Karaciğer hücrelerinde yaklaşık yüzde 5 oranında yağ bulunması olağan bir durum ve sağlığımızı olumsuz etkilemiyor. Karaciğer yağlanması; karaciğer hücrelerinde normalden fazla yağ depolanması durumu olarak tanımlanıyor. Günümüzde tüm dünyada görülme sıklığı her geçen gün artan obeziteye paralel olarak karaciğer yağlanması da giderek yaygınlaşıyor. Öyle ki ülkemizde her 4 kişiden biri, karaciğer yağlanması problemiyle mücadele ediyor.
Uzun yıllar belirti vermediği için karaciğerin ‘sinsi hastalığı’ olarak nitelendirilen karaciğer yağlanması erken dönemde tespit edilmezse, bazı hastalarda, karaciğer dokusunda iltihaplanma ve sertlik (fibrozis), bunlara bağlı olarak da siroz gelişebiliyor. Kalıcı bir hastalık olan siroz zamanla ilerleyerek karaciğer kanseri veya organ yetmezliği gibi hayatı tehdit eden bir tabloyla sonuçlanabiliyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, karaciğer yağlanmasına erken tanı konulduğunda ise yaşam alışkanlıklarında yapılan düzenlemeler ve ilaç tedavisiyle hastalığın siroza dönüşmesinin önlenebildiğine dikkat çekerek, “Erken tanı için hiçbir risk faktörü olmayan kişilerin 40 yaşından sonra her yıl ultrason ve kan tahlilleri yaptırmaları çok önemli. Fazla kilo, diyabet ve kolesterol gibi risk faktörlerine sahip kişilerde ise taramalara çok daha erken yaşta başlanıyor ve hastalar yılda bir düzenli olarak takip ediliyor” diyor.
Karaciğerde ‘sertlik’ oluşabiliyor!
Karaciğer yağlanması; sadece yağlanmayla sınırlı kalan ve karaciğerde ciddi bir hasarın oluşmadığı ‘basit yağlanma’ ile yağlanmaya ek olarak iltihaplanmanın da eşlik ettiği ve non-alkoli steatohepatit (NASH) adı verilen iki gruba ayrılıyor. Hastaların yüzde 20’sinde iltihaplanmayla seyreden non-alkoli steatohepatit tespit ediliyor. Karaciğerdeki iltihaplanma zamanında tedavi edilmezse, ‘fibrozis’ olarak adlandırılan skarlaşma, bir başka deyişle sertlik oluşabiliyor. Fibrozise eşlik eden NASH grubunun, yani ek olarak iltihaplanmanın da eşlik ettiği grubun yüzde 10’unda, 10 yılda karaciğer sirozu, daha da kötüsü karaciğer kanseri ile karaciğer yetmezliğine kadar ilerleyebilen ‘ileri evre siroz’ gelişebiliyor.
Genellikle tesadüfen tespit ediliyor
Karaciğer yağlanmasında alkol tüketimi önemli bir risk faktörü olsa da, her yağlanma bu sebeple oluşmuyor. Bu nedenle yağlanma ‘alkole bağı karaciğer yağlanması’ ve ‘alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması’ olarak iki gruba ayrılıyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, ‘alkole bağlı olmayan’ karaciğer yağlanmasının çoğunlukla uzun yıllar hiçbir belirti vermeden sinsice ilerlediği uyarısında bulunarak, “Karaciğer yağlanması nadiren karın bölgesinin sağ üst tarafında hafif ağrı ve halsizlik yapabiliyor. Bu nedenle genellikle başka bir hastalık nedeniyle yapılan ultrason, laboratuvar tetkikleri, tomografi ve manyetik rezonans (MR) yöntemleriyle tesadüfen tespit ediliyor” diyor.
Erken tanı sirozu önlüyor!
