İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu. Akşener konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
"Dedikoduların değil, milletimizin gerçeklerinin konuşulduğu,
grup toplantımıza hoş geldiniz.
Hamasi nutukların değil, milletimizin dertlerine çözümlerin konuşulduğu,
grup toplantımıza hoş geldiniz.
Türkiye’yi, birbirine düşman etmeye çalışanların değil,
zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye için çalışan,
iyi ve cesur insanların grup toplantısına,
hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Sözlerimin başında,
bizim için büyük önem taşıyan, bir dış politika başlığına,
Türk Dünyası’ndaki gelişmelere değinmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, bundan aylar önce, geçtiğimiz 3 Mayıs günü,
“Güçlü Türk Dünyası ve güçlü Türkiye için 9 ilke ve hedef” isimli çalışmamızı paylaşmıştım.
İYİ Parti olarak, bu çalışmamızla,
Konsey’in isminin, “Türk Devletleri İşbirliği Örgütü” haline getirilmesi,
bir yatırım fonu kurulması,
Ortak Tarih ve Ortak Coğrafya kitaplarının hazırlanarak, tüm okullarımızda okutulması,
ortak bir televizyon kurulması,
ortak bir turizm paketi hazırlanması,
ve de en önemlisi, Türkmenistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de örgüte dahil edilmesi,
çağrısında bulunmuştuk.
12 Kasım’da toplanan, Türk Konseyi Liderler Zirvesi’nde alınan kararlar çerçevesinde,
bu başlıklara dönük, bazı adımların atılmış olmasını,
ve bilhassa, Sayın Nazarbayev’in teklifi, ve diğer üyelerin ortak kararıyla,
Örgüt’ün, “Türk Devletleri Teşkilatı” adını almasını,
memnuniyetle karşıladığımızı belirtmek istiyorum.
Ancak bununla birlikte,
iki gün önce, kuruluş yıldönümünü kutladığımız,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de, bu birlik içerisinde yer almasını,
tarihin bize ve Türk Dünyası’na yüklediği, önemli bir sorumluluk olarak görüyorum.
Çünkü inanıyorum ki;
sadece tek bir tanıma kararı bile, Kuzey Kıbrıs Türklüğü’nün geleceğine ışık yakacaktır.
Değerli milletvekilleri, değerli dava arkadaşlarım;
Açıkladığımız 9 ilkemizin, ilk sırasında yer alan,
tarihsel kazanımların korunması, egemen eşitlik,
ve karşılıklı anlayışın esas alınması doğrultusunda,
bu sahanın, siyaset üstü bir anlayışla geleceğe taşınmasını,
bir zorunluluk olarak görüyoruz.
Dünden bugüne, birbiri ardına eklemlenmiş tarihi gelişmeler,
bağımsızlık mücadeleleri,
ve ileri görüşlü devlet adamlarımızın, etkili kararları ile kendisini gösteren, Türk İşbirliği ideali,
ayrım yapmadan, bir bütün olarak irdelenmek durumundadır.
Huzurlarınızda, tüm Türk Dünyası’na ilan etmek isterim ki;
biz bu projeyi, her türlü siyasi hesabın ötesinde,
sarsılmaz bir süreklilik ekseninde değerlendiriyoruz.
Yaklaşan İYİ Parti iktidarında, hiçbir kardeşin, bir diğerine üstünlüğünün olmadığı,
egemen ve eşit devletler olarak, kalkınmanın ve demokrasinin taçlandığı,
bir Türk İşbirliği meydana getireceğimizden, kimsenin şüphesi olmasın.
Kardeş ülkelerimizin, bugüne kadarki kazanımlarını tümüyle koruyarak,
bir büyük barış ve refah birliğini, hep birlikte, el ele vererek hayata geçireceğiz…
Bu çerçevede, milletimizden yetkiyi aldığımızda,
Türkiye’de, ivedilikle bir Türk Dünyası Bakanlığı kurarak,
dağınık ve koordinasyonsuz, tüm kurum ve kuruluşları, tek çatı altında toplayacağız.
Bu vesileyle, özellikle Kazakistan’ın kurucu Cumhurbaşkanı,
Sayın Nursultan Nazarbayev’e, teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Kendisi, Türk Dünyası Liderler Zirvesi’ne,
bugüne kadar, eksiksiz ve sürekli biçimde katılmış olan, tek lider olarak,
Türk İşbirliği’nin kurumsallaşmasında, tarihi bir rol oynadı.
Allah ondan razı olsun.
Aziz milletim,
Ülkemizde, artık her gün yaşar olduğumuz, kadın cinayetleri;
soluğumuzu kesmeye, yüreğimizi parçalamaya,
ve öfkemizi perçinlemeye devam ediyor.
İnsan, öleceğini bilerek yaşayan bir canlıdır.
Ama maalesef, ülkemizde kadınlar,
öldürüleceğini bilerek yaşıyor.
Nerede, ne zaman, kim tarafından, ne sebeple öldürülebileceğini, düşünerek yaşıyor.
Sevdiği zaman başına geleceklerden,
sevmediği birini reddetmekten,
tenha sokaklardan,
gün ortasında bile, yalnız yürümekten korkarak yaşıyor.
Her 10 haberin, 5’inde dinlediği hikâyelerden,
Twitter gündeminde, 1’inci sıraya yerleşen isimlerden,
Instagram’da siyah beyaz paylaşılan fotoğraflardan, biri olabileceği endişesiyle yaşıyor.
Geçtiğimiz hafta, bir cani, genç bir kadını, Başak Cengiz’i, aramızdan aldı.
Başımız sağ olsun.
