İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, TBMM grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu. Akşener, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

"Türkiye’de kadın olmanın, “zor” olduğu günlerden geçiyoruz.

Bugün bir kadının, istediği saatte, istediği yerde bulunması;

Zor.

Bugün bir kadının, istediği işi yapması;

Zor.

Bugün bir kadının, istemediği kişiyle olmaması;

Zor.

Bugün bir kadının, maalesef hayatta kalması bile;

Artık zor…

Ne yazık ki, ülkemizde her gün, başka bir kadın,

bu zorluklarla mücadele ederken, hayatını kaybediyor.

Daha geçtiğimiz hafta, Şebnem kızımızı cinayete kurban verdik.

23 yaşında, hayatının baharında, gencecik bir çiçeğimiz daha soldu.

Hepimizin başı sağ olsun.

Allah kederli ailesine ve sevdiklerine sabırlar versin.

Maalesef her cinayette, benzer gelişmeleri ve sonuçlarını görüyoruz.

Kadın, ayrılmak istediğinde, saldırıya uğruyor.

Kadın, “hayır” dediğinde, cinayete kurban gidiyor.

Çünkü bugün Türkiye’de;

Kadın, “Hayır” dediğinde, onun iradesini koruyacak bir hukuk yok.

Kadın, “Hayır” dediğinde, ona destek olacak bir kurum yok.

Kadın, “Hayır” dediğinde, tek başına bırakılıyor.

Ve en sonunda;

Ya, saldırıya uğruyor;

Ya da artık, “hayır” demeye korkar hâle geliyor.

Üstelik bu şekilde kadınlar,

sadece fiziksel değil, psikolojik şiddetin de mağduru oluyor.

“Onun psikopat olduğunu bilmiyor muydu?” deniyor.

“O saatte orada ne işi vardı?” deniyor.

“Öyle giyinilir mi?” deniyor.

Ve gördüğü şiddetin, hatta cinayetin suçlusu bile, kadın gösteriliyor.

İşte biz, bu yüzden,

bıkmadan usanmadan, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyoruz.

Hayat kurtaracağını bildiğimiz için, yaşatır diyoruz.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi;

Adım adım, geliyorum diyen cinayetleri, önleyici bir sözleşmedir.

Şiddet tehdidi altındaki kadınların etrafına, koruma kalkanı oluşturan bir sözleşmedir.

Şiddete meyilli olanları, toplumdan ayıklayıp, kadınları sakınan bir sözleşmedir.

Ve tam olarak uygulanmış olsaydı:

Şimdiye kadar yüzlerce kadını, şiddetten korumuş olacak olan sözleşmedir.

Ama ülkeyi yönetenler, hiç utanmadan, zerre sıkılmadan,

İstanbul Sözleşmesi’ni yırtıp attılar.

Bu ülkenin kadınları yerine, birkaç Taliban kafalının aklına uymayı, tercih ettiler.

21’inci yüzyılda, Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten şu zihniyete bakar mısınız?

Buradan Ak Parti iktidarına seslenmek istiyorum:

Ülkemizde bugün, kadına şiddetin en büyük dayanağı,

İstanbul Sözleşmesini kaldıran sizlersiniz.

Kadına şiddet uygulayan ruh hastaları, sizinle gurur duyuyor olabilir.

Kadın katilleri, sizinle gurur duyuyor olabilir.

Tacizciler, tecavüzcüler, ahlaksızlar, sizinle gurur duyuyor olabilir…

Ama şunu bilin ki;

bu ülkenin kadınları,

bu ülkenin, pırıl pırıl gençleri, sizinle gurur duymuyor.

Ve sandığınızın aksine bizler, bu ülkede azınlık değil, çoğunluğuz.

Ölçmek isterseniz, sandık orada.

Biz hazırız.

Buradan açık ve net bir şekilde söylüyorum:

Yetkiyi aldığımızda, daha çayım masaya gelmeden,

İstanbul Sözleşmesi imzalanmış ve en keskin biçimde uygulanır olacak.

Tüm kadınlar emin olsun;

İYİ Parti iktidarında, İstanbul Sözleşmesi, yeniden yaşatacak!

Değerli dava arkadaşlarım;

Ak Parti iktidarı, uzun zamandır, destansı başarısızlıklarının,

sorumluluğunu üstlenmek yerine, üzerini kapatmak için uğraşıyor.

Bunun için de, en kolay yolu seçiyor.

Hemen, suçlayacak birini bulup, nefret diline ve kutuplaşmaya sığınıyor.

Gün geliyor, geçmişi suçluyor.

gün geliyor, bürokratlarını suçluyor.

gün geliyor, muhalefeti suçluyor.

Hatta gün geliyor, hızını alamayıp milletimizi bile suçluyor.

Ancak başarısızlıklarıyla yüzleşmeyi, ve gerçekleri görmeyi ısrarla reddediyor.

Nitekim, bu garip bakış açısının, duayen ismi Sayın Erdoğan,

sarayında, uçan Türkiye masallarıyla oyalanırken;

Türkiye’nin gerçekleri karşısında, sesini çıkartan herkes;

Ya yalancı, ya terörist, ya da hain ilan ediliyor.

Ama, biz artık şerbetlendik.

Artık bu dümenleri tanıyoruz.

Biz bu utanmazlığı, artık ezbere biliyoruz.

Dün, “milletin adamıyım” diyenlerin,

bugün, millete nasıl sırt çevirdiğini, tüm çıplaklığıyla görüyoruz.

Onun için de, artık şaşırmıyoruz.

Nitekim geçtiğimiz hafta, Siirt ve Batman’daydım.

Biliyorsunuz, bizim ilçe ziyaretlerimizi, artık havuz medyası da, yakından takip ediyor.

