İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Akşener açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

"Biliyorsunuz, geçtiğimiz Cumartesi günü Denizli’deydik.

Millet bizi çağırdı, bize de icabet ettik.

Söylenecek sözümüz var dedik.

Denizli’nin sesini, tüm Türkiye duysun dedik.

Sağ olsunlar, Denizlili kardeşlerimiz de, 29 Ekim Meydanı’na adeta aktı.

Denizli’deki toplantımız,

Türkiye’nin her köşesinde yaşanan, huzursuzluğa, yokluğa, işsizliğe, adaletsizliğe,

“Artık Yeter” diyen bir, “Millet Refleksi’ydi”.

Milletin kurduğu bir partiyi, dağıtmaktan,

Genel Başkanı’nı, “Teneşire yatırmaktan” bahseden Sayın Erdoğan’a,

“Orada dur bakalım!” diyen, bir Millet Refleksi’ydi.

Milletimiz, Denizli’den dedi ki;

“Siyasette son sözü ben söylerim.

Benim irademe el uzatmak, kimsenin haddi değildir.”

Milletimiz, Denizli’den dedi ki;

“İYİ Parti yalnız değildir.

Demokrasinin kuralları içinde, yarışa ve mücadeleye varım,

ama tehdide, baskıya, zorbalığa asla izin vermem.”

Milletimiz, Denizli’den dedi ki;

“Mağrur olma Sayın Erdoğan, senden büyük Millet var, senden büyük Allah var!”

Denizli 29 Ekim Meydanı,

Bu ucube sisteme, ve onun sonuçlarına mahkum edilen, aziz milletimizin,

köprüden önceki son çıkış uyarısıdır.

Bunu anlayan anlar.

Anlamayan da, zaten sandıkta milletin tokadıyla uyanır.

Bu vesileyle, bir kez de buradan, Denizlili kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum.

O meydanı dolduran, demokrasi aşığı her bir vatandaşımızdan, Allah razı olsun.

Dava arkadaşlarım;

Denizli’deki kalabalığı gören bazı iktidar mensuplarını, kaşıntı tutmuş.

Alan şöyle miydi, kalabalık böyle miydi diye, dedikodu sıraları oluşmuş.

Panik rüzgarları, Beştepe koridorlarında esmeye başlamış.

Elbette şaşırmıyoruz.

Verdiğimiz rahatsızlıktan da, hiç üzgün değiliz.

Çünkü biz, milletimizin arasındayız.

Her ilde, her ilçede, milletimizle hemhal oluyor, dertleşiyoruz.

Girilmedik sokak, çalınmadık kapı bırakmıyoruz.

Milletimiz de bu samimiyeti, bu gayreti görüyor, bizimle birlikte yürüyor.

O nedenle, dedikoducu iktidara sözüm şudur;

Nazar etme ne olur; çalış, senin de olur!

Biz, Denizli’ye, milletimize tercüman olmak için gittik.

Milletimizle buluşup, dertlerini, o meydandan, saraydakilere duyuralım diye gittik.

Ve biliyorum ki, duydular.

On binlerce vatandaşımızın,

verdiği cevapları, ilettiği mesajları, gayet net bir şekilde duydular.

Ama ar damarı çatlamışlar, her zaman yaptıkları gibi, kulaklarının üzerine yattılar.

Olsun.

Önce, duyacaklar.

Sonra, daha güçlü duyacaklar.

Sonra, kulakları sağır edecek şekilde duyacaklar.

Sonunda, ya gereğini yapacaklar, ya da çekip gidecekler.

Bu kadar basit.

Yalnız, ben size bir şey söyleyeyim mi;

22 aydır, milletimizin arasındayım.

Türkiye’yi, il il, ilçe ilçe geziyorum.

Ve görüyorum ki milletimiz, kararını çoktan vermiş.

Sayın Erdoğan ve arkadaşları için, artık yol görünmüş.

Bavulları toplama vakti, artık gelmiş.

Hareket saati, artık gelip çatmış.

Bu vesileyle,

Sayın Erdoğan’a iyi yolculuklar, emeklilik hayatında da başarılar diyorum.

Değerli milletvekilleri;

Geçen hafta, bu kürsüden konuşurken dolar 10 lira 43 kuruştu.

Bu sabah 13 lira.

Bu ne demek biliyor musunuz?

