Saadet Partisi Genel Başkan Vekili .Sabri Tekir, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Tekir, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"Basın toplantımızı teşrif eden değerli basın mensuplarıve saygıdeğer misafirler, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyor, basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.
KKTC'nin Kuruluş Yıl Dönümü
15 Kasım tarihimizde önemli günlerden biri. 1974 yılında merhum Necmeddin Erbakan hocamızın emriyle şerefli ordumuzun gerçekleştirdiği şanlı Kıbrıs Barış Harekatı ile yok olma, yok edilme tehdit ve tehlikesinden kurtulan KKTC’nin bağımsızlığını ilan ettiği gün. 15 Kasım bu yıl çok daha coşkulu, çok daha yoğun programla kutlandı. Sayın Genel Başkanımız Temel Karamollaoğluda, KKTC’nin 38. kuruluş yıl dönümü etkinlikleri münasebetiyle Kıbrıs'a 3 günlük bir ziyaret gerçekleştirdi.
Sayın Genel Başkanımız KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar, Meclis Başkanı Sayın Önder Sennaroğlu, Başbakan Sayın Faiz Sucuoğlu ve diğer siyasi parti genel başkanları, milletvekilleri ve pek çok sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile bir araya geldi, temaslarda bulundu.
Saadet Partisi olarak, biz Kıbrıs konusunu her zaman milli bir mesele olarak gördük, görmeye de devam edeceğiz. Annan Planı ve benzeri plan ve oyunlarla Türkiye’ye Doğu Akdeniz havzasını kaybettirecek, ülkemizin güney kesimini, dolayısıyla kısmen veya bütününü kaybetme tehlikesiyle karşılaşmamıza neden olacak hiçbir girişimi kabul etmedik ve etmeyeceğiz. Ayrıca, bir kez daha ifade etmekte yarar görüyoruz; şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da her zaman Kıbrıs Türk halkının haklı davasının yanında olacağız, elimizden gelen her türlü desteği vermeye devam edeceğiz. Bu arada, Hükümetin Annan Planı oylaması yanlışlıklarından rücu edip, şimdilerde takip etmeğe çalıştığı Kıbrıs politikasını tasvip ettiğimizi de belirtmek istiyoruz.
Bu nedenle KKTC'nin 38. kuruluş yıl dönümünü ve 15 Kasım Cumhuriyet Bayramını kutluyor, Kıbrıs Türk halkına gönül dolusu selam ve sevgilerimizi iletiyoruz.
Bütçe Sürekli Açık Veriyor
Kamu Bütçesi ( Merkezi Yönetim Bütçesi) hükümetlerin genellikle bir yıl gibi bir dönemde millet adına gelirleri toplama, belirleyecekleri kamusal hizmetlere harcamada bulunma izni veren mali, siyasi ve hukuki bir belgedir. Merkezi Yönetim Bütçelerinin hedefleri, büyüklükleri ve görüntüsü aynı zamanda hükümetlerin başarılarını, itibarlarını ve sorumluluk bilinçlerini yansıtırlar. Denk olarak bağlanan ve o sorumlulukla uygulanan bütçeler aslında deyim yerinde ise hükümetlerin vatandaşlarına karşı namus ve vicdani sorumluluğunun da ifadesidir.
2022 mali yılı Merkezi Yönetim Bütçe tasarısı TBMM’ne sunulmuş, Bütçe ve Plan Komisyonunda müzakeresi devam etmektedir. Merkezi Yönetim Bütçe tasarısı milletin derdine derman olacak nitelikte değildir. Bütçe, yamalı bohça gibidir, borç ödeme bütçesidir, yatırım yapmak, istikrarı sağlamak yerine günü kurtarma ve garantili yol, köprü ve hastane işletmelerine kaynak sağlama, kaynak aktarma amaçlı ve yeni istikrarsızlıklara zemin hazırlayacak bir bütçedir. Uygulanmakta olan 2021 yılı bütçesinin açıklarını kapatacak, yeni ve daha büyük açıklara neden olacak bir bütçedir. Nitekim, Hazine’nin Aralık ayı borçlanma takvimi bunu açıkça göstermektedir.
2021 Bütçesi ile ilgili şu verilere bir bakalım:
Bütçe, 2021 Ekim Ayı sonunda 78 milyar 499 milyon lira açık vermiştir.
Ocak-Ekim döneminde bütçeden ödenen faiz miktarı 156 milyar 573 milyon liraya ulaşmıştır.
Geçen yılın aynı döneminde ödenen faiz miktarı ise 119 milyar 581 milyon liravermiş idi.
TBMM’de müzakere edilmekte olan 2022 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinde Faiz giderleri 240.4 milyar TL olarak tespit edilmiş durumdadır, faiz giderlerinin bu düzeyde kalacağı ise doğal olarak kuşkuludur.