Ama bunu, “acaba milletimiz ne diyormuş” diye öğrenip,

İktidarı, milletin gerçekleriyle ilgili bilgilendirmek için yapmıyor.

Onların misyonu başka…

Malum, Ak Parti ve küçük ortağı, bizim milletimizle temasımızdan çok rahatsız.

Millet Bizi Çağırıyor, onları da doğal olarak kaşıntı tutuyor.

O nedenle, bizim bu ziyaretlerimizi, kendilerince baltalamak için, her yolu deniyorlar.

Gün oluyor, Cengiz İnşaat çalışanlarına para verip, slogan attırıyorlar.

Gün oluyor, esnafa önden insan yerleştirip, propaganda yaptırıyorlar.

Hatta, gün oluyor, bizimle konuşan vatandaşlarımıza bile tebelleş oluyorlar.

Havuz medyası da, bunları çekebilmek için, ortamda hazır bulunuyor.

Yalnız bu sefer, değişik bir şey oldu.

Siirt’te, her zamanki Ak Parti atraksiyonunun dışında,

bu defa da bir HDP çalışanı, ziyaret ettiğimiz bir esnafa gelip, “burası Kürdistan” dedi.

Birden, İçişleri Bakanı ve küçük ortak mensupları,

şoke olmuş bir biçimde, feveran etmeye başladı.

Neymiş?

Nasıl olur da, “burası Kürdistan” dermiş…

Neye şaşırıyorsunuz kardeşim?

Söylesenize, neye şaşırıyorsunuz?

Bu kişi, bir HDP çalışanı.

Biz aylardır ne söylüyoruz?

“HDP, pkk ile arasına mesafe koymalıdır.” diyoruz.

“Kürdistan” söylemi kimin?

Terör örgütünün.

Dolayısıyla, bu durumda bizim açımızdan, şaşırtıcı bir şey yok.

Ama işin asıl acınası tarafı ne, biliyor musunuz?

Cumhur İttifakı mensupları, sırf bize sallayacaklar diye,

pkk’nın ajandasını, Türkiye’nin gündemine taşıdılar.

Cuma’dan beri, Kürdistan aşağı, Kürdistan yukarı…

Siirt’teki Kürt’ün gündemi, yokluk, yoksulluk, işsizlikken;

bunlar, onu konuşacaklarına, gidip, Apo’nun gündemini konuşuyorlar.

Eee mektup kardeşliği var ne yapalım? Elbette öyle olacak!

Batman’daki vatandaşımız, ekmeğinin derdinde, tablet derdinde, geçim derdindeyken;

bunlar, hamaset peşinde koşuyorlar.

Yazıktır, günahtır.

Tam cumadan, çarşambaya kaç gündür pkk'nın gündemini konuşan bir iktidar mensupları

pkk'lıların söylemini gündeme getiren iktidar yöneticileri...

İnanamıyorum ben buna, böyle bir cıvıklığa böyle bir akılsızlığa inanamıyorum.

Sayın Bahçeli’yle, Abdullah Öcalan arasındaki, mektup arkadaşlığını, zaten biliyorduk.

Sayın Soylu’nun da bu sistemin bir paydaşı olduğunu, bu olayla öğrenmiş olduk.

Bu vesileyle, bu arkadaşları;

terör örgütünün değirmenine, su taşımaktan acilen vazgeçmeye,

ve pkk’nın değil, milletimizin gündemini konuşmaya davet ediyorum.

Biz, bambaşka bir siyasi partiyiz, genellikle koptuğunuz bir yapıdan yeni bir siyasi oluşum

kurarsanız o koptuğunuz yapıya 24 saat söver, 24 saat düşmanlık edersiniz.

Biz öyle değiliz, biz bugüne kadar ne Sayın Bahçeli'ye, ne Milliyetçi Hareket Partisi mensuplarına saygısız, zora düşürecek, hakaret edecek, iftira atacak tek bir cümlenin sahibi olmadık.

Korktuğumuzdan mı? Hayır!

Bir fikrin temsilcisi olduğunu iddia edilen o yapının mensuplarına, o fikre duyduğumuz saygıdan dolayı saygıyla davrandık.

Onlar bu saygıyı asla göstermediler!

Hepinize çıktı birisi dedi ki "Nesebi gayri sahih", analarınıza dedi biliyorsunuz.

Biz bir şey dedik mi? Hayır.

Evim basıldı, korkacağımı zannettiler "buyrun" dedim olmadı.

Ama, bakın geçmişte söylenenenlerin hiçbirini hatırlatmadık.

Ama kabadayılık yapan tosunlara buradan sesleniyorum,

2011'i hatırlayın, 2011'de ne yaşandı bu ülkede?

Bizatihi Sayın Bahçeli'ye neler dendi bu ülkede?

O kabadayılığı gösteremeyen, ağzı,dili lal olmuşlar...

Doğruya elinizde bilgisayar vardı.

Bugün sizin elinize zülfikar verilmişse buyrun gelin kesin kafamı görelim.

Ama ilginç olanı şu;

AK Parti'nin havuz medyası verdiğim cevabı yetersiz buldu. Onun üzerinden yürüdü,

İçişleri Bakanı konuşuncaya kadar, MHP mensuplarından tık yoktu.

İçişleri Bakanı konuştu, bu arkadaş da habire dedikodu yapıyor. 

Ordinaryus profesör İçişleri Bakanı ama sürekli dedikodu, laf var icraat sıfır.

İçişleri Bakanı dedikodu yapmaz muhterem, benim, bizim üzerinden makamını muhafaza

etmek için atraksiyon yapıyosun ama seninle ilgilenmiyoruz.

Şimdi, ilginç olanı şu;

İçişleri Bakanı konuştu, arkasından bu kişiler ağızlarından ateş ve çamur akıttılar.

Hele biri çıkmış, kabristanı uygun görmüş.

Kırk kişiyiz herkes birbirini bilir.