Bir hafta içinde dış borcumuz 1 trilyon 180 milyar lira arttı demek.

Hani şu bol garantili projeler var ya.

Hani o beş müteahhidin kasaları var ya.

İşte o kasalara 420 milyar lira daha girdi demek.

Kendisi bu sıralar yurt dışında turistik faaliyetler peşinde.

Ama Damat Bakan’ın geçen yıl ülkemizi içeriye dolar ve altın cinsinden borçlandıran akıl dolu stratejik hamlesinin sonuçları bugün maalesef karşımızda.

Çünkü Damat Bakan’ın olağanüstü vizyonu sağ olsun.

Bu artış aynı zamanda cebimizden fazladan 320 milyar lira çıkması demek.

Yani sadece bir hafta içinde Türkiye’nin borcu 1 trilyon 920 milyar lira arttı demek.

83 milyon vatandaşımızın her birinin cebinden 8 asgari ücret kadar para çıktı demek.

Bu arkadaşlar pek oralı değil ama sadece 1 hafta içinde geçen sene alın terimizle çalışarak, üreterek kazandığımız millî gelirimizin üçte birini, faiz olarak geri verdik demek.

Peki tablo bu kadar ciddiyken iktidar mensupları ne yapıyor dersiniz?

İktidar yine her zamanki gibi; durmak yok, saçmalamaya devam…

30 yıldır dolar karşısında değer kaybetmeyen Japon Yeni’yle beyin yakan kıyaslamalar yapanlar mı dersiniz…

Matematik bilimini ağlatma pahasına sözü, “Amerika Birleşik Devletleri bizi kıskanıyor’a” getirenler mi dersiniz…

5 bin liralık kaşkoluna laf edenlere; “Bizimkiler dizisinin kapıcısı değiliz ya.” diyerek genel başkanının apartman görevlisi sevgisini yepyeni seviyelere taşıyan densizler mi dersiniz…

Utanmadan; “Ayda iki kilo et yiyorsak yarım kilo yeriz. Domatesi iki kilo yerine, iki tane alırız.

Kış günü turfanda sebzeleri kullanmak zaten sağlığa da çok faydalı değil.

Biber alırız, bir kilo alacağımıza 3 tane alırız.” diyen beslenme uzmanı milletvekili mi dersiniz…

Zor durumdaki çiftçilerimize; “nankör” demeye kalkan hadsizler mi dersiniz...

Biz; “Bir ay içinde LPG’ye 4 defa zam yapıldı.” deyince; “Yeni bir ekonomik rota deniyoruz.” diyen üstün zekâlı navigasyon uzmanları mı dersiniz...

Hatta Batman’da sergilediği dört işlem bilgisiyle dosta güven, düşmana korku salan ünlü ekonomist sayın Erdoğan’ın bizzat kendisi mı dersiniz…

Ez cümle kolektif bir saçmalama furyası almış başını gidiyor.

Milletimiz her gün daha da fakirleşirken sayın Erdoğan’ın himayesindeki cehalet festivali tüm hızıyla devam ediyor.

Ne diyelim, Allah ıslah etsin.

Aziz milletim;

Ne sayın Erdoğan, ne de ortaklarının, Türkiye’ye verecek hiçbir şeyleri kalmadı.

Bu yüzden, milletimizin iradesine saygısızlıkta sınır tanımıyorlar.

Bunlar, artık, milletimizin önemli bir bölümünün, güvenerek yetki verdiği kadrolar değil.

Sayın Erdoğan önceki gün, meseleyi yine getirdi, başkalarının üzerine yıktı.

Ne dedi biliyor musunuz?

“Kur, faiz ve fiyat artışları üzerinden oynadıkları oyunu görüyoruz.

Kurdaki yükselişi bahane ederek, hiçbir mantıklı izahı olmayan,

fahiş fiyat artışları yapan fırsatçılara, göz açtırmayacağız.

Hepsinin tepesine tepesine bineceğiz.”

Kardeşim, ülkeyi yöneten sensin.

LPG’ye, doğalgaza, mazota, benzine, elektriğe zammı yapan sensin, sen.

Şimdi çıkmışsın, “Bu fiyat artışları, fırsatçılar yüzünden oluyor.” diyorsun.

Madem öyle, o zaman şu ana kadar gereğini niye yapmadın?

Anca atıp tutuyorsun.