Yanlış politikalar neticesinde bütçe dengesi bir türlü tutturulamıyor, vatandaşın alın teri ise bir avuç faizcinin kasasına, cebine gidiyor, bundan hükümet hiçbir üzüntü duymadığı gibi, bunun böyle olmasını adeta ister gibi bir tavır içinde bulunuyor.
"Denk bütçe" nedir, bu nasıl sağlanır; iktidar partisinin mensupları bu kavramı hiç duymamış gibiler. Duymamaları mümkün değil, ancak duymazlıktan geldikleri veya önemsemedikleri muhakkak.
Prof.Dr. Necmettin Erbakan Hocamız döneminde biz bunu başarmıştık, milletimizden yetkiyi aldığımızda bunu yine biz başaracağımıza inanıyoruz.
Ak Parti Yoksullukla Mücadele Edecekti; Yoksulluk Derinleşti
3 Y ile savaşma iddiasıyla iktidara gelen hükümet, 19 yıllık iktidarı sonrasında yoksullukla mücadele etme ve yoksulluğu ortadan kaldırma yerine yoksulluğu derinleştiren politikalar uyguladı. Bu politikaların sonunda:
-2020 yılında Türkiye'de 6 milyon 630 bin hane sosyal yardım aldı. 2019'da sosyal yardım alan hane sayısı3 milyon 282 bin 975 idi. Bu dasosyal yardıma muhtaç hane sayısınınbir yılda yüzde 102 oranında arttığının göstergesidir.
Yine, 2019 yılında sosyal yardımlara ayrılan kamu kaynağı 55 milyar TL iken 2020 yılında bu rakam ancak69 milyar TL olmuştur. Sosyal yardım alanlara ödenen paraların muhtemeldir ki reel değeri önemli düşüş göstermiştir.
2020'de 6 milyon 630 bin 682 hane sosyal yardımlardan faydalanırken, bu yardımlardan faydalanan 2 milyon 450 bin 80 hanede düzenli yardım almıştır.
2020'de 1 milyon 154 bin 418 hanede yaşayan 4 milyon 414 bin 724 kişiye toplam 629 milyon 297 bin 527 TL tutarında gıda yardımı yapılmıştır.2019'da ise toplam 688 bin 507 haneye gıda yardımında bulunulmuş ve 343 milyon TL ödenmişti. Bu da gıda yardımı alanların sayısında yaklaşık yüzde doksan artış demektir.
Bu, TÜİK tarafından ve diğer kamu kuruluşlarınca üretilen verilerin gösterdiği bir tablo değildir. Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi’nin verileri de benzer gelişmelere işaret etmektedir. Nitekim,
Avrupa Birliği (AB) İstatistik Ofisi’nin verilerine göre de 2015-2019 arasını kapsayan 4 yıllık süreçte Avrupa’da yoksulluk ve sosyal dışlanma riskinin en fazla arttığı ülke Türkiye olmuştur.
Yine söz konusu İstatistik Ofisi’ne göre 2015’te Türkiye’de halkın yüzde 26,7’si yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında yaşarken, bu oran 2019 yılında yüzde 33,2’ye kadar yükselmiştir ki, halkımızın 3’te 1’ine tekabül etmektedir. Yine, ülkemizde 8 milyon kişinin sigorta pirimi devlet tarafından ödenmektedir. Bu özellikle son yıllarda hükümetin ekonomi politikalarının iflası anlamına gelmektedir.
Bu rakamlar, birileri tarafından “sosyal yardımları artırdık” şeklinde övünç kaynağı olabilir. Herkes bilir ki sosyal devlet elbette önemlidir. Ama asılolan yaygın, etkin refah toplumu oluşturacak üretime dayalı refah devletidir.
İktidar, iş başında bulunduğu 20 yıllık dönemde refah toplumu oluşturma yerine halkımızı sosyal yardımlara muhtaç hale getiren politikalar izlemiştir.
Yoksulluğu bitireceklerini söyleyerek yola çıkanlar, yoksulluğu ancak giderek derinleştirebilmişlerdir.İktidar, ayrıca, sosyal yardımlara muhtaç ettiği insanların “hükümet değişirse biz bu yardımlardan oluruz” korkusundan beslenmek ister hale gelmiştir.
Şunu hatırlatmakta yarar vardır:
“İnsanları yoksullaştırıp “Biz yoksullara bu kadar yardım yapıyoruz” demek marifet değildir.”
“Asıl marifet, yoksulluğu ortadan kaldırmaktır.”“Asıl marifet, geliri adil dağıtmaktır.”“Asıl marifet, refahı yaygınlaştırmaktır.”