Sevgili kardeşim, ecel ne bir nefes evvel ne bir nefes sonradır.

Kabristanı Cenab-ı Hak uygun görmüşse, seni de vesile kılıyorsa hoş gelişler ola...

Ama, car car konuşup o kutlu fikrin, bu ülkenin kurucu fikrinin yerlerde sürünmesine sebep olmanızı üzüntüyle karşışıyorum. 

Değerli dava arkadaşlarım;

Bir de bu arkadaşlar, verdiğim cevabı, yeterince sert bulmamış…

Vah vah…

Çok üzüldüm gerçekten…

Buradan, sizlerin aracılığıyla, bir şeyin açıkça bilinmesini istiyorum.

Onlar, istedikleri dümeni çevirsinler;

biz, milletimizle buluşmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Onlar, istedikleri kadar, olay çıkartsınlar;

biz, Siirtlinin, Batmanlının derdini konuşmaya devam edeceğiz.

Onlar, istedikleri kadar, milletimizi bölmeye çalışsınlar;

biz, birleştirmeyi sürdüreceğiz.

Onlar, istedikleri hamaseti yapsınlar;

biz, bu memlekette, Kürt’le Türk’ün karşı karşıya getirilmesine, paydaş olmayacağız.

Kimse kusura bakmasın…

Çünkü, Ak Parti, küçük ortak ve HDP duyulmasını istemiyor ama;

Mesela, lokanta işleten Siirtli esnaf kardeşim diyor ki;

“Bir hafta önce, 18 litrelik bir teneke yağı, 250 liraya alıyordum.

Bu hafta 370 lira olmuş.”

Mesela, Kurtalanlı bir başka esnaf kardeşim diyor ki;

“Satış yok, masraf çok, aş yok.

Yazık bu ülkeye, biz bitmişiz.”

Mesela, yine Siirt’ten bir kardeşim diyor ki;

“Gelecek sene, inşallah emekli olacağım.

Ama 1500 lira alacağım.

1500 lira maaşla, sizce geçinebilir miyim?”

Telefon satan bir esnafımız diyor ki;

“İnsanlar kredi bile çekemiyor.

O yüzden, buradan telefonunu satıp, nakite çeviriyor.”

Çocuğuna tablet alamayan bir baba diyor ki;

“Bundan 5 sene önce, 2’nci el bir bilgisayar almıştık, şimdi o da bozuldu.

Çocuğumun tableti de yok.

Önceden orta sınıf vardı.

Artık öyle bir şey kalmadı.

Memur bile artık kendisini geçindiremeyecek hâle geldi.”

Kurtalanlı bir kuyumcu diyor ki;

“Geçen bir müşterimiz geldi, kiralamayı sordu.

Çünkü artık, altın almaya durumları yok.

Biz de altınları, kiraya veriyoruz.

O duruma geldik. Düğün yapılıyor, düğünde geline takılacak altınlar kiralıkmış.

Evet, yanlış duymadınız.

Daha önce, evini geçindirmek için, alyansını satanları duymuştuk.

1974’ten kalma altınlarını bozduranları duymuştuk.

Çocuğuna bayram yaşatmak için, küpesini satan anneyi de duymuştuk.

Şimdi de insanlarımızın, altın kiralamaya başladığını öğrendik.

İşe bakar mısınız?

Milletimize bunları layık görenlere, yazıklar olsun!

Bir veteriner kardeşim diyor ki;

“Dışarıda, bir sürü genç bekliyor şu anda.

Bunların hepsi, ülkenin geleceğine, ekonomisine, yerli sermayeye katkı yapması gerekirken;

bugün hepsi, ben de dâhil olmak üzere, kıraathane köşelerinde sürünüyoruz.”

Hatta, bu arkadaşların, büyük bir iştahla atladıkları malum konunun yaşandığı,

o dükkanda bulunan, taşeron işçisi bir kardeşim diyor ki;

“Asgari ücretle çalışıyorum.

Ailemi geçindiremiyorum.

Bugün bana, 2800 lira veriyor.

Ben ne yapacağım bu parayı?

Biz de insanca yaşmak istiyoruz.

22 yıldır çalışıyorum, bir kere tatile çıkamadım.

Kurtalan’dan çıkamıyorum.

Ben insan değil miyim?”

Peki havuz medyası, bu kardeşimin derdini yayınlıyor mu?

Tabiki yayınlamıyor.

Mesela;

Batman’da ev yemekleri satan bir esnaf kardeşim diyor ki;

“Meral Hanım, inanın ki, her gelen, ‘’Çorba ne kadar?’’ diye soruyor.

‘’10 lira.’’ diyoruz.

‘’7 lira olur mu? Vallahi param yok.’’ diyor.

İnsanlar, utanarak gelip, “Çorba ısmarlar mısın?” diye soruyorlar.

Kalan ekmekleri veriyoruz, evlerine götürüyorlar.

Yani millet, gerçekten perişan artık.”

Batman’da yanıma gelen, daha 19 yaşına yeni girmiş, genç bir kardeşim diyor ki;

“11 yaşımdan beri çalışıyorum.

Benim boyum yetmiyordu tezgâha.

2 tane tabureyi üst üste koyup, yufka açıyordum.

Benim gençliğim gitti başkanım.

Bu gençliğimi, bana kim verecek?”

Sayın Erdoğan;

Ekip arkadaşların, hamaset peşindeyken;

Batmanlı emekli bir kardeşim de, sana sesleniyor.

Diyor ki;

“1750 lira maaş alıyorum.

Torunum oldu, bir hediye alıp, görmeye gidemedim.

Bunu Cumhurbaşkanıma iletiyorum. Onun sözleri...

Yazıktır.

Bu insanlara böyle yapmayın.

Yukarıda Allah var.

“Kardeşi açken tok yatan bizden değildir” diyordun.