İşi hep, başkalarına fatura ediyorsun.

Madem öyle, çık, gereğini yap, milletin sırtına yapışmış keneler varsa, sök at.

Heyhat!

Yapmıyor.

Çünkü yapamıyor.

Çünkü, kenelere bir el uzatsa, hepsi ya Ak Parti’nin kodamanı çıkacak,

ya da eş, dost, tanıdık çıkacak.

Varsın olsun.

Nitekim;

Zaten artık, terörist çiftçi, işbirlikçi manav, dış güçlerin maşası market suçlamalarını da,

kimse ciddiye almıyor.

Milletimiz, asıl meselenin, Sayın Erdoğan’ın kendisi olduğunu gayet net görüyor.

Gelin şimdi, hep birlikte, bir zihin egzersizi yapalım.

Mesela;

Dış güçler, lobiler, Türkiye’ye birini gönderseydi;

ve bu kişi, bu ucube sistem sayesinde, bir şekilde başa gelseydi;

sizce ne olurdu?

Mesela Türkiye’yi zayıf düşürmek, milleti fukaralığa mahkûm etmek için ne gerekirse onu yapardı değil mi?

Mesela Türk lirasının değerini düşsün diye ne gerekiyorsa yapardı.

Mesela, Türkiye’ye sömürge muamelesi yapar; “Burada ucuz iş gücü var, gelin.” diye yabancıları davet ederdi.

Mesela Türk Milleti’ni her geçen gün daha çok borçlandırır, Türkiye’nin rekabet gücünü, sıfıra indirir,

Türk şirketlerini, ayakta duramayacak hale getirir,

ve yabancılara kelepir fiyata peşkeş çekerdi.

Değil mi?

Sonra mesela;

Türkiye’nin en güçlü olduğu alanları çökertmek için çalışırdı.

Türkiye’nin en büyük potansiyeli nerede?

Tarımda.

O zaman ne yapardı?

Tarımı öldürmek için, tarım alanlarını imara açardı.

Samanı, buğdayı, eti, ithal ederdi.

Şeker fabrikalarını satardı.

Düşük fiyat açıklayıp, çiftçileri borca sokardı.

Sonra da, borçlu çiftçilerin elindeki arazileri, satın almak için uğraşırdı.

Değil mi?

Ez cümle Türk parasını pul, çiftçiyi kendine kul, yolsuzluğu da kendine yol ederdi değil mi?

Tabii şimdi bu zihin egzersizi ile Ak Parti iktidarı arasındaki benzerlikleri fark edenler, bizim bu arkadaşlara her ayna tutuşumuzda yaptıkları üzere yine bağırmaya başlayacak.

Ne yani sen Cumhurbaşkanına; “Dış güç mü diyorsun?” diyecekler.

Sen sayın Erdoğan’a; “Lobilerin adamı” mı diyorsun? diyecekler.

Hayır.

Ben diyorum ki; bir dış güç göreve gelse ancak bunları yapardı.

Gerisi benim değil, sayın Erdoğan’ın sorunu.

Türkiye’ye ancak bir dış gücün ve lobilerin vereceği zararı vermişse bu mesele benim değil, sayın Erdoğan’ın meselesidir.

Şapkayı önüne alıp düşünmesi gereken de sayın Erdoğan’ın bizzat kendisidir.

Sonuçta o dış güç şayet birini göreve getirse bir yerden sonra; “Artık daha fazla da kötülük etmeyeyim. Maskem düşecek, foyam ortaya çıkacak.” diye çekinirdi.

Ama fiyaskoların lideri sayın Erdoğan, ülkeyi tamamen kendi doğal yeteneğiyle batırdığı için ne utanıyor, ne sıkılıyor, ne de çekiniyor.

Aynı rahmetli Başbuğumuzun söylediği gibi; “Beceriksizlikle ihanet arasında kıldan ince bir çizgi vardır.

Beceremediği hâlde makam, mevki işgal etmek en büyük ihanettir."

İşte o nedenle kendisinin niyeti iyi midir, kötü müdür? Artık bir önemi yok.

Çünkü söz konusu devleti yönetmekse cehalet ve ihanet aynı yola çıkar.

Bu kadar basit.

Buradan iktidardakilere sesleniyorum.

İstediğiniz kadar bağırın çağırın.

Ekonomiye ettiğiniz ihanetin ispatı, televizyon kanallarının sağ alt köşesinde duruyor.