Karaciğerde yağlanma tanısı konulduğunda karaciğerde hasar olup olmadığı, varsa derecesini değerlendirebilmek için karaciğerde oluşan sertliğin (fibrozis) derecesini değerlendirmek çok önemli. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, “Fibrozis erken dönemde tespit edilirse, yaşam alışkanlıklarında yapılan düzenlemeler, ilaç tedavisi ve tüketiliyorsa alkolün kısıtlanmasıyla hastalığın siroza gidişi önlenebiliyor” diyor. Ancak kan tahlilleri ve ultrason ile MR gibi görüntüleme yöntemleri ‘fibrozis’ tanısında yardımcı olamıyor. Bu nedenle karaciğerde oluşan hasar, altın standart olarak kabul edilen karaciğer biyopsisi ile tespit ediliyor. Ancak karaciğer biyopsisi kanama, ağrı, safra yolu zedelenmesi gibi bazı riskler taşıdığı ve belli bir süre hastane yatışı gerektirdiği için sınırlı gerekçelerle uygulanıyor.
Fibroscan ile hasar mercek altında
Günümüzde karaciğer hasarının belirlenmesinde ve oluşan sertliğin (fibrozis) derecesini ölçmede biyopsi yerine artık sıklıkla ultrason dalgaları kullanarak ölçüm yapan “fibroscan” yöntemi tercih ediliyor. Fibroscan ile vücuda herhangi bir girişim uygulanmadan gönderilen ultrason dalgaları yardımıyla karaciğerde biriken yağ miktarı sayısal olarak ölçülebiliyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, bu ölçümler ile karaciğer biyopsisine göre yaklaşık 100 kat daha büyük bir karaciğer alanının değerlendirildiğini belirterek, “Tüm bunlar sayesinde karaciğerde oluşan hasar detaylı bir şekilde tespit edilebiliyor” diyor.
Tedavinin takibinde bilgi veriyor
Fibroscan yönteminde hastanın en az 3 saat aç kalması dışında herhangi bir hazırlığa gerek duyulmuyor. İşlem, hasta sırtüstü yatarken sağ tarafından ve kaburgaların arasından yapılıyor. Fibroscan için geliştirilen özel problar bu bölgelerde cilt üzerine yerleştirilerek, ölçümler yapılıyor. Ölçümlerin doğruluğu hem doktor hem cihazın üzerindeki yazılım tarafından kontrol ediliyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Oya Yönal, yaklaşık 5-10 dakika süren işlem sırasında hastanın hiçbir ağrı hissetmediğini vurgulayarak, “Girişimsel bir işlem olmadığı için hiçbir yan etkisi de olmuyor. Fibroscan yönteminin bir başka önemli özelliği ise kolay uygulanabilir ve tekrarlanabilir olması nedeniyle sadece tanı koymak için değil, hastalığın takibinde ve tedavi etkinliğinin değerlendirilmesinde de kullanılabilmesi” diye anlatıyor. İleri yaş, diyabet ve obezite gibi ciddi risk faktörlerine sahip hastalarda karaciğerde fibrozis riski daha fazla olduğu için ihtiyaç halinde biyopsi yöntemine de başvuruluyor.
Tedavide 3 önemli kural!
Erken dönemde tespit edildiğinde karaciğer yağlanmasının tedavisinde oldukça başarılı sonuçlar elde ediliyor. Prof. Dr. Oya Yönal, “İdeal kiloya ulaşmak, düzenli egzersiz yapmak ve alkol tüketiminden kaçınmak tedavide kilit rol üstleniyor” diyor. Karaciğer yağlanmasında öncelikle fazla kiloların verilmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Oya Yönal, şöyle devam ediyor: “İdeal kiloya ulaşmak ve yağlanmanın önüne geçmek için beslenme alışkanlıkları değiştirilmeli. Sebze ve balıktan zengin, kırmızı etten fakir, şeker ile unlu gıdalardan uzak, zeytinyağı ve tahıl ürünlerini içeren Akdeniz beslenme modeliyle beslenilmeli. Mümkünse her gün 30 dakika tempolu yürüyüş yapılmalı. Ayrıca karaciğerin en büyük düşmanı olan alkol tüketiminden kaçınılmalı. Bunların yanı sıra insülin direnci, diyabet ve hiperlipidemi varsa, bu sorunlara yönelik uygulanan ilaçlar da tedavide büyük önem taşıyor. İhtiyaç halinde silmarin, karaciğeri koruyan A ve E vitaminleri veya selenyum takviyesi de tedaviye eklenebiliyor. Ayrıca kahve tüketimi karaciğer yağlanmasını, fibrozis ile siroz riskini ve karaciğer kanserini geriletiyor. Günde 3 fincan kahvenin karaciğerde olumlu etkileri vardır.”
Hibya Haber Ajansı