Biz yola çıktığımız günden bu yana herkes bilir ki, bedel ödeyerek bu günlere geldik. Ne önce TV ekranlarından bazıları gibi kovulduk, ne önce TV dizilerinde figüran olup yolumuzu bulamayınca kitap çıkarıp yazarız diye ortada gezdik. Ne de rengarenk takım elbiseler giyip sanatçı adı altında TV’lerde siyasi ağarlayıp program sonunda vatandaşa cam silmek için verseniz alıp arabasının camını silmeyecek kitapları harçlıkla sattık.

Şu ana kadar kent menfaati adı altında özel haberlerimiz, beytül mala sahip çıkışımız bütün kamuoyunun takdirindedir. Kaypak medya olarak bilinen sen ve Ruha Haber Ajansı deyince senin gibilerinin ceketini iliklediği, habercilik yapan biz. Senin gibi Ceylanpınar’dan başlayıp 50 dalda oynayıp bugünlere gelmedik.

Değerli okuyucular, sinema deyince elbette aklımıza Amerika sinemaları gelmiştir hep. Şimdi size hemen hemen her Amerika filminde olup biten birkaç senaryodan kesit anlatacağım hemen gözünüzde canlandıracaksınız.

Film başlar, bir rehine alınır, ya da bir banka soyulur. Ve tesadüf odur ya, oraya hemen özel bir ekip sevk edilir. Bu ekip rehine kurtarmada iyidir, hırsızlıkta iyidir, asayişte iyidir, kısaca sayın ahali bu özel ekibin çözemeyeceği iş yoktur. Ancak son zamanlarda bu ekiplerin benzerini Şanlıurfa’da görebilmek mümkün oluyor.

Önce TV’lerden kovulurlar, sonra bakarlar para yok buradan bu sefer dizilerde oyuncuyum diye görünerek figüran olurlar. Bingo! Balık burada da yem bulamayınca kitap çıkarır ama elde patlar. Ama balık açlıktan ölecek hemen dümeni son zamanların moda mesleği olan gazeteciliğe kırarlar! Peki, bu daldan dala atlayan maymunlara iki sözüm olacak?

Hayatında kaç tane kent menfaatini gözeten, yapmacık sözlerinden uzak gazetecilik etiğine uygun haber yaptın?
Kaç tane yolsuzluk dosyasını ayyukaya çıkardın?
Kaç tane özel haberin oldu şimdiye kadar?

Ha pardon, ben seni gazeteci zannetmiştim. Ama sen sanatçı görünümlü bir fatura avcısıydın ya!

Hukukta müddei ortaya attığını ispatlamakla yükümlüdür. Seni tüm kamuoyu önünde kendine benzeyen çamurlarını ispatlamaya davet ediyorum?

Gelelim Valimizin adını kullanarak kendine yancı bulma olayına.

Sayın Valimiz Abdullah Erin kente atandığı günden bu yana kendisinin devlet adamlığını şüphesiz en çok savunan ve bunu sık sık haberlerin yanı sıra köşe yazılarını da taşıyanlarda bizleriz. Bunu sadece sayın Valimiz değil kentin en ücra köşesindekilerde bilir.

Sadece gülüyoruz ama ne tarafımızla güldüğümüzde senin gibilerinin bileceği iştir. Ancak gazetecilik yapmak pavyonvari renkli kıyafetler giyip sağda solda havlamaya benzemez. Ama unutulmamalıdır ki, bu şehrin halkı her havlayana da kemik atacak cinsten bir halk değildir.

Küçüksün, küçük olduğun için büyük adamların sırtını basarak yukarı çıkmaya çalışıyorsun. Ama unuttuğun bir şey var ki, sırtına bastıklarının ayakkabısının altına yapışan sakız gibisin. Her seni ayakkabıdan söküp attıklarında ağız gevşemiş olmana rağmen inatla çiğneyin beni diyorsun. Hay hay çiğneriz ama ayağımızla!

Şimdi Ramazan ayının bitimine sayılı günler kala gir rengarenk bayramlıklarını giy ve bayramı bekle, belki üç beş harçlık veren olur da sevinirsin. Seni muhattap alıp bu kadar yazdığım içinde kendime kızıyorum ancak hadsize haddini bildirmek kırk yetim giydirmek gibidir.

Koltuklarınıza yaslanıp bu rengarenk kıyafetli sirk maymununun şaklabanlıklarını dinlediyseniz, şimdi sıra bize attığı kendi gibi çamurları temizleme vakti!

Ajansız senin gibi büromuzu birilerine yazıp çizip tehdit ederek değil alnımızın teriyle açtık. Ve o büroda ne şerefli çaylar içildi!

Ajansız çünkü rengârenk bayramlıklarımızla kimseye salya sümük saldırmadık.

Ajansız çünkü mahalle ağzıyla bu işi değil gerçekler için yazdık.

Çok yazdım, çok kafa şişirdim biliyorum ama bir dipnot düşmesem olmazdı!

Arpa’k kadarsın, mide bulandırırsın!