Orada dolar 13 lira yazıyor.

Sayın Erdoğan konuşuyor, dolar yükseliyor.

Sayın Erdoğan konuşuyor, enflasyon artıyor.

Sayın Erdoğan konuşuyor, milletimiz fakirleşiyor.

Ne söylerseniz söyleyin, ne yalan uydurursanız uydurun, ne masal anlatırsanız anlatın.

Mızrak artık çuvala sığmıyor.

Gerçeğin ta kendisi apaçık ortada duruyor.

Bu gerçek zam olup yağıyor.

Esnaf perişan, sanayicimizin eli ayağı bağlanıyor.

Mutfaktaki yangın, her geçen gün büyüyor.

Bu aziz millet size o yetkiyi masal anlatın diye değil, işinizi iyi yapın diye verdi.

Japon esnafının sorunlarına, Japon Yeni’nin durumuna kafa yoracağınıza Türk lirasına kafa yorsaydınız böyle olur muydu?

Yetkiyi aldınız, görevi kötüye kullandınız.

Milletimize hizmet etmek yerine; eşe, dosta, yandaşa çalıştınız.

İnsanlarımız iş bulamazken siz sarayda bol maaşlı sefalar sürdünüz.

Vatandaş yoklukla mücadele ederken siz israf içinde yüzdünüz ve bunun bedelini ilk sandıkta ziyadesiyle ödeyeceksiniz.

Bundan şüpheniz olmasın.

Değerli dava arkadaşlarım;

Bu malum arkadaş son olarak çıkıp ne dedi biliyor musunuz?

Türkiye’yi bu ekonomik kurtuluş savaşından da zaferle çıkaracaklarmış.

Vay, vay, vay.

Bak sen hele…

Hamasette gelinen noktaya bakar mısınız?

Muhterem, daha 2 hafta önce; “Türkiye uçuyor.” diyordun.

Ekonomiyi şaha kaldırıyordun.

Hatta ciltler dolusu kitabını yazıyordun.

Hayırdır sayın Erdoğan?

Hesabın mı şaştı?

Anlatacak masallar mı bitti?

Suçlayacak meslek grubu mu kalmadı?

Kardeşim, Türkiye ekonomisini işgal etmeye kalkanlar; sen, beş müteahhitin ve liyakatsiz kadrolarından başkası değil.

Ekonomiyi yerle bir eden siz, ticareti işgal eden siz, tarıma taarruz başlatan siz, milletin hazinesini ganimet görüp yağmalayan da siz.

Şimdi çıkıp kime karşı, neyin savaşını vereceksin?

Ekonominin dibe vurmasının, zamların, işsizliğin, uçan enflasyonun, dövizin sebebi sensin.

Şimdi çıkıp kendi kendinle mi mücadele edeceksin?

Daha dün meclis grubumuz genel görüşme talebinde bulundu.

Dedik ki; "Döviz kurlarında meydana gelen ani artışın nedenlerinin belirlensin.

Bu nedenler ivedilikle engellensin ve oluşturduğu tahribat giderilsin."

Siz ne yaptınız?

Ortağınla el ele verip reddettiniz.

Yani; “Biz durumdan gayet memnunuz. Bize göre ortada bir problem yok.” dediniz.

Bak Tayyip Bey, bu iş böyle olmuyor.

Sen saçmaladıkça olan bu güzelim memlekete oluyor.

Gel, kendini de milletimizi de daha fazla yorma.

Daha fazla tadımız kaçmadan getir sandığı gerisini biz hallederiz.

Sen yeter ki gölge etme.

Biz başka ihsan istemeyiz.

Sayın Erdoğan ve partisinin cehaleti ve beceriksizliği artık kabak tadı verdi.

Geçtiğimiz haftaki Denizli mitingimizde de söyledim, yine tekrar ediyorum.

İlk yapılan yanlışa kaza, ikincisine hata, üçüncüsüne ise tercih denir.

Artık bugün eminiz ki sayın Erdoğan milletimizi fakirleştirip etrafını kayırmayı tercih ediyor.

Memleketi yönetmeyi değil, yetkinin keyfini sürmeyi tercih ediyor.

Liyakat sahibi ve milletine bağlı kadroları değil; kendine biat eden, pık diyici bir saray bürokrasisini tercih ediyor.