Bu kelimeni yerine getir.”

Aynen böyle diyor.

Bir de unutmadan;

Sasonlu kardeşlerim, 20 yıldır her seferinde söz verdiğin,

ama bir türlü yapmadığın, Sason-Muş yolunun da yapılmasını istiyor.

Seçim zamanı gelince, oy korkusuyla verdiğin sözleri, unutma istiyor.

Elini vicdanına koyup, bir kez olsun;

Kendini ve yandaşlarını değil, milleti düşünün istiyor.

Ayrıca gönüllü korucu kardeşlerim de maaşlarının düzeltilmesini istiyor, emekliliklerinin düzeltilmesini istiyor.

Bu sesi duydun, duydun.

Duymadın, yolun sonu gözüküyor.

Benden söylemesi.

Aziz milletim,

Dünyanın en güzel coğrafyasında yer alıyoruz.

Dünyanın en bereketli topraklarında yaşıyoruz.

Avrupa’nın en büyük tarım alanlarına sahibiz.

Tarım ve hayvancılık, bizim en büyük zenginliğimiz.

Ama maalesef, bu beceriksiz iktidar;

Tarlasında, bağında, bahçesinde, ahırında ve kümesinde,

üretime devam eden çiftçilerimize, pandemi döneminde bile, sahip çıkmadı.

Bir taraftan, dövizle ve yüksek maliyetlerle,

diğer taraftan da, kuraklıkla ve zincir marketlerin tedarikçileri ile,

mücadele etmek zorunda kalan çiftçilerimizi, yalnız;

tarım sektörünü de, sahipsiz bıraktı.

Artık bu durum, öyle bir noktaya geldi ki;

Ak Parti’nin tarım politikası, âdeta bir tutarsızlık politikasına dönüştü.

Mesela, dünyada lider olduğumuz fındığa bakalım.

Fındıkta, hükûmetin açıkladığı, 26 buçuk liralık fiyat,

üreticinin maliyetinin bile, altında kaldı.

Bu da yetmezmiş gibi;

hükûmetin adeta teslim olduğu, yabancı bir firma, çıktı, fiyatı 25 liraya çekti.

Çiftçiyi ve üreticiyi koruması gereken iktidarın, gıkı bile çıkmadı, çıkamadı.

Yani, en önemli tarım ürünlerimizden birinin fiyatında,

yabancı firmalar istedikleri gibi oynama yaparken,

iktidar oturup seyretti, bu vicdansızlığa yol verdi.

Peki yalnızca fındıkta mı?

Maalesef hayır.

Buğday, arpa, mercimek ve nohut için de aynı şeyler geçerli.

Her zaman olduğu gibi,

bu ürünlerin, alım fiyatları konusunda da,

uçan kuş bile suçlu, yine bir tek onlar suçsuz.

Bu seferki bahaneleri de kuraklık oldu.

Haydi kabul.

Diyelim ki, kuraklık üretime engel oldu.

Peki, o zaman bu kuraklık primleri nerede kaldı?

Tam 5 ay geçti, primler yok.

Ellerini vicdanlarına koyup da, çiftçimizin hâlini bir türlü görmediler.

Daha bu hafta Siirt’te bir çiftçi kardeşim söyledi.

Kurtalan da, kuraklık bölgesi olarak, yardım kapsamına alınmış.

Ama daha yardım ödemesi yapılmamış.

Çiftçilerin hepsi bekliyor.

Bölgedeki tarlaların, yüzde 90’ı bırakın ekilmeyi, daha sürülmemiş bile…

El insaf!

Çiftçiye böyle zulüm olur mu?

Böyle devlet yönetimi olur mu?

Yazıktır, günahtır!

Aziz milletim,

Kuraklık demişken, bir başka önemli ürünümüze daha değinmemiz gerekiyor.

Şeker pancarından bahsediyorum.

Ama maalesef, İç Anadolu’nun bazı kısımlarında,

kuraklık ve sulamada meydana gelen sıkıntılar nedeniyle,

maalesef pancarda verim düşüklüğü yaşanıyor.

Çünkü şeker pancarı, ciddi miktarda suya ihtiyaç duyuyor.

Artık çocukların bile bildiği, ama iktidarın bir türlü anlamadığı, bir gerçek var.

İklim değişikliğine bağlı su kıtlığının, giderilmesi için,

sulama yöntemlerinde, değişiklik yapılması gerekiyor.

Şeker pancarı tarımı, ülkemiz için stratejik öneme sahip.

Çünkü pancar, yalnızca şeker üretiminde değil,

hayvan yeminden, biyo-yakıta, briket kömüründen, inşaat harçlarına,

hatta ilaç ve kozmetik sanayisine kadar, her yerde kullanılıyor.

Eğer, ülkemizin en önemli sektörlerinden biri olan,

şeker pancarı tarımını ve şeker sektörünü, sürdürmek istiyorsak;

Eğer gelecekte, kişi başına düşen şeker ihtiyacımızı karşılamak,

ve dışa bağımlı kalmamak istiyorsak;

şeker pancarındaki üretim miktarını, ve birim alandaki verimi artırmamız gerekiyor.

İşte biz, İYİ Parti olarak, tam da bu yüzden, diyoruz ki;

Ülkemizin şeker politikası,

iç talebi karşılama, ve dünya piyasalarında, önemli bir üretici olma amacı taşımalıdır.

Nişasta bazlı şekerdeki kota artışları durdurulmalı,

Avrupa Birliği’nin kota seviyelerine uygun olarak, yeniden düzenlenmelidir.

Şeker üretim maliyetlerini düşürmek için,

şeker pancarı tarımı, teknolojik ve finansal açıdan desteklenmelidir.

Peki biz bunları söylerken, onlar ne yapıyor?