Yüce Allah, kederli ailesine ve sevdiklerine sabırlar versin.
O kadar acı ki…
Eğer o psikopatla karşılaşmamış olsaydı;
Eğer ülkemizde, bir kadını öldürmek, bu kadar kolay olmasaydı;
Başak kızımız, şimdi aramızda olabilirdi…
O kadar acı ki…
Bu katil, daha önce psikolojik tedavi görmüş.
Ailesi, durumunu biliyor.
Bir doktor gözetiminden geçmiş.
Doktorlar durumunu biliyor.
Resmi işlemler yapılmış.
Yani devlet de durumunu biliyor.
Yani bir anlamda, herkes her şeyi biliyor,
ama bu cani, 28 yaşındaki bir evladımızın karşısına çıkıncaya kadar,
kimse parmağını oynatmıyor.
Ve bu büyük acının, belki de en kahredici yanı ne biliyor musunuz?
Bu cani, Başak’ı, “Savunmasız” diye hedef alıyor.
“Kadın kendini savunamaz.” diyor.
O bir kadın, ve savunmasız.
Bir psikopatın bile,
Türkiye’de kadınların durumuyla ilgili vardığı kanaate bakar mısınız?
Değerli milletvekilleri;
Bu kafa, kendiliğinden ortaya çıkmadı.
Bu kafa, kadını her tür saldırıya karşı, savunmasız bırakan bir zihniyetin, ayak izlerini takip etti.
Bu kafa, kadına her tür hakareti edebilenlerden cesaret aldı.
Bu kafa, üç beş kendini bilmezin, yarım aklına uyup,
İstanbul Sözleşmesi’ni, bir gecede yırtıp atanlardan cesaret aldı.
İstanbul Sözleşmesi’nin yırtılıp atıldığı, 21 Mart’tan bu yana, 203 Başak’ımızı kaybettik.
Her gün neredeyse iki kadın, cinayete kurban gidiyor.
Her cinayette, arş-ı ala titriyor, melekler ağlıyor,
ama bunların taşlaşmış kalpleri, oralı bile değil.
Söyleyin;
Kadınlar kendilerini, nerede güvenli hissetmeliler?
Evde mi?
Sokakta mı?
İşyerinde mi?
Hiçbir yerde güvende değiller kardeşim, hiçbir yerde.
Kadınları koruyamıyorsunuz.
Zaten zor olan yaşam mücadelesinde, kadınları yalnız bıraktınız.
Kadınların adalete olan inancını da yok ettiniz.
Kürsülerden nutuk atmakla olmuyor Sayın Erdoğan.
Şu kadın diyerek beni tehdit etmekle de olmuyor Sayın Erdoğan.
Bu zalimlik, ne zaman bitecek?
Bu haksızlığa, ne zaman dur denecek?
Bu ülkede kadınlar, ne zaman huzurla yaşayabilecek?
Ben söyleyeyim…
İlk önce;
Ruh hastalarının gönlünü hoş eden,
Canilere cesaret veren,
Kadın hakkında abuk sabuk konuşan,
Ahlak yoksunu zihniyetten kurtulacağız.
Sonrasında;
“Gereği düşünüldü” denilerek, ama düşüncesizce verilen, utanç verici tüm kararlara inat,
İYİ Parti iktidarında, gereğini yapacağız.
Kadınların, yıllardır süren mücadelelerini,
bir devlet politikası hâline getireceğiz.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için,
Anayasa’da gerekli düzenlemeleri yapacağız.
İstanbul Sözleşmesi’ni, hızla imzalamakla kalmayıp, uygulamaya sokacak,
uygulanıp uygulanmadığının da, takipçisi olacağız.
Ez cümle;
İYİ Parti iktidarında kadınları yaşatacağız!
Aziz milletim,
Ülkemizde sadece kadınlar değil, geleceğimiz de ölüyor.
Öğrencilerine kavuşamayan öğretmenlerimizi de kaybediyoruz.
Kimi zaman bir intihar notuyla,
Kimi zaman da, çalışmak zorunda kaldığı, bir inşaatta kaybediyoruz.
Yine geçtiğimiz hafta;
Aslında herkes tarafından bilinen ama,
kaybetmeden değeri anlaşılmayan,
bir başka acıya daha şahit olduk.
Gencecik yaşında, Fedai öğretmenimizi kaybettik.
Başımız sağ olsun.
Ailesine ve sevdiklerine, Cenab-ı Hakk’tan sabır diliyorum.
Fedai öğretmenimizden geriye;
bir inşaattan, “Alın size, 83 puanın mükafatı.” diye,
sitem ederek paylaştığı fotoğrafı kaldı.
“En son neyinizi kaybettiniz?” sorusuna verdiği,
“hayallerimi” cevabı kaldı.
Oysa…
Fedai öğretmenimiz, hayallerine kavuşabilirdi.
Çalışmalarının sonucunda, hak ettiği gibi yaşayabilirdi.
KPSS’den aldığı 83 puanla, bir öğretmen olarak atanabilirdi.
Bugün, Fedai öğretmenimizi de, başarılarıyla anabilirdik.
Ama maalesef, onu da, atanamadığı için çalıştığı inşaatta,
elektriğe kapılıp, hayatını kaybeden bir öğretmenimiz olarak anıyoruz.
Şimdi sormak istiyorum…
Kendi kızına, oğluna, yeğenine, üniversitelerde kadro açanlar;
siz, Fedai’nin yitip giden hayatından, hiç mi sorumlu değilsiniz?
5-10 maaşlı beceriksiz danışmanlar,
devletten aldığı ballı ihalelerle, rant kovalayan yandaşlar,
siz, ahirette yakanızı, Fedai’nin elinden kurtaracağınızı mı zannediyorsunuz?