Yani ekonominin içine düştüğü bu durum; çiftçimizin, esnafımızın, emeklilerimizin, öğrencilerimizin çektiği bu çile sayın Erdoğan’ın hatası değil, tercihidir.

İşte bu yüzden bugün yaşadığımız kriz Türkiye iktisat tarihine bir yönetim krizi olarak geçecektir.

Çünkü bu ucube sistem; rasyonellikten, şeffaflıktan, hesap verebilirlikten nasibini almadığı için ülkemize neredeyse ihanet edecek kadar kötü kararların alınmasına sebep oluyor.

Bu ucube sistem; kişisel tercihlerin ve ihtirasların, ülkenin ve devletin çıkarlarının önüne geçmesine sebep oluyor.

Yani bu ucube sistem Türkiye’nin önünü açmak yerine, koca bir milleti sayın Erdoğan ve arkadaşlarının vasatlığına mahkûm ediyor.

İşte tam olarak bu yüzden bizim öncelikli itirazımız bu ucube sistemedir.

Çünkü sayın Erdoğan ve ucube sistemi sebep yaşadığımız ekonomik kriz ve derinleşen yoksulluk bir sonuçtur.

 

Aziz milletim,

Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü…

İktidardakiler bugün; öğretmenliğin ne kadar onurlu bir meslek olduğundan, öğretmenlerimizin ne kadar kıymetli olduğundan dem vurup süslü cümleler kurarak bol miktarda hamaset yapacak.

Peki öğretmenlerimizin yaşadıkları sorunları dile getirebilecekler mi?

Dile getirseler bile, çözecekler mi?

Maalesef hayır…

Öğretmenlerimizi, bugün hatırlayacaklar,

yarın da hemen unutacaklar.

Öğrencisinin yüreğine dokunması gerekirken,

daha onlara kavuşamamış olan öğretmenlerimizi unutacaklar.

Atanamadığı için intihar eden, Halil öğretmenimizi unutacaklar.

Çalışmak zorunda kaldığı inşaatta, hayatını kaybeden, Fedai öğretmenimizi unutacaklar.

Ay sonunu getiremediği için, ek iş yapmak zorunda kalan,

abuk sabuk kategorilere bölünen, daha nice öğretmenimizi de, hemen unutacaklar.

Ama biz unutmayacağız.

Onlara da unutturmayacağız.

 

Değerli dava arkadaşlarım;

Eğitim, bir insanın doğduğu yeri, kaderi olmaktan çıkartan bir fırsat,

ve kendi hayatı üzerindeki söz hakkıdır.

Eğitim;

bir milletin varlığını, koruyan, besleyen ve büyüten en önemli kaynağıdır.

Eğitim bir ülkenin, büyüme, çağdaşlaşma,

ve muasır medeniyetler seviyesine, çıkma yolculuğunun anahtarıdır.

Eğitim;

dünyanın değişimindeki en stratejik güçtür.

Kaliteli eğitimin çıktısı olan, nitelikli insan gücü,

ülkelerin, kıyasıya bir rekabete girdiği günümüzde,

milletlere stratejik üstünlük kazandıran, en önemli avantajdır.

Hiçbir ülke, eğitimin yarattığı değerin üzerinde bir değer yaratamaz.

İşte bu yüzden, Sokrat’ın da söylediği gibi;

“Dünyada her şeye bir değer biçilebilir. Ama bir öğretmenin eserine değer biçilemez.”

Aslında biz bunu en yakınımızdan biliyoruz.

Başöğretmenimizin; “Benim en büyük eserim” dediği paha biçilmez Cumhuriyetimizden biliyoruz.

Cumhuriyetimizin genç nesillere genç nesillerin de öğretmenlerimize emanet edilmesinden biliyoruz.

Peki, hâl böyleyken fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerimizin mimarları olan; ana kucağından, baba ocağından sonraki ilk durağımız olan öğretmenlerimiz için bizler ne yapıyoruz?

Koca bir hiç!

İşte tam da o nedenle, Milletin Kürsüsü’nde bu hafta,

atanamayan öğretmenlerimizi dinleyeceğiz.

Bugün aramızda, atanamayan öğretmen bir kardeşimiz var.

Ekrem Demir aramızda.

Buyur Ekrem Öğretmenim, söz de, kürsü de senindir.

Teşekkür ediyorum Ekrem kardeşim.