Ak Parti iktidarı döneminde;

2015’ten beri, ihraç ettiğimiz şekerden daha fazlasını, ithal etmeye başladık.

İzlenen berbat tarım politikalarının sonucunda,

bugün, şeker gibi bir temel ihtiyaç ürünümüzde bile, zamlarla karşı karşıyayız.

Ne var ki, o her şeyi çok bilen,

ama iş icraate gelince, sınıfta kalanlar;

bu sorunu da, üreticiye ve satıcıya sopa göstererek, çözüyor-muş gibi yapıyorlar.

Buradan iktidardakilere seslenmek istiyorum;

En son, devlete ait TÜRKŞEKER’e kesilen ceza var, bilmiyoruz sanmayın.

Girdi maliyetlerindeki artış yüzünden, fiyatlar artmasın diye,

TÜRKŞEKER’in zam yapmasına engel olarak, ne yapmaya çalışıyorsunuz, anlamış değiliz.

Pancar Kooperatifleri’ne ait olan, şeker fabrikalarını da, batırmaya mı çalışıyorsunuz?

TÜRKŞEKER’in, şeker fiyatlarını sübvanse etmesi,

3 milyar liradan fazla zarara neden oldu.

Ne yazık ki, bu zararın dönüp dolaşıp,

milletimize fatura edileceği de, gün gibi ortada.

Zamları bir kere ötelersiniz, iki kere ötelersiniz,

ama sonra, benzinde olduğu gibi,

bir kerede, dünyanın zammını, vatandaşın omuzlarına yüklersiniz.

Aziz milletim,

Kuru üzümde, kuru incirde, çeltikte, yer fıstığında da, sorunlar bitmiyor.

Hâlbuki ülkemiz, kuru üzüm ve kuru incir üretiminde, ihracat liderliğine oynuyor.

Ancak fiyatlarımız, geçen yıl ile aynı olarak belirleniyor.

Yani iktidar, dünyada lider olduğumuz ürünlerde üretim yapanları,

üretime küstürmek için, adeta özel bir çaba harcıyor.

Yer fıstığı ise, daha da beter bir durumda.

Geçen yıl, 9 ila 12 lira civarında olan fiyat, bu yıl, 6 ila 8 lira arasında düştü.

Yer fıstığının, Toprak Mahsulleri Ofisi görev kapsamında olmaması da,

üretim planlaması yapılmamasına neden oldu.

Bakın, kışlık ekim dönemindeyiz.

Çiftçimizin, üreticimizin desteğe ihtiyacı var.

Rekoltelerin doğru açıklanması, kuraklık etkisinin doğru ölçülmesi gerekiyor diye,

bu kürsüden taa yazın başında, Haziran ayında söyledik.

Ancak gelin görün ki;

parlak zekasıyla göz dolduran Tarım Bakanı,

Temmuz-Ağustos ayında, kuraklığa dayalı mecburi açıkları, hesaplamayı beceremedi.

Bu yüzden de, Temmuz ayında,

260 dolara düşen buğdayı, 353 dolardan,

240 dolara düşen arpayı da, 330 dolardan ithal etmek zorunda kaldık.

Hep söyledim, tekrar söylüyorum;

Eğer bu kafayla giderseniz, bu başarısız politikayla devam ederseniz;

Yakın zamanda ekmeği de, 4 liradan satın almaya başlayacağız.

Keza Siirt’te, Tarım Ürünleri Ofisi işleten bir kardeşim de, aynı şeyi söylüyor.

Diyor ki;

“Bu sene kimse buğday ekemiyor.

Çiftçiler kuraklık ve yüksek maliyetlerden dolayı, hep mercimek ekti.

Allah korusun, gelecek sene biz ekmeği, belki tanesi 6-7 liradan yiyeceğiz.”

Değerli çiftçi kardeşlerim;

Biliyorum, artan girdi maliyetlerine, artık dayanamıyorsunuz.

Biliyorum, borçlarınız nedeniyle,

traktörünüzden, evinizden, hatta tarlanızdan oluyorsunuz.

Biliyorum, ekemiyorsunuz, biçemiyorsunuz.

Biliyorum, dolar 10 liraya, Mazot 8 buçuk liraya, Gübre 4500 liraya dayandı.

DAP ve Üre fiyatları da, 8000 ila 9000 lira arasında geziniyor.

Ama maalesef, siz bunca çileyi çekerken,

iktidardakiler size masal anlatmaya devam ediyor.

Hiç utanmadan, yüzleri zerre kızarmadan,

bugünkü düşük fiyatları, yine kendilerinin sorumlu olduğu, döviz artışına bağlıyorlar.

Ama ben biliyorum ki;

Dolar ve Euro bu kadar tırmanmadan önce de,

elinizdeki ürünler, hep düşük fiyatlardan alınıyordu.

Yani girdiler ve döviz, artsa da, artmasa da;

Türk Lirası, değerli olsa da, olmasa da;

Ak Parti’nin gözünde, çiftçinin, üreticinin hiçbir değeri yok.

Ben biliyorum ki;

Hep sizin ürettiğiniz ürün kaybediyor.

Hep siz kaybediyorsunuz.

Üstelik bütün bunların faturası da hep size kesiliyor,

hep siz suçlanıyorsunuz.

Ve ben biliyorum ki;

bu adaletsiz düzene, artık tahammül edemiyorsunuz…

İşte o nedenle, bu hafta;

İktidarın, tarım politikasındaki beceriksizliklerini kapatmak için, utanmadan hedef gösterdiği,

üreticilerimizin sesini, Milletin Kürsüsü’ne taşıyoruz.

Osmaniye’de çiftçilik yapan, Vedat Çetin Kaya kardeşimiz aramızda.

Buyurun Vedat Bey, söz de, kürsü de sizindir.

Teşekkür ederim Vedat kardeşim.