Peki ya Sayın Erdoğan;
Sen, tüm bu adaletsiz düzene çanak tutarak,
Fedai’nin vebalini nasıl ödeyeceksin?
Değerli dava arkadaşlarım;
Fedai oğlumuz ve nice atanamayan öğretmen kardeşimiz,
maalesef, Sayın Erdoğan’ın gündemi ve öncelikleri arasında değil.
Kendisi bambaşka konularla meşgul.
Mesela, son olarak, geçen haftaki grup toplantımızda,
arkadaşlarının, ilçe ziyaretlerimize gönderdiği provakatörler için söylediklerimi,
nedense üzerine alınmış.
Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde, kendisi bana “ahlak yoksunu” demişti.
Hızını alamayıp, dün de, artık suyumuzun kaynadığını söyleyip, bizi tehdit etti.
Bitlere fısıldayan adamı, durdurabilene aşk olsun…
Yalnız bu sefer, “Bağğyan” dememiş, “bu kadın” demiş.
Yani küçük de olsa, en azından bir ilerleme var.
Bak Sayın Erdoğan;
Unutma bir gün, hepimizin suyu ısınacak, kaynayacak.
Bir gün hepimiz, o teneşire uzanacağız.
Biz, Allah’ın emri olan o güne hazırlıklıyız.
Çünkü biz, ecelin, “ne bir nefes evvel, ne de bir nefes sonra” olduğuna, iman edenlerdeniz.
Ama sen, kendine yazık ettin.
Bu hallere düşmemeliydin.
Nereden nereye…
Dün, Fırat’ın kenarında kaybolan kuzudan bile, sorumlu olacağına inanan Tayyip Erdoğan nerede;
Bugün, rakibinin suyunu kaynatmakla tehdit eden, Tayyip Erdoğan nerede…
Yazıklar olsun be yazıklar olsun...
Düştüğün bu ibretlik durumda, artık sen bize,
ahlak konusunda, ahkam kesecek durumda değilsin.
Çünkü senin, kendine hayrın yok.
Elindeki patlak ampülle, aklın sıra, güneşi aydınlatmaya çalışıyorsun.
Ama madem öyle,
madem, bizim için teneşiri hazır etmişsin,
haydi o zaman gel, sen ve arkadaşlarının karnesine birlikte bakalım.
Sayın Erdoğan;
Asıl ahlak yoksunu kimdir biliyor musun?
Gerçek olmadığını bile bile, bir kişiye iftira atan,
ve bu iftiraları yaymak için, karanlık odalarda, trol besleyendir.
Asıl ahlak yoksunu;
Sarayına, yılda 3 milyar lira masraf ederken,
şehit ve gazilere, sadece 18 milyon lira bütçe ayırandır!
Asıl ahlak yoksunu;
Bir yandan, dindar pozları takınırken,
Diğer yandan,
milletin hakkını, hukukunu, ayaklar altına alan,
ve kul hakkı yiyip, kıs kıs gülendir!
Asıl ahlak yoksunu;
Teröristbaşının mektubunu okutup,
kardeşini de devletin televizyonuna çıkartan,
Ve ondan sonra da, pişkin pişkin, önüne geleni terörist ilan edendir!
Asıl ahlak yoksunu;
Yüce Türk Milleti’ne küfredenin, vergi borcunu silip,
bir de üstüne, ihale üstüne ihale verendir!
Asıl ahlak yoksunu;
Onlarca belgeli, bilgili, yolsuzluk varken;
Savcılara, “soruşturma yapmayın” diye, baskı yapandır!
Asıl ahlak yoksunu;
Yandaşlarına, yüzlerce milyarlık ödeme yaparken,
öğretmene, emekliye, ETY’liye gelince, “kaynak yok” diyendir!
Asıl ahlak yoksunu;
Yabancı devlet başkanlarının hakaretlerini, sineye çekip,
havuz medyası eliyle, kendini kahraman ilan ettirendir!
Sayın Erdoğan;
asıl ahlak yoksunu;
Ülkenin yarısı, açlık sınırı altında yaşarken,
dolar 10 lira 43 kuruş olmuşken,
utanmadan, sıkılmadan, yüzü bile kızarmadan,
ekonominin kitabını yazdığını söyleyebilendir!
Biz ahlakı,
kadim tarihimizden, şanlı ecdadımızdan,
ve bizden önce bu kutlu yola çıkıp,
“önce millet önce memleket” diyerek, dimdik yürümüş, nice büyüklerimizden öğrendik.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun.
İşte o yüzden bizim;
sen ve yandaşların gibi,
ülkenin başına bela olmuşlardan,
milletin zenginliğine, bitler gibi dadanmışlardan,
memleketi, güve gibi kemirenlerden,
alacağımız, en küçük ahlak dersi olamaz, aynaya bakın aynaya.
Orada gördüklerinizden mideniz bulanacak, kusacaksınız.
Değerli dava arkadaşlarım;
Sayın Erdoğan, bir yandan, kürsülerden ahlak tiratları atarken,
diğer yandan da, akıl dışı teorilerini, 83 milyonun rızkıyla test ediyor.
Şimdiye kadarki tüm testler, başarısız oldu.
Ve her testin sonucunda, milletimiz daha da fakirleşti.
Ama ilginçtir, bu testlerin sonuçları, hiçbir zaman,
Sayın Erdoğan’ın yanına, yöresine uğramadı.
Kendisi bir kez bile,
“Ben 83 milyonu fakirleştirdim;
bari bu yıl, maaşıma zam yapmayayım.” demedi.
Kendisi, bir kez bile,
“Millet işsizlikten kırılıyor.