Değerli dava arkadaşlarım;

Eğitim fakültelerimiz her yıl 45 bine yakın mezun veriyor.

Buna başka fakültelerde okuyup pedagojik formasyon alanlar da ekleniyor.

Dolayısıyla her yıl en az 50 bin kişi atanıp mesleğini yapmayı bekliyor.

Buna rağmen, Millî Eğitim Bakanlığı, her yıl yaptığı gibi bu yıl da,

yalnızca 20 bin öğretmen ataması yaptı.

Okullarda, 100 binden fazla, öğretmen açığımız var.

Ama atanamayan öğretmenlerin sayısı yarım milyonu aştı.

Allah aşkına;

İyi yönetilen bir ülkede, atanamayan öğretmenler diye, bir sorun olabilir mi?

Böyle bir sorun yaratmak için, insanın zihinsel sorunları olması lazım.

İyi yönetilen bir ülkede ya atanacak kadar öğretmen yetişir;

ya da, yetişmiş öğretmen kadar atama yapılır.

Bu denklemi çözmek, o kadar da zor değil.

Ama çözemiyorlar.

3 senedir, her öğretmenler gününde, aynı sorunları konuşuyoruz.

Bir adım ilerleme yok.

Türkiye’de, atanamayan öğretmenler diye bir sorun var.

Bu sorunun nesini anlamadınız?

Aynı sorunları, duvara anlatır gibi konuşmaktan, ben yoruldum;

siz boş boş bakmaktan yorulmadınız.

Şu sorunu çözmek, sorunu konuşmaktan daha kolay.

Ama hala tık yok.

Gerçekten akıl alır gibi değil…

Bu ülkede öğretmen açığı var mı?

Var.

Hem de çok sayıda öğretmen açığı var.

Pek çok okulda, sadece sınıf öğretmeni görev yapıyor.

Branş eğitimi yok.

Devlet okullarında yabancı dil eğitimi yok.

Çoğu devlet okulunda spor branşları yok.

Peki bu açığı kapatacak kaynak var mı?

Evet, kaynak var.

Bugün 100 bin öğretmen atansa, devlete yıllık maliyeti en fazla 12 buçuk milyar lira.

5 müteahhide gelince kaynak var da,

öğretmenlere gelince mi kaynak yok?

Geçtiğimiz hafta, Plan Bütçe Komisyonu’nda,

Millî Eğitim Bakanlığı’nın, 2022 bütçesi görüşüldü.

50 bin öğretmenimizin daha atamasının yapılması için,

6 milyar 250 milyon liralık, ilave ödenek önergesi verdik.

Ama bilin bakalım yine ne oldu?

Cumhur İttifakı oyları ile reddedildi.

Yazıklar olsun…

Türkiye’nin kaynağı var.

Hem de öyle bir kaynağı var ki;

Öğretmene de yeter.

EYT’liye de yeter.

Memura da, esnafa da, öğrencilerimize de yeter.

Bu ülkenin kaynağı bol, ama maalesef iktidarın vicdanı kıt.

Sayın Erdoğan, henüz iktidara gelmediği dönemde,

memleketim İzmit’teki bir mitingde, ne diyor, biliyor musunuz?

“72 bin öğretmen açığınız var.

Siz hala, sınavla öğretmen alıyorsunuz.

Ne sınavı? Kaldırın, atamalarını yapın.”

Aynen böyle diyor.

Hatta bu çağrısını başka toplantılarda da dile getiriyor.

Peki, şu an ülkeyi kim yönetiyor?

Aynı sayın Erdoğan.

Bugün ilk etapta 100 bin öğretmen açığımız varken parmağını kıpırdatmayan kim?

Aynı sayın Erdoğan.

Allah kimseyi bu duruma düşürmesin.

Cenabıhak kimseyi dün söylediğini bugün unutanlardan, verdiği sözden dönenlerden etmesin.

Aziz milletim,

Geçen yıl yapılan bir ankete göre öğretmelerimizin %43’ü; “Daha iyi para kazanacağım bir iş bulursam mesleği bırakmayı düşünüyorum.” diyor.

%59’u ise, gelecekten umutsuz olduğunu söylüyor.

Durumun vehametine bakar mısınız?

OECD verilerine göre,

Türkiye, öğretmen maaşı en düşükülkeler arasında.

