Türkiye’de varlıkları gözardı edilen, toplumdan soyutlanmış, eğitim ve sağlık gibi hizmetlere ulaşım gibi haklardan mahrum bırakılan ötekileştirilen toplulukların başında geliyor Romanlar. Tahmini olarak sayıları beş milyonu bulan Roman nüfusu ülkenin en yoksul kesimleri arasında yer alıyor. Yoksulluğun yanı sıra, temel şikâyetleri ise “ayrımcılık, ırkçılık ve ötekileştirmeye” maruz kalmaları. Göçer özellikleri ve ekonomik nedenlerden dolayı genelde kırsal bölgelerde yaşamlarını sürdüren Romanların tarla bahçe işlerinin yanı sıra neredeyse tek geçim kaynakları kargı.

Aydın’ın Söke ilçesine bağlı Yeni Mahalle’de de 80 Roman aile, dere kenarına kurdukları çadırlarda yaşam mücadelesi veriyor. Ova ve dere kenarından topladıkları kargılardan hasır sepet, şemsiye ve çardak yaparak geçimini sağlayanlardan biri de Sevim Özkay (60). Evli ve 8 çocuğu olan Özkay, çocukluğundan beri bu işi yaptığını söyledi. Maruz kaldıkları uygulamalara değinen Özkay, Romanların yaşamın her alanında ötekileştirildiğine dikkat çekti. 

ATA MESLEĞİ 

Ailesiyle 7 yaşında iken Çanakkale'den Aydın’ın Söke ilçesine geldiklerini belirten Özkay, kargı yapmayı da o yaşlarda öğrendiğini kaydetti. Bunu çocuklarına da öğrettiğini ifade eden Özkay, “Geçimimi kargı satarak sağlıyorum. Kış aylarında burada çadırlarda kalıyoruz. Hangi işi yaparsak yapalım ata mesleğimiz olan kargıdan vazgeçmiyoruz. Kargı zamanı dağlardan, ovalardan ve dere kenarlarından topluyoruz. Kargılar bazen özel mülk olan bir tarla bulunuyor. O zaman mülk sahibine 500 ile 1000 TL arasında fiyat ödedikten sonra topluyoruz. Daha sonra motora koyup çadırlarımızın olduğu yere getiriyoruz. Önce bıçakla temizleyip budadıktan sonra yaralamayı yapıyoruz. En sonda dörde bölüp telliyoruz. Sonra örme işini yapıyoruz. Yani üç dört işlemden geçiyor. Bittikten sonra toptancı gelip alıyor” diyerek yaptıkları mesleği özetledi. 

7’DEN 70’E HERKES YAPIYOR

Toplama işlemi sırasında birçok zorlukla karşılaştıklarını söyleyen Özkay, şunları kaydetti: “Bizde 7’den 70’e herkes bu işi yapıyor. Yaptığımız iş aslında hiç kolay değil. Kargıların yetiştiği yerler genelde dere kenarı ve ovalar olduğunu için bazen yılan sokması oluyor. Bazen sularda taşlar var onlar ayağımızı yaralıyor. Zor şartlarda çalışıyoruz ama fiyatlar çok iç açıcı değil. Yaptığımız bir çardak bile bazen bir günü alıyor. Toptancılar üzerinden satıyoruz. Fiyatları yaptığımız ürünün küçüklük, büyüklük ve el işlemesine göre 10 TL ile 200 TL arasında değişiyor. Bu işte ne kadar kargı toplarsan o kadar eve ekmek götürebilirsin. Yani ne aylık gelirimiz ne de yıllık gelirimiz var. Bu çadırlarda yaşayan bütün Roman aileler bu durumda ve hemen hepimiz kadın erkek bu işi yapıyoruz.”

HER GİDİLEN YERDE AYRIMCILIK  

Şuana kadar yaklaşık 15 şehir değiştirdiğini ve yaşamının büyük bir bölümünü göçebe olarak geçirdiğini anlatan Özkay, “Antalya, Ankara, Mardin, Nevşehir Akşehir, Samsun ve Giresun gibi birçok şehir gezmedim. Göçebe hayat yaşadığımız için gittiğimiz yerlerde de daha çok çayır kenarlarında çadırlarda kalıyorduk. Her bölgede üç ay kadar kalıp başka bir yere gidiyorduk. Çoğu zaman Roman olduğumuzu gizlemek durumunda kaldık. Bu ayrım aslında herkes tarafından oluyordu. Örneğin, göç ettiğimiz köylerde muhtarlar konaklamamıza izin vermezdi. Karşılığında para istiyorlardı. Para verdikten sonra o köylerde kalmamıza izin veriliyordu. Yöre halkı genelde bize ‘pis çingene, hırsız, çocuk kaçıranlar’ olarak tanımlıyorlardı. Bu yaşa kadar çok ayrımcılığa uğradım. Bu ayrımcılığı hem devlet yapıyor hem de bazı halklar yapıyor. Kimi zaman yaptığımız meslekten ötürü kimi zaman da yaşam biçimimizden ve yoksul olduğumuz için ayrımcılık gördük” ifadelerini kullandı. 

 

MA / Esra Solin Dal