyle diyebilirim, baklavalar Antep’ten, kadayıflı tatlılar Urfa’dan…
Ama şunu da söylemek gerekir ki yediğimiz künefeler her iki şehirde de geçer not alamadı. Fıstık o kadar cömert kullanılmasa da İstanbul kebapçılarında kıyaslanmayacak nefislikte künefeler yenebiliyor.
Bir lahmacunsever olarak hayatımda yediğim en iyi iki lahmacundan birini Antep’te ünlü İmam Çağdaş’ta diğerini de Urfa’da Gülhan adlı bir esnaf lokantasında yedik. Et konusuna gelince Kebapçı Halil Usta‘nın küşlemesi ve diğer et çeşitleri anlatıldığı kadar varmış. Küşlemesi boşuna Hürriyet Gazetesi’nin “Türkiye’nin En Lezzetli 100 Yemeği” listesinin en tepesinde yer almıyor. Bir de Halil Usta’nın efsane sulu salatası var ki insan hiç bitmesin istiyor. Kaşık kaşık hem yeniyor, hem içiliyor…
Alışveriş seyahatlerin tadı tuzu şüphesiz. Bu iki şehirden de fıstıksız, baharatsız ve tatlısız dönmek artık ayıp sayılır. Urfa’nın çok renkli çarşısından kumaş almadan dönmek imkansız. Eğer köşe bucak eşinen cinstenseniz iki şehrin de bakırcılarında seveceğiniz bir şeyler bulabilirsiniz. Yemeni deyince başa bağlanan renkli tülbent geliyor ilk akla ama Antep’in yemenileri ayağa giyilen cinsten.
Brad Pitt‘e yaptığı yemenileri ile ünlü Hayri Usta‘nın yanı sıra çarşı boyunca her an karşınıza çıkan rengarenk yemenilerden muhakkak gönlünüze göre bir çift bulursunuz. Çarşıda bir de Antep’in yerel kumaşı kutun var, çeşit bizim Kapalıçarşı’ndakinden farklı değil… Ama bu geleneksel kumaşı bir markaya dönüştüren Jülide Konukoğlu‘nun Sanko Park‘taki Kutnia adlı mağazasındaki tasarımları görmek şart. Özellikle de kutun terlikleri…
Antep’te kaçırılmayacak bir şey de butik otel Hişvahan‘daki kahvaltı. Kesin kuş sütü de vardı da çeşit bolluğu arasında ben göremedim. Urfa’ya daha önce gittiğimde yiyip unutamadığım ciğerin hayali ile gittim ama umduğumu bulamadım ne yazık ki, hep kuru ve yanık çıktı karşıma. Yakınınca “Ciğerler hormonlu artık” cevabını aldım. Ama Urfa’nın bilmediğim bir yerinde tadını unutamadığım o ciğerden pişiren bir yerler hala vardır diye umuyorum. Kebaplar ve tatlılar tamam da o yörenin dillere destan sulu yemeklerini tanımak bir turist için pek kolay değil.
Bu zengin mutfağın yemeklerini tatmak için bir Antep evine konuk olmak gerekiyor. Gaziantep’te Mutfak Sanatları Merkezi tam da bu amaçla açıldı. Çok ümit verici alkışlanacak bir girişim. MSM’de bu önemli mutfağın yemekleri hem tadılabiliıyor hem de bu geleneği yaşatmak için kurslar düzenleniyor. Tabaklardaki sunumlara da yansıyan abartılı dekorasyon ne yazık ki o lezzetli yemeklere hiç ama hiç yakışmıyor demekten kendimi alamıyorum…
Eğlenceye gelince de tabii ki sıra gecesi geliyor akla. Hişvahan’ın içindeki Susamhane‘de Urfa’dan gelen Bülent Can ve arkadaşlarının müziği ile stilize edilmiş çok eğlenceli bir sıra gecesi yaşadık, Urfa’da ise gelenekselini. Urfa’da artık iki tür sıra gecesi yapılıyor. Biri kadınlı erkekli (bu biraz turistik gibi) diğeri ise yalnızca erkeklerin katıldığı. İçki yalnızca erkeklerin katıldığında içiliyor. Taksi şofünün yalancısıyım, gerekçe şuymuş “Kadın olunca içki içildiğinde mekanda kavga, bıçaklanma falan oluyormuş”. Ne denebilir bilmiyorum, insanın nutku tutuluyor!
Hararetle önereceğim tarihe ve lezzete doyduğumuz unutulmaz bir dört gün geçirdik. Ama keyfimizi tamamlayacak o güzel etleri taçlandıracak şöyle bir iki kadeh rakı veya şarap neden çok görülüyor ki?
Fırında Antep Peyniri
Hişvahan’daki Susamhane’de yiyip tadına bayıldığımız Antep peyniri ile yapılan mezenin tarifi otelin sahibi Mine Özmen‘den…
Antep peyniri parçalarını fırına girebilecek bir kaba dizin. Üstüne bolca zeytinyağı gezdirin. Birkaç diş sarmısağı kıyın ve kekik ile birlikte peynirin üstüne serpip karıştırdıktan sonra fırına sürün. Peynirin fazla erimesini beklemeden çıkarın.