Bugün Türkiye’de, öğretmenlerimiz, yoksulluk sınırının altında maaş alıyor.

Yani öğretmenlerimiz, ilk önce atanmanın derdine düşüyor,

sonrasındaysa, tam atandığına sevinecekken,

bu sefer de, geçinmenin zorluğuyla yüzleşiyor.

Şimdi size, 32 yıllık bir öğretmenimizin mektubundan, bir bölüm okumak istiyorum.

Diyor ki;

“32 yılın sonunda, yüksek derecede bir öğretmenim.

Aylık maaşım, 5 bin 795 lira.

İki çocuğum var.

Biri üniversiteden mezun oldu, ama iş bulamadı.

Diğeri lisede okuyor.

Bu maaşla, ayakta durmak mümkün değil.

O yüzden önce kredi kartlarına, sonra da kartları ödemek için kredilere yükleniyoruz.

Maaşımın yarısını kredilere ödüyorum.

Kiradan faturalara, çarşı pazardan çocuklarımın ihtiyaçlarına,

bu çarkı nasıl döndüreceğimi bilmiyorum.

Bu kadar karmaşık bir zihinle, öğrencilerime nasıl hizmet edeceğimi varın siz düşünün.”

Aynen böyle diyor.

Sayın Erdoğan’ın hayal dünyasında, işler ne durumda bilmiyorum ama,

kim ne masal anlatırsa anlatsın, işte Türkiye’nin gerçeği bu.

Değerli Milletvekilleri;

32 yıllık bir öğretmenle, mesleğe yeni başlamış bir öğretmenin maaşı arasında,

ciddi bir fark olması gerekir değil mi?

Çünkü, deneyim süresi, maaş üzerinde etkili olmalıdır.

Ama bakın, OECD ülkelerinde, mesleğe yeni başlamış bir öğretmenle,

uzun yıllar hizmet etmiş bir öğretmenin maaşı arasındaki fark, yüzde 65’in üzerindeyken,

maalesef Türkiye’de bu fark %12.

Mevcut durum yeterince kötü değilmiş gibi bu ucube sisteme geçtiğimizden beri yaşadığımız ekonomik kayıplar da milletimizin her ferdi gibi öğretmenlerimizin de hayat standardını iyice düşürdü.

Mesela Temmuz 2015’te en yüksek öğretmen maaşı 2.982 lira.

O günkü dolar kuruyla bu maaş 1.117 dolar ediyor.

Kasım 2021’deyse en yüksek öğretmen maaşı 5.800 lira.

Peki kaç dolar ediyor biliyor musunuz?

527 dolar.

Hatta bu sabahki kur itibarıyla daha da aşağıda inmiş durumda.

Aylık maaşta 590 dolardan fazla kayıp var.

Yani maaşın kendisinden daha fazla kayıp var.

Sayın Erdoğan işte sana dolarla maaş almayan öğretmenlerimiz durumu.

Sen bol varaklı sarayında sefa sürerken devri iktidarında öğretmenlerimizi düşürdüğün duruma bak.

Yazıklar olsun.

Değerli dava arkadaşlarım;

Bugün devlet okullarında yaklaşık 1 milyon öğretmenimiz var.

1 milyon öğretmenin yaklaşık 110 bini sözleşmeli.

Maalesef Ak Parti iktidarı aynı işi yapmalarına rağmen öğretmenlerimizi kadrolu öğretmen ve sözleşmeli öğretmen diye ikiye ayırıyor.

Peki neden öğretmenlerimize kadro vermek yerine, ücretli çalışmaya mecbur ediyorlar biliyor musunuz?

Çünkü bugün ülkeyi yönetenler, bütçede yeterli kaynak ayırmadıkları için öğretmenlerimize kadro vermiyor, kadro vermedikleri için de öğretmenlerimizi sözleşmeli olarak çalıştırıyor.

Çünkü ücretli çalışan öğretmenlerimizi ucuz iş gücü olarak görüyorlar ve emeklerini istismar etmekten de zerre utanmıyorlar.

Peki sizce bu öğretmenlerimiz ayda ne kadar ücret alıyor?

Asgari ücretin yarısı kadar.

Evet, doğru duydunuz.

Yani iktidar, her zamanki gibi kurnazlık yaparak ücretli öğretmen görevlendirip günü kurtarmaya çalışıyor.