Hiç kimse endişe etmesin, biz bu sosyal yardımları kesintisiz ve siyasi görüş farklılığı gözetmeksizin adil bir şekilde elbette dağıtacağız; fakat bizim esas hedefimiz bu ülkede yoksulluğu ortadan kaldırmak, istihdamı genişleterek alınteri ile geçinmenin huzurunu yaşayan, adaletli, dengeli ve yaygın bir refah toplumu oluşturmaktır.
Rakamlar Büyüyor Ama Alım Gücü Düşüyor
İktidar yetkilileri sürekli olarak rakamsal büyümelerden, asgari ücretin, memur maaşlarının, öğrenci burslarının 20 yıl öncesine göre artığından söz ediyorlar.
Evet, rakamlar gerçekten büyüyor. Fakat, insanımızın cebine giren paranın alım gücü her geçen gün düşüyor.
“Eskiden insanlar 500 lira alıyorlardı, biz onu 3 bin lira yaptık” ifadesi rakam illüzyonu veya illüzyonist politikadan başka bir şey değildir.
Ücretler rakamsal olarak artıyor olabilir, ama o ücretin alım gücü her geçen gün düşüyor.
Örneğin, 2003 yılının eylül ayında 4 kişilik bir aile, günlük minimum 15,7 liraya sağlıklı beslenebilirken, bugün ancak 98.49 liraya sağlıklı beslenebilmektedir.
Ak Parti iktidarının18 yıllık döneminde açlık sınırı 6.3 katına çıkmıştır. Aynı dönemde enflasyon ise 5.63 katına yükselmiştir. Buna göre açlık sınırındaki artış genel enflasyonda yaşanan artışın üzerinde gerçekleşti. Yani, milletimiz farkına varılmayacak şekilde uzun dönem fakirleştirme politikasına tabi tutulmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı tüketici fiyat endeksi (TÜFE) ise Aralık 2002’den Kasım 2020'e kadar yüzde 409 arttı.
Bu veri; Aralık 2002’de 100 liraya alınan bir mal sepetinin Kasım 2020'de 509 TL'ye alınabildiği anlamına gelmektedir.
Asgari ücretin sadece 1 yılda 100 dolar civarında değer kaybettiğini herkes gözlemektedir.
Dolar 6,6 katına çıktı.
Dolar, 1 liradan 5 liraya 17 yılda çıkarken, 5 liradan 10 liraya sadece 3 yılda çıktı! Bunun sonucunda emekli bir profesörün maaşı 2000 dolardan 1100 dolar dolayına düşmüştür.
2001 krizinde 21 Şubat 2001 ile 21 Şubat 2002 arası dolar kuru 1.99 kat artmıştı. 21 Şubat 2021'den bu yana dolar kuru şimdiden 1.44 kat arttı.
BDDK verilerine göre vatandaşlarımızın toplam kredi borçlar 4 trilyon TL’yi aşmış bulunmaktadır. İhtiyaç ve tüketici kredileri toplam 1 trilyon 174 milyarı aşmaktadır. Toplam dış borçlarımızın 500 milyar dolar dolayında olduğu bir ortamda borç bataklığına saplanmanın giderek artan etkilerini çok daha net şekilde hissedeceğiz.
Altı (6) ay içinde enflasyon tahminleri üç defa revize edilmiş ve başlangıçtaki %9.4’ten 28 Ekim 2021 tarihinde %18.4 olacak şekilde yüzde yüze yakın bir artış hedeflenmiş, o dahi tutmaz hale gelmişse, ortada inkar edilemez bir hata var demektir. Hükümetin gözlem ve tahmin gücü zayıflamıştır. Uzağı göremeyenmiyobik bir bakış açısına yakalanmış gibi görünmektedir.
Gerçekten de ülkemizde bir kitap yazılıyor, ancak bu yazılan kitabın Tanzimat yöneticilerinin yazdığı kitaba benzemesinden endişe ediyoruz. Biz ülkenin akıbetinin ve insanımızın hayat şartlarının her açıdan iyileşmesini, daha müreffeh bir toplum haline gelmesini arzu ediyoruz. Bu da TL’nin sağlam para haline getirilmesi ve çalışanlarımızın gerçek enflasyon oranında ücretleri artırılarak, o düzeyde ekonomiyi stabil hale getirmekle sağlanabilir. Biz yazılan kitabı zevkle ve gururla okumaktan yanayız. Geçmişin hasretini, geleceğin açısını çekerek değil.
İlk yapılacak şeylerden biri de ücretleri artırırken TÜFEverilerini, fakat zamları yaparken genellikle ÜFE verilerini esas alma haksızlığına – zulmüne son verilmesi gerekmektedir.
Hibya Haber Ajansı