Bari şu 5 maaş alanların, maaşını keseyim.” demedi.
Kendisi, bir kez bile,
“Hem ekonomiyi batırdım,
hem de, 500 milyon dolarlık uçakla geziyorum.
Böyle olmaz, ayıptır.” demedi.
Tam tersine;
“Asrın lideriyim” pozlarıyla ortalıkta gezinip,
dolar, 10 lira 36 kuruş olsa da, zerre tasarruf etmedi.
Dolar, 10 lira 36 kuruş olsa da,
yandaşlarının ihale paralarını, tıkır tıkır ödemeye devam etti.
Olan da, her zamanki gibi, yine milletimize oldu.
Ülkemizin içinde bulunduğu, bu acı tablo içerisinde,
“Asrın hatası” Sayın Erdoğan, şimdi de şuursuzca çıkmış;
“Biz ekonominin kitabını yazdık” diyor.
El hak doğru…
Şimdiye kadar, ekonominin nasıl yönetileceğine dair, binlerce kitap yazıldı.
Ama, ekonominin nasıl batırılacağına dair, hiçbir kitap yazılmamıştı.
Onu yazmak da, sana nasip oldu Sayın Erdoğan.
Haydi hayırlı olsun…
Literatürdeki bu büyük boşluğu doldurduğun için, seni tebrik ediyorum.
Ama sen ve beceriksiz yönetiminin,
bu ülkenin tarihine yazdığınız, başka kitaplar da var.
Onlardan bahsetmeden, gösterdiğin bu üstün performansın hakkını veremeyiz…
Mesela;
Bileğinin hakkıyla sınav kazananları değil,
dayısının kartıyla sınav kazananları işe sokarak;
Liyakatsizliğin, haksızlığın ve hukuksuzluğun kitabını yazdınız.
Mesela;
3 liralık işi, 33 liraya yaptırarak,
Yandaşı zengin etmenin,
Devletin ve milletin, malına çökmenin kitabını yazdınız.
Mesela;
Dış politikada, 1 alıp 3 vererek,
aynı anda bütün ülkelerle kavga ederek,
100 yıllık düşmanları bile, Türkiye’ye karşı birleştirmenin kitabını yazdınız.
Mesela;
10 yılda, 10 milyon sığınmacıyı sınırlardan içeri alarak,
nüfus mühendisliğinin kitabını yazdınız.
Mesela;
Her sene, eğitimde reform naraları atıp,
Millî Eğitim Sistemi’ni, kevgire çevirmenin kitabını yazdınız.
Mesela;
Millî irade diyerek çıktığınız yolda,
bir kişinin iradesi dışında, hiçbir irade tanımayarak;
Devletin işleyişini, kurumlarını ve geleneklerini, yerle yeksan etmenin kitabını yazdınız.
Sayın Erdoğan;
Siz öyle şeylerin kitabını yazdınız ki, inan kütüphanelere sığmaz…
Ama artık, devriniz bitti.
İstesen de istemesen de, milletimiz artık, mutlu yarınları konuşuyor.
Kalkınmış, zengin ve mutlu bir Türkiye’yi konuşuyor.
Ve o güzel yarınlarda, sen yoksun.
Sen ve devri iktidarın, tarih kitaplarındaki, keyifsiz bir bölümden başka bir şey olamayacaksınız.
Bu gerçeği, artık kabul et.
Milletin kutlu iradesinden gelen, bu kesin kararı inkar ettikçe,
hem kendine, hem de ülkemize zarar veriyorsun.
Artık, gerçeklerle yüzleşmenin zamanı, geldi de çattı.
Senin artık, Türkiye’ye verecek bir şeyin,
milletimize edecek tek bir sözün bile kalmadı.
3 yılda, Türk Lirası’nı pul ettin.
Faizi ve enflasyonu yeniden hortlattın.
Bu saatten sonra çıkıp;
“İstikrar için bana oy verin” diyecek hâlin yok.
Hiçbir sözünü yerine getirmedin.
Bu saatten sonra çıkıp;
3600 ek gösterge için,
EYT’lilerin dertlerini çözmek için,
Öğretmen atamaları için, oy isteyecek hâlin yok.
Her gün, yeni bir kadın cinayeti işleniyor.
Onları koruyacak İstanbul Sözleşmesi’ni,
uygulatmayı beceremediğin yetmezmiş gibi,
bir de utanmadan, yırtıp attın.
Bu saatten sonra çıkıp;
kadınları yaşatmak için, oy isteyecek hâlin yok.
Türkiye’yi, yolsuzlukta bir dünya markası yaptın.
Milletin anasına sövenleri, ihale manyağı ettin.
Beş para etmez adamlara, beş maaş bağladın.
Bu saatten sonra çıkıp;
“Yolsuzluğu bitirmek için, bana oy verin” diyecek hâlin yok.
Yargının üzerine çökmek için, yapmadığın kalmadı.
Memlekette, haksızlık, hukuksuzluk almış başını gidiyor.
Bu saatten sonra çıkıp;
“Adalet için bana oy verin.” diyecek halin de yok.
İşte, tam da bu nedenle;
artık milletinin karşısına çıkıp, hesap verecek yüzün olmadığı için,
sıkıştıkça, dönüp bize sarıyorsun.
Teşkilatların, dertli esnafın, kapısının önünden geçemediği için,
bizim ziyaretlerimize, adam yolluyorsun.
Ama olmuyor.
Kimse bu rezilliklere prim vermiyor.
İşte o nedenle, İYİ Parti, her geçen gün büyürken,
sen, tıpış tıpış gidiyorsun.