İşte milletin sesi, bunu duyduğunuz zaman çözüm üretmek zorundasınız,

Ama "oculuk, buculuk" üzerinden kavga edip, kavga ettirdiğiniz zaman insanların dertlerini duymak ve o derde çözüm üretmek gibi bir zorunluluğunuz ortadan kalkar.

Türkiye'de yapılan budur.

Bu "Milletin Kürsüsünden" sesini duyuran herkesin, sesinin TRT ve Meclis TV tarafından kesilmesinin sebebi de budur.

O kadar kolay ki soyut kavram üzerinden kavga etmek, kavga ettirmek ama somut meselelere çözüm üretmek dünyanın en zor işi olmalı ki saraylarda sefa sürenler,

saraylarda sefa sürenlerin yancılığını yapanlar, oradan artanlarla geçinenler,

5 maaşlı danışmanların millete üsten baktığı bu sistemi devam ettirmek için her birimizi "ocu, bucu" ilan etmekten başka çareleri yoktur.

Yolun sonu görünüyor.

Çiftçi kardeşlerim,

İktidar neden böyle yapıyor, biliyor musunuz?

Çünkü Ak Parti, sizi yokluk içinde tutmak istiyor.

Çünkü, siz yoksul ve muhtaç kaldıkça;

onlar, sizi suistimal ederek, oylarınızı almayı kendilerine hak görüyor.

Onlar sarayda sefa sürerken, size yokluğu reva görüyor.

Onlar kendi cebini doldururken, sizi yoksulluğa mahkûm ediyor.

Ama merak etmeyin, çok az kaldı.

Sizler, bizim için önemlisiniz.

Çünkü sizler, Türkiye için önemlisiniz.

İhtiyaçlarınızı biliyoruz.

Biz sizleri, onlar gibi, oy pusulası olarak görenlerden değiliz.

Bizim için tarım, bir millî güvenlik meselesidir.

O yüzden, yetkiyi aldığımızda,

tükettiğinden fazlasını üreten bir Türkiye’yi birlikte inşa edecek,

ve Allah’ın izniyle, yaralarınızı saracağız.

Hiç endişe etmeyin.

İYİ Parti iktidarında, çiftçi iyileşecek, Türkiye iyileşecek!

Değerli dava arkadaşlarım,

Hatırlarsınız, Sayın Erdoğan, geçen senenin sonunda,

ekonomi reform paketini açıklarken,

akıl ve sağduyu gibi, fiyat istikrarını da, bir kenara koyduklarını söylemişti.

Peki o günden bu yana ne oldu?

Merkez Bankası Başkanı, görevinden alındı,

Hazine ve Maliye Bakanı’nı, uzun süredir gören yok,

enflasyon da, aldı başını gidiyor…

Ama hakkını yemeyelim.

Dünyada, bu akıl dolu stratejiyi uygulayarak,

“fiyat istikrarını bir kenara koyuyoruz” diyen, başka ülkeler de var.

Mesela, Venezuela.

Mesela, Arjantin.

Mesela, İran.

Mesela, Sudan, Lübnan ve Surinam.

Mesela, Zimbabve, Etiyopya ve Angola.

Listenin güzelliğine bakar mısınız?

Her ülke, ekonomide başlı başına bir başarı hikayesi.

İşte size, büyük ekonomist Sayın Erdoğan’ın, ekonomi vizyonu.

İşte size, Ak Parti’nin ülkemizi soktuğu, bir başka övünülesi liste…

Kıskananlar çatlasın!

Sayın Erdoğan;

Görüyorum ki; okulda bazı branş derslerini, belli ki kopyayla geçmişsin.

O nedenle, sorumlu siyaset anlayışımız gereği,

ekonomideki bazı temel olgularla ilgili, seni aydınlatma ihtiyacı duyuyorum.

Senin sandığının aksine;

Enflasyon, öyle bir kenara konulacak kadar, önemsiz bir problem değildir.

Nedenlerini söyleyeyim:

Yüksek enflasyon, en başta kaynak dağılımını olumsuz etkileyerek,

verimlilik kaybına yol açar.

Fiyatların devamlı arttığı bir ekonomide,

kaynaklarını, en doğru şekilde nerede kullanacağını kestiremezsin.

Nitekim bugün, ülkemizin en önemli problemlerinden biri olan, düşük verimliliğin,

en önemli sebeplerinden biri de, işte o nedenle, yüksek enflasyondur.

Yüksek enflasyon, beraberinde belirsizlik getirir.

İş dünyası, fiyatların devamlı arttığı bir ortamda, uzun dönemli yatırım kararlarını, erteler.

Ertelenen yatırımlar da, uzun dönemli büyümeyi, olumsuz etkiler.

Hatta, birçok akademik çalışma, yüzde 10’un üzerinde bir enflasyonun,

uzun dönemli büyümeyi, çok daha olumsuz etkilediğini gösteriyor.

Türkiye gibi, tasarruf açığı olan ekonomilerde,

her zaman bir dış kaynak ihtiyacı olur.

Şimdi kendini, yabancı bir yatırımcı yerine koy.

Enflasyonun belirsizlik getirdiği bir ekonomiye, paranı getirmek için,

yüksek bir faiz mi, yoksa düşük bir faiz mi istersin?

Tabii ki yüksek faiz istersin.

İşte tam da bu yüzden,

Senin Nobellik teorinin aksine;

Yüksek enflasyon, yüksek belirsizlik,

Yüksek belirsizlik de, yüksek faiz oranı getirir.

Yani enflasyon sebep, yüksek faiz de, sonuç olur.

 Ama belki de en önemlisi, enflasyon, gelir dağılımını olumsuz etkiler.

Milleti fakirleştirir, daha mutsuz yapar.