Ez cümle, Sayın Erdoğan;
Sen artık, Türkiye’nin geleceğinde yoksun, maalesef henüz farkında değilsin…
Değerli dava arkadaşlarım;
Bizim, artık siyaseten var olmayan bir adamın, fiktif gündemleriyle,
kaybedecek zamanımız yok.
O, istediği kadar hedef göstersin, biz dün de korkmadık, bugün de korkmayacağız.
O, istediği kadar tehdit etsin, biz yolumuzdan dönmeyeceğiz.
O, istediği kötülüğü yapsın, istediği hakareti etsin, istediği iftirayı atsın;
biz, milletimizle buluşmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Ne diyor Abdurrahim Karakoç;
“Ben milletim uğruna adamışım kendimi,
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım,
Mukaddes davalarda, ölüm bile güzeldir.”
Aziz milletim,
Partimizi kurduğumuz günden bu yana,
ısrarla, Türkiye’nin sürdürülebilir büyümesi için,
kırsal kalkınmanın, hayati önem taşıdığını vurguluyoruz.
Tarımdaki çözümlerimizi, her fırsatta paylaşıyoruz.
Çiftçimizin, köylümüzün içine düştüğü durumu,
bizzat kendilerine, bu kürsüyü açarak dile getiriyoruz.
Ama maalesef, bizim bütün bu uyarılarımıza rağmen,
çiftçimizi görmezden gelen, yanlış tarım politikaları,
ve Tarım Bakanı’nın bizzat kendisi;
ülkemiz için bir kalkınma ve millî güvenlik problemi hâline geldi.
Neden mi?
Çünkü;
Son 16 yılda;
4,2 milyon hektar tarım arazimiz, tarım dışına çıktı.
Yani, Konya’nın tarım arazisine eşdeğer bir alanı kaybettik.
Son 10 yılda;
Tarımın istihdamdaki payı, yüzde 23’ten, yüzde 17’ye geriledi.
Bunun sonucu olarak da, tarımdaki kadın istihdamı, dörtte bir oranında azaldı.
Yine son 10 yılda;
Tarımın millî gelire katkısı, 70 milyar dolardan, 48 milyar dolara düştü.
Litresi 1,1 lira olan mazot, 8 katına çıktı.
Tonu 237 lira olan üre gübresi, 38 katına çıktı.
Süt ve besi yeminin kilosu, 6 katına çıktı.
Kanunda, “en az yüzde 1” olarak taahhüt edilen,
tarım desteği oranı, yarı yarıya düştü.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de,
bütün akarsu ve derelere, HES yapılmasına müsaade edildiği için,
çiftçimizin tarlasını sulaması, baraj sahibinin inisiyatifine kaldı.
Hatta bir DEDAŞ yetkilisi,
“Borçlu olan çiftçiler, boşuna ekim yapmasınlar.
Biz onlara elektrik vermeyeceğiz.” diyecek kadar ileri gitti.
Ama iktidarın çıtı çıkmadı.
Bütün bu anlattığım trajik tabloya, sadece bakmakla yetinen, Tarım Bakanı ise,
saçma sapan açıklamalarına devam etti.
Adeta, bir fıkranın yardımcı karakteri izlenimi veren, Sayın Bakan,
daha çiftçiyle, yetiştirici ve besicinin, aynı şey olduğunu bile bilmiyor.
Çünkü eğer bilseydi,
“Zarar eden hiç çiftçimiz yok,
ancak duruma göre, fiyatlarda iniş çıkışlar yaşayan,
yetiştirici ve besicilerimiz var.” demezdi.
Ya da çiftçimize, “Önümüzdeki dönem kepek ekin.”,
evet, yanlış duymadınız, “kepek ekin” demezdi.
Buradan kendisine sormak istiyorum:
Söyler misiniz Sayın Bakan, ektiğiniz kepekleri, ne zaman biçiyorsunuz acaba?...
Eğer kepeklerinizi hasat ettiyseniz, çiftçilerimize de bir an önce dağıtın.
Çünkü memleketimizin her yanında, inek kesimleri son sürat devam ediyor.
Değerli dava arkadaşlarım;
Biz bunları söyleyince kızıyorlar.
O nedenle, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, Adıyaman’dan bir çiftçi kardeşimizi ağırlıyoruz.
Mustafa Boyraz aramızda.
Her hafta olduğu gibi, bu hafta da,
milletimizin içinde bulunduğu durumu, bizzat milletimizden dinleyeceğiz.
Tarım Bakanı’na da aynısını yapmasını tavsiye ediyorum.
Buyurun Mustafa Bey, söz de, kürsü de sizindir.
Teşekkür ederim Mustafa Bey.
Aziz milletim;
Bu beceriksiz yönetime baktığımda;
Bir yandan;
tarımın, artık bir millî güvenlik problemi hâline gelmiş olmasına üzülüyorum;
Diğer yandan da;
Cumhuriyetimiz kurulurken,
başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere,
o günün bakanlarının, o günün bürokratlarının, verdikleri olağanüstü mücadeleye,
gösterdikleri kararlılığa ve inşa ettikleri kurumlara, sahip çıkılmamasına üzülüyorum.
Biliyorsunuz, geçen hafta, Ata’mızın aramızdan ayrılışının, 83’üncü yıldönümüydü.
Ben de bugün, O’nun aziz hatırasını anmak,
ve gösterdiği yolda, tarım vizyonumuzdan bir kesit sunmak için,
size bir projemizi anlatmak istiyorum.
Aziz milletim,
Gelin, şimdi biraz geriye, 1913 yılına gidelim.
Mustafa Kemal Atatürk, Sofya’da,
genelde, diplomatik misyonun gittiği bir pastanede, kahvaltı yaparken,
içeriye bir köylü girer.
Köylü, bohçasını masanın yanına bırakır ve oturur.
Bir garson gelir, köylü, süt ve kek ister.
Garson ise, köylüye;
“Burası senin için değil, alamam seni.” diyerek, pastaneden çıkartmaya çalışır.
Köylü itiraz eder.
Ardından, birkaç garson daha gelir, onlar da köylüyü dışarı çıkartmaya çalışır.
Sonunda köylü öfkelenir, ve bağırarak;
“Senin sattığın sütü, ben üretiyorum,
senin sattığın pasta, börek, çöreğin ununu, ben üretiyorum,
peynirini, yoğurdunu, ben üretiyorum,
pastaneye koyduğun meyveyi, ben üretiyorum,
ve sen, benim ürettiklerimi, bana vermiyorsun öyle mi?
Hayır, çıkmıyorum ve kahvaltımı burada yapacağım!” der.
Herkes suspus olur.
Köylünün istedikleri, masasına gelir, kahvaltısını yapar.
Bitirince, bir miktar parayı, masaya fırlatarak çıkar, gider.
Tüm bu olanları izleyen, Mustafa Kemal Atatürk,
küçük kareli not defterine, şu notu düşer:
“Bir gün, benim köylüm de, bu köylü gibi olursa, millet olduk demektir.”
O gün defterine, “Köylü, milletin efendisidir.” diye yazar.
Atatürk, aynı defterine yazdığı gibi,
Türk Milleti’nin, kendi kendisinin efendisi olmasını,
ve birer birey olarak, muasır medeniyetler seviyesine,
koşar adım gitmesini hedefliyordu.
Fakat koşullar çok zorluydu.
İşte böyle bir dönemde,
Bir gün yanına, henüz genç bir Ziraat Mühendisi olan, Tahsin Bey’i çağırır.
Birlikte bataklık, sivrisinek salgını ve hayvan leşlerinin olduğu, kötü bir yere giderler.
Tahsin Bey’in, “Paşam hayrola?” sorusu üzerine,
Atatürk;
“Buraya, bütün masrafı cebimden olmak üzere,
bir Orman Çiftliği yapmak istiyorum.” der.
Tahsin Bey, “Paşam buranın ıslahı, ya sizin paranızı tüketir, ya da zamanınızı.
Neden verimli topraklar varken, gelip de burayı tercih ettiniz?” diye sorunca da;
Atatürk;
“Ben en zor olanı yapayım da, siz arkamdan, kolayları nasıl olsa yaparsınız.” cevabını verir.
Daha sonrasında, Tahsin Bey, o bölgede hiçbir şeyin yetişmeyeceğini,
boşuna uğraşılmaması gerektiğini, bir rapor olarak sunar.
Atatürk raporu okur, ve belgenin altına, aynen şunları yazar:
“Burası vatan toprağıdır, kaderine terk edilemez.”
Mustafa Kemal Atatürk, işte bu düşünceler içerisinde,
Gazi Orman Çiftliği’ni kurdu.
Çiftlik’te, bir taraftan, araziyi ıslah ederken,
diğer taraftan da ağaçlar, fidanlar dikiyordu.
Yurt dışından getirdiği, damızlık düvelerle, yerli sığır ırklarımızın, ıslahına çalışırken;
aynı zamanda, verimi yüksek tavuk ırklarının yetiştirilmesine gayret ediyordu.
Aynı şekilde, getirdiği traktörler ve makineler ile,
tarımda, mekanizasyonu başlatıyordu.
Bununla da yetinmeyip;
Ziraat Mühendisi, Ali Numan Kıraç’ı,
kurak koşullarda yetişebilen tahılların geliştirilmesi için,
Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderiyordu.
Bütün bunları da, çiftçilerin öğrenmesini sağlamak için yapıyordu.
Aslında Atatürk, Gazi Orman Çiftliği’nde yaptıklarıyla;
Ak Parti iktidarının, bugün dahi anlamını kavrayamadığı,
“tarımın” ne demek olduğunu, ve nasıl yapılması gerektiğini, bizlere anlatıyordu.
Çiftçilerin;
kendilerinin, işletmelerinin, çiftliklerinin, tarımsal ticaretin, “efendisi” olmasını istiyor,
böylelikle hem kendilerinin, hem de milletimizin,
ekonomik bağımsızlığını elde etmesini hayal ediyordu.
Vizyona bakar mısınız?
Allah, gani gani rahmet eylesin.
Değerli dava arkadaşlarım:
Peki, biz şimdiye kadar Ata’mızın bu mirasını koruyup,
O’nun bu eşsiz vizyonuna, sahip çıkabildik mi?
Maalesef hayır...
Hazineye, şartlı olarak devredilen, 102 bin dekarlık çiftlik arazisi,
Ak Parti iktidarında, 33 bin 891 dekara düştü, ve ranta teslim oldu.
Peki, kaybolan Atatürk Orman Çiftliği arazisinin, yerine ne yapıldı dersiniz?
Sayın Erdoğan’ın kışlık sarayı ile Dinozorpark…
Gerçek bir rezalet…
İşte o nedenle, İYİ Parti olarak biz;
Atatürk’ümüzün mirasına, tarımla ilgili vizyonuna,
köylülerimiz için hayal ettiği, sosyo-kültürel gelişim fikrine,
ve O’nun toprak, ağaç ve doğa sevgisine sahip çıkmak için;
“Atatürk Orman Çiftliği Tarım Bilimleri Akademisi” projemizi hazırladık.