Bizzat Merkez Bankası tarafından yapılan çalışmalar,

düşük gelirli ailelerin, yüksek gelirli ailelere oranla,

enflasyona daha fazla maruz kaldıklarını gösteriyor.

İl gezilerimizde, hayat pahalılığından en fazla şikayet eden kesimlerin,

düşük gelirli vatandaşlarımız olmasının nedeni de, tam olarak bu.

Yani enflasyon fakiri daha fakir, zengini de daha zengin yapıyor.

Aziz milletim;

Maalesef Sayın Erdoğan’ın, bu anlattıklarımı kavrayabileceğiyle ilgili şüphelerim var.

Başarısız olduğu konularda kendisi, genellikle, eleştirilere kulak vermek yerine,

muhalefetin çözümü olmadığı algısı yaratmaya çalışır.

Ama bu acınası gayret, elbette bizim üzerimizde tutmuyor.

Her zaman olduğu gibi, bu konuda da çalışmalarımızı yaptık.

İşte size, İYİ Parti’nin enflasyonla mücadele için çözümleri:

İktidara geldiğimizde,

uygulayacağımız ekonomi programının başlangıcını,

enflasyonla, yani hayat pahalılığıyla mücadele oluşturacak.

Enflasyonu düşürmek için, atılması gereken adımlar geciktikçe,

enflasyonu düşürmek, daha maliyetli oluyor.

İşte bu yüzden;

daha sonrasında, yüksek işsizlik ve millî gelir kaybı gibi maliyetlerle karşılaşmamak için,

ekonomi programımıza, enflasyonu düşürmekle başlayacağız.

İlk sene sonunda, tek haneli enflasyona,

orta ve uzun vadede de, yüzde 4-5 arası değişen bir enflasyona ulaşacağız.

Hem de bunu, verileri çarpıtmayan bir TÜİK ile yapacağız.

Dünyada, enflasyonu düşürmek isteyip de, başaramayan tek bir ülke yok.

Yeter ki, enflasyonun vatandaşa, iş dünyasına,

toplumsal uyuma, gelir dağılımına zararlarını anlatalım,

ve geniş bir mutabakat zemini oluşturalım.

Bu mutabakata, ilk olarak, hayat pahalılığını en fazla hisseden,

dar gelirli vatandaşlarımızı dahil edeceğiz.

Bunun için de, dar gelirli vatandaşlarımızın aldığı sosyal yardımları arttırırken,

kamu harcamalarındaki israfın önüne geçeceğiz.

Kamudaki israfı engellediğimizde, yüksek vergi oranları da düşecek.

Daha düşük vergi oranlarıyla,

hem yüksek enflasyonun önüne geçeceğiz,

hem de vatandaşlarımızın, alım gücünü arttıracağız.

Enflasyonla mücadele;

kararlı bir duruş sergileyen, beklentileri yöneten,

ve itibarı yüksek bir Merkez Bankası olmadan, başarıya ulaşamaz.

Bunun için, Merkez Bankası’na itibarını derhal yeniden kazandıracağız.

Liyakat kriterlerine göre seçilen,

ve bir kişiye değil, milletine karşı sorumlu olduğunun, bilincinde olan,

bir Merkez Bankası yönetimi behemehal atayacağız.

Siyasiler olarak, bizler de,

Merkez Bankası’nın bağımsızlığına saygı gösterip, işine karışmayacağız.

Türkiye’de bütün çözümler, Merkez Bankası’ndan bekleniyor.

Oysa, enflasyonla mücadele, yapısal ve çok yönlü çözümler gerektiriyor.

Bu yüzden, enflasyonla mücadeleyi sadece,

enflasyon-faiz ekseninde ele alıp, Merkez Bankası’nın üzerine yıkmayacağız.

Enflasyonla mücadeleyi, geniş bir yapısal reform paketi içinde kurgulayacağız.

Bu yapısal reform paketinin ana unsurlarından biri,

ekonomimizi, dışarıdan gelen şoklara karşı, daha sağlam hale getirecek,

bir üretim yapısını tesis etmek olacak.

Mevcut durumda, Ak Parti’nin, sözde yerli ve millî masallarının aksine;

maalesef üretim yapımız,  ara malı ve yatırım malı ithalatını bile karşılayamayan,

kötü bir ihracat performansı doğuruyor.

O nedenle, yetkiyi aldığımızda,

İthalat bağımlığını azaltan, yurt içi katma değer payını arttıran,

rekabeti, ucuz iş gücü üzerinden değil, yüksek kalite üzerinden kurgulayan,

ülkemizin dinamiklerine uygun, bir sanayi ve dış ticaret politikası izleyeceğiz.

Ve tabii ki tarım…

Uygulanan rezalet tarım politikaları yüzünden,

Türkiye, gıda enflasyonunda, OECD ülkeleri arasında en yüksek,

gelişmekte olan ülkeler arasında ise, ikinci en yüksek enflasyona sahip ülke.

İşte bu yüzden, İYİ Parti iktidarında biz;

Gıda fiyatlarını, kalıcı olarak aşağı çekecek bir tarım politikası uygulayacağız.

Bu çerçevede, tarımsal üretimi artırıp, zayi oranlarını azaltacağız.

Bitkisel ve hayvansal üretimde, girdi maliyetlerini aşağı çekeceğiz.

Üretici örgütlerini, yaygınlaştıracak,

ilk üretici ile tüketici arasındaki zincirin, tekelleşmesini engelleyeceğiz.

Depolama ve lojistik faaliyetlerini yaygınlaştırarak,

fiyat dalgalanmalarının önüne geçeceğiz.

Gıdadaki vergi yükünü azaltacağız.

Tarımsal ürün piyasaları ile, finansal piyasalar arasındaki entegrasyonu arttırıp,

bilgi asimetrisini azaltacak uygulamaları, hayata geçireceğiz.