Bu önemli projemiz ile,
Atatürk Orman Çiftliği’ni, şanına ve amacına yaraşır şekilde,
“Atatürk Orman Çiftliği Tarım Bilimleri Akademisi” haline getireceğiz.
Akademi’ye,
mevcut Tarımsal Araştırma Enstitülerini ekleyip,
teknoparklar ile de bağlantısını sağlayarak,
bölge coğrafyasının en üst düzey, tarımsal araştırma, bilgi ve bilişim merkezini kuracağız.
Akademi’yle ilgili çalışmaları, 5 yıl içinde tamamlayarak,
gelecekteki, “gıda güvenliğimizi” güvence altına alacağız.
Yani Akademi’yi, bir millî güvenlik unsuru olarak göreceğiz.
Bunun yanında;
ülkemizde hâli hazırda, tarımsal alanda bulunmayan, büyük veri altyapısını,
Tarım Bilimleri Akademisi bünyesinde oluşturacağız.
Bu büyük veri sistemi, “ARTAGAN Projesinin”, tarımla ilgili ekosistemi olacak.
Böylece tarımsal büyük veriyi, sektörün ve ilgili paydaşların hizmetine sunacağız.
Akademi aynı zamanda,
tarım alanındaki, Ar-Ge çalışmalarına da yön verecek.
Ak Parti iktidarında, tarımda Ar-Ge çalışmaları için harcanan para;
2020 yılında, 845 milyon lira iken,
2021’de 761 milyon liraya düştü.
2020 verilerine göre, ülkemizde,
makine ve teçhizat sanayisinde yer alan, 174 Ar-Ge merkezinin içinde,
tarımla ilgili Ar-Ge merkezi yok.
Oysa, sadece tarım makineleri sektöründeki, Ar-Ge çalışmalarına hız verdiğimizde bile,
dünya ticaretinden aldığımız payı, 10 milyar doların üstüne çıkarmamız mümkün.
2018 yılında, tarım Ar-Ge’sine harcanan miktar,
Amerika Birleşik Devletleri’nde, 3 milyar dolara,
Avrupa Birliği toplamında ise, 10 milyar avroya ulaştı.
Yani Türkiye’nin harcadığının, tam 150 katı…
İşte size, Ak Parti’nin tarım ve teknoloji vizyonu!
İşte o nedenle biz, iktidarın Türkiye’yi tarımda dışa bağımlı yapan,
bu çapsız Ar-Ge anlayışını da değiştireceğiz.
Akademi ile, ülkemizi,
sadece hammadde, ve düşük katma değerli ürün ihraç eden ülkeler liginden,
hızla çıkaracağız.
Değerli dava arkadaşlarım;
Tarım Bilimleri Akademisi’nde;
Uluslararası Tarımsal Araştırma ve Biyoçeşitlilik Merkezi de yer alacak.
Ülkemiz, 14.000 civarında bir biyoçeşitliliğe sahip.
Bu, tüm Avrupa’dakinden daha fazla.
Üstelik, ülkemizde bulunan bitki biyoçeşitliliğinin, üçte biri de endemik.
Mesela;
“Svalbard Küresel Tohum Deposunda”, Türkiye’ye ait, 23 bin örnek bulunuyor.
Bu örnekler, milyarlarca dolarlık bir ticaret potansiyeline işaret ediyor.
Uluslararası tohum firmalarının,
Anadolu’muza ait tohumları, kendi adlarına tescil ettirdiklerini,
ve bunlar üzerinden, milyarlarca dolar para kazandığını biliyoruz.
Dünyadaki yıllık tohum ticaretinin, 50 milyar doların üzerinde olduğu günümüzde,
ülkemizin bu değerden, sadece 162 milyon dolar pay alması,
akılla izah edilebilecek bir durum değildir.
Oysa, gerek, bir şekliyle, yurtdışına götürülmüş veya kaçırılmış,
gerekse de, küresel tohum bankasında saklanmakta olan,
genetik kaynaklarımızın geri alınabilmesi mümkün.
Ülkemizin, yakın gelecekteki en büyük mücadele alanlarından birisi,
gen kaynaklarımızın korunması, ve geriye dönüşlerinin sağlanması olacak.
Uluslararası anlaşmalar, bu kaynakların, ait olduğu coğrafyanın ispatlanması durumunda,
menşeine iadesini, zorunlu kılıyor.
İşte o nedenle,
Tarım Bilimleri Akademisi, bizim için;
tam da bu ihtiyacı karşılayan, uluslararası bir kurum olacak.
Atatürk Orman Çiftliği, hedeflediğimiz gibi bir akademi hâline geldiğinde;
50 milyar dolarlık, dünya tohum ticaretinden,
en az 10 milyar dolarlık bir pay alacağız.
Değerli milletvekili arkadaşlarım;
Mevcut durumda, ülkemizde tarımda yapay zekâ kullanımı,
neredeyse yok denecek kadar az.
Tarım 4.0’a geçen işletme sayısı ise, hemen hemen hiç yok.
Bizim, hem mevcut tarım işletmelerimizi, tarım teknolojileriyle buluşturmamız,
hem de, tarım teknolojilerini kullanan, yeni işletmeler kurmamız gerekiyor.
İşte bu nedenle;
Ülkemizin, Tarım 4.0’a geçmesini kolaylaştırmak için,
Akademi içinde, bir de, “Bilişim Merkezi” kuracağız.
Bu merkez, ilk 5 yıl içinde kuracağımız,
Tarım 4.0 ile uyumlu, 25 bin orta ve büyük ölçekli yeni işletmenin,
ve “Gönüllü Toplu Tarım Projemiz” ile, ölçek büyüklüğüne ulaştıracağımız,
40 bin tarım işletmesinin, teknolojik teminatı olacak.
“25 bin yeni işletme”,
ve “40 bin Gönüllü Toplu Tarım İşletmesi” hedeflerimizi, hayata geçirdiğimizde,
tarımdaki yıllık brüt hasılamıza, yaklaşık 120 milyar lira,
ve yüzde 22 civarında, ek katkı sağlamış olacağız.
Aziz milletim;
Ayrıca;
Atatürk’ümüzün hazineye bağışladığı tek çiftlik, Atatürk Orman Çiftliği değildir.
Bağışladığı tek arazi de, Atatürk Orman Çiftliği arazisi değildir.
Toplamda, tam 154 bin 729 dönüm, yani 154,7 kilometrekare arazi var.
Yalova Millet Çiftliği,
Yalova Baltacı Çiftliği,
Silifke Tekir Çiftliği,
Silifke Şövalye Çiftliği,
Tarsus Piloğlu Çiftliği,
Dörtyol Karabasamak Çiftliği,
ve Dörtyol Portakal Bahçesi’yle birlikte,
toplam 8 çiftlikten bahsediyoruz.
Her çiftliğin de, birbirinden değerli hikâyesi var.
Hele bir de, Dilucu Sınır Kapısı var ki, gerçek bir dış politika başarısı...
15 km uzunluğundaki bu arazi, bizi Azerbaycan’a bağlıyor.
Atatürk bu araziyi, İran Şahı’ndan, parasını cebinden vererek satın almış.
İşte biz bu çiftlikleri de, bu çiftliklere çökmeye çalışanları da, unutmayacağız.
Atatürk’ün o büyük vizyonuna uygun hâle gelmeleri için, ne gerekiyorsa yapacak,
ve her birini, ülkemizde tarımı şaha kaldıracak, bilim ve teknoloji merkezleri hâline getireceğiz.
Aziz milletim,
Atatürk Orman Çiftliği Tarım Bilimleri Akademisi projemizi hayata geçirirken,
Aynı zamanda;
“Yaparak, yaşayarak ve deneyimleyerek öğrenme” yaklaşımı ile,
50 Tarım Meslek Lisesi açacağız.
Çiftçi çocuklarına, pozitif ayrımcılık yaparak,
bu okullarda okumaları için, ek kontenjan ve ek puan vereceğiz.
Bu liseleri, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlarken,
uygulama ve yönetim açısından sorumluluğu ise, Tarım ve Orman Bakanlığı’na vereceğiz.
Böylece, bu liselerden mezun olacak her gencimize, iş imkânı sağlarken,
tarım sektörünün şiddetle ihtiyaç duyduğu,
öğretici-uygulayıcı teknik eleman açığını da, gidermiş olacağız.
Atatürk Orman Çiftliği Tarım Bilimleri Akademisi Projemiz,
milletimize ve memleketimize hayırlı, uğurlu olsun.
Emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Değerli dava arkadaşlarım,
Bugün, mertlikten, sadakatten, dürüstlükten, vicdandan ve ahlaktan dem vuranların;
Gerçekte ne olup ne olmadıklarını en iyi biz biliyoruz.
Biz onların mertliğini;
Milletin sesinden, memleketin gerçeklerinden kaçıp,
saraya kapandıklarında gördük.
Biz onların milletimize olan sadakatini;
Saray danışmanlarına, 5-10 maaş verirken;
Gençlerimizin işsiz ve çaresiz gezmesine, göz yumduklarında gördük.
Yandaşlarını ranta doyururken;
Emekliyi, çiftçiyi, esnafı, borca boğduklarında gördük.
Biz onların dürüstlüğünü;
Koltuklarını kaybetme korkusuyla sığındıkları iftiralarda,
Milletimizi kandırmak için anlattıkları masallarda gördük.
Biz onların vicdanını;
Evi yanan, çaresiz kalan, açım diyen vatandaşa, çay fırlatırken,
Tarlasına incir ağacı diktikleri çiftçileri, yurtsuz bıraktıkları gençleri,
terörist ilan ederken gördük.
Ama merak etmeyin.
Bu gerçekleri milletimiz de görüyor.
Onların tek başlarına adım bile atamadıkları,
bizim ise, karış karış gezdiğimiz Anadolu’nun sokaklarından, bir ses yükseliyor.
Hayal kırıklığına uğrayan insanlarımızdan bir ses yükseliyor.
Esnaftan, çiftçiden, emekliden, öğrenciden,
Kadınlardan, gençlerden,
Topyekûn milletimizden bir ses yükseliyor.
Milletimiz, bu beceriksiz yönetime, “ARTIK YETER” diyor.
Artık Millet, Bizi Çağırıyor!
Milletimiz artık bizi, İYİ Parti'yi iktidara çağırıyor!
Herkes içini ferah tutsun.
Türkiye’nin çözülemeyecek sorunu yok.
Vizyonumuzla, çözümlerimizle, projelerimizle geliyoruz.
Arkamızda milletimizin desteği,
omuzlarımızda zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye’yi inşa etmenin,
büyük sorumluluğuyla geliyoruz.
Az kaldı.
Sandık, her geçen gün, daha da yaklaşıyor.
O kutlu gün gelecek ve Allah’ın izniyle bu çile bitecek.
Milletimiz yetkiyi verecek,
ve İYİ Parti iktidarında, söz yeniden milletin olacak.
Çünkü bizim yolumuz, hak yoludur, hakikat yoludur, adalet yoludur.
Bizim yolumuz, millet yoludur.
Bizim yolumuz, Ömer’in yoludur.
Bu kutlu yolda, Allah yar ve yardımcımız olsun.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun."
Hibya Haber Ajansı