Ve elbette;

Çiftçimizi, küstüğü toprağına kavuşturacak, yüzündeki gülümsemeyi geri getireceğiz.

Aziz Milletim;

Geçen hafta, Cumhuriyetimizin 98’inci yaşını kutladık.

Türk Milleti’nin, dünyaya, hür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan ettiği gün,

aynı zamanda, geri dönülmez bir yolun da, ilk adımıdır.

Bu kutlu yol, aziz ecdadımızdan bize kalan, en kıymetli mirastır.

Bütün mesele, o mirasın mirasyedileri mi olacağız, yoksa daha yukarı mı taşıyacağız?

Bu tercih, İYİ Parti olarak bizim, siyasetimizin de, ahlakımızın da, fıtratımızın da resmidir.

Bizim için Cumhuriyet, kalkınmadır.

Cumhuriyet, sanayileşme hamlesidir.

Cumhuriyet, toprağı nakış gibi işleyen bir büyük vizyonun yol haritasıdır.

Ve belki de en önemlisi, Cumhuriyet, fırsat eşitliğidir.

Çünkü;

Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının beğenmediği o Cumhuriyet sayesinde,

çocukluğunda tütün kıran köylü çocuğu Meral Akşener,

bugün bu kürsüde, karşınıza İYİ Parti Genel Başkanı olarak çıkabilmiştir.

O Cumhuriyet sayesinde,

İslamköy’de çobanlık yapan Süleyman Demirel,

Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlığına, hatta Cumhurbaşkanlığına gelebilmiştir.

O Cumhuriyet sayesinde,

Sinop Kadı Vekili’nin oğlu, Necmettin Erbakan,

bu ülkede Başbakanlığa kadar yükselebilmiştir.

O Cumhuriyet sayesinde,

iş hayatına, çevirmen olarak başlayan Bülent Ecevit,

Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olabilmiştir.

Hatta, o Cumhuriyet sayesinde,

Ahmet Reis’in oğlu, Recep Tayyip Erdoğan,

bu ülkenin, en kıymetli makamlarına oturma imkanı bulabilmiştir.

İşte o nedenle, bizler inanıyoruz ki;

29 Ekim’de, bu ülkenin vatandaşları, devletin tek ve gerçek sahibi olmuştur.

Zaman içinde, milletin bu iradesine karşı duranlar olmuş, ama hepsi de, gereken cevabı almıştır.

Milletimizin kutlu iradesi, daima iyiliğe doğru, gelişime doğru, hürriyete doğru akan, bir nehir gibidir.

Önüne set çekebilirsiniz, ama nehrin akışını tersine çeviremezsiniz.

Bugün, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi,

Herkesin karşısında el pençe divan durması gereken, o yüce iradenin önüne set çekmiştir.

Ama Ak Parti ve küçük ortağı, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, o nehir tersine akmaz.

Günü geldiğinde, millet iradesi önüne konulan bu set de elbet yıkılır.

Nitekim, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in amacı da, işte tam olarak budur.

Türkiye’yi tapulu malı zanneden bu iktidara,

ülkenin tek ve gerçek sahibinin, Büyük Türk Milleti olduğunu yeniden göstermektir.

Değerli dava arkadaşlarım;

29 Ekim 1923’te, Cumhuriyet’in ilanından sonra,

158 mebusun, tamamının oyuyla Cumhurbaşkanı seçilen, Gazi Mustafa Kemal Atatürk,

kürsüdeki konuşmasının sonunda, der ki;

“Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”

Biz de bugün, Cumhuriyetin 98. Yılında, aynı şiarı tekrarlamak için bu kutlu yoldayız.

Buradan milletimize söz veriyoruz:

İYİ Parti iktidarında;

Türkiye Cumhuriyeti, mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır!

Devlet ebed müddet, Çok Yaşa Cumhuriyet!

Türkiye’nin iyi ve cesur evlatları!

Sayın Erdoğan ve arkadaşları, kendilerini eski Türkiye, yeni Türkiye masallarıyla kandıradursun;

Bizim hedefimizde tek bir Türkiye var.

Bizim hedefimizde güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye var.

Bizim hedefimizde İYİ bir Türkiye var!

Ve bu Türkiye’de;

Sıkışınca geçmişin kavgalarına sığınan hamaset yok.

Milletini değil, eşi dostu ihya eden rantçı zihniyet yok.

Öfkeyi seven, nefretten beslenen siyasi dil yok.

Açlığa mahkûm edilen emekliler yok.

Çaresiz bırakılan asgari ücretliler yok.

Öğrencilerine hasret kalmış, atanamayan öğretmenler yok.

Toprağa küstürülen çiftçiler yok.

Umudunu yitirmiş gençler yok.

Sokakta yürümeye korkan kadınlar yok.

İYİ Parti iktidarındaki Türkiye’de;

Adalet var, bereket var, huzur var.

Mutlu gençler,

Özgür kadınlar,

Gülümseyen çiftçiler, esnaflar, emekliler, çalışanlar var.

Omuz omuza üretip, hakça paylaşan bir millet var.

Kaynaklarını verimli kullanan, bolluk içinde hızla kalkınan, itibarlı bir Türkiye var.

Dava arkadaşlarım;

Çoğu gitti, azı kaldı.

Sandık ufukta göründü.

Hazır olun;

Ülkesine ve milletine sırtını dönen bu iktidar artık gidiyor.

Memleketin dört bir yanında Millet Bizi Çağırıyor!

Allah’ın izni, milletimizin de teveccühüyle, İYİ Parti iktidara yürüyor!

Vizyonuyla, projeleriyle, çözümleriyle, liyakatli kadrolarıyla, İYİ Parti geliyor!

Kutlu olsun.

Milletimizi, hakkettiği Türkiye’ye kavuşturma yolunda,

Yüce Allah, yar ve yardımcımız olsun.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun."

Hibya Haber Ajansı