Ama onlar günü kurtardıklarını zannederken olan yine bir neslin geleceğine oluyor.

Değerli öğretmen kardeşlerim, meslektaşlarım;

Bu kafayla bir yere varılmaz.

Ama hiç merak etmeyin, çok az kaldı.

Buradan sizlere bir söz veriyorum.

Hem de öyle, iktidarın verdiği sözler gibi, lafta kalmayacak,

bir “öğretmen” sözü veriyorum.

Biz;

Öğretmene ve eğitime yapılacak yatırımın,

Türkiye’nin geleceğine yapılacak yatırım olduğuna inanıyoruz.

O nedenle, İYİ Parti iktidarında, ilk iş olarak;

Milli Eğitim Bakanlığı’nın, yüzde 85’i maaşlara giden, ve kuşa dönmüş bütçesini,

hak ettiği rakamlara çıkaracağız.

Öğretmenlerimizi; “kadrolu ve sözleşmeli” gibi,

tuhaf tariflere bölen, ucube uygulamaları kaldıracağız.

Her öğretmenimizi, kadrolu olarak istihdam edeceğiz.

Biliyorsunuz, iktidar 2018 yılında sizlere;

Öğretmenlik Meslek Kanunu vaadinde bulundu.

3600 Ek Gösterge vaadinde bulundu.

Bu vaatlerin üzerinden, üç yıldan fazla zaman geçti.

Ama ne oldu?

Ne Öğretmenlik Meslek Kanunu,

ne de, 3600 Ek Gösterge konusunda,

tek bir somut adım atmadılar.

Emin olun biz, onlar gibi, yapıyor-muş gibi yapmadan,

bir an önce, Öğretmenlik Meslek Kanunu’nu çıkartacağız.

Bu kanun ile, öğretmen alımında,

kayırmacılığa, yandaşlığa, torpile son vereceğiz.

Mülakatı tamamen kaldıracağız.

Öğretmen alımında, okul yöneticilerinin seçiminde ve atanmasında,

liyakat, eşitlik ve adalet ilkelerini hâkim kılacağız. 

Bu kanunu öğretmenlerimizin haklarını, sorumluluklarını, etik ilkelerini, niteliklerini, mesleki saygınlıklarını, ve özerkliklerini artıracak şekilde düzenleyeceğiz.

Aynı zamanda, bu kanunla birlikte 3600 ek gösterge, başta olmak üzere,

maaş, ücret ve emeklilik gibi, özlük haklarını ve çalışma koşullarını da iyileştireceğiz.

Millî Eğitim Bakanlığı öğretmenlerine,

1200 lira olarak ödenen, eğitim-öğretim tazminatlarını,

bir maaş olarak ödeyecek ve ödemenin yarısını yıl başlamadan önce,

diğer yarısını da, yarı yıl tatilinde yapacağız.

Öğretmenlerimizin ve yükseköğretim çalışanlarının, ek ders ücretlerini,

günün şartlarına göre, yeniden düzenleyeceğiz.

İYİ Parti iktidarında öğretmensiz sınıf, öğretmensiz çocuk kalmayacak.

Kısa ve orta vadede Millî Eğitim Bakanlığı’nın ihtiyacı olan en az 100 bin öğretmenimizin atamasını yapacağız.

Atamalarda aile bütünlüğünü göz önünde bulundurarak öncelikli kalkınma bölgelerinde görev yapan öğretmenlerimizi ek imkânlarla destekleyeceğiz.

Okul öncesi eğitimi 5 yaşından itibaren zorunlu hâle getirecek ve ilk etapta 20 bin okul öncesi öğretmenimizin atamasını yapacağız.

Öğretmenlerimizin lisansüstü eğitim yapmalarını teşvik edecek, lisansüstü eğitime hak kazanan öğretmenlerimiz için çalışma koşullarında kolaylıklar sağlayacağız.

Ayrıca pandemi döneminde yüzleştiğimiz dijital uçurumun hem öğrencilerimize hem de öğretmenlerimize ne büyük zorluklar yaşattığına hep birlikte şahit olduk.

4 milyon çocuğumuz tableti hatta interneti bile olmadığı için eğitimden yoksun kaldı.

Sadece eğitimlerinden değil, hayatlarından da çalındı.

EBA'ya erişebilmek için interneti çeksin diye çatıya çıkan ilkokul öğrencisi Çınar’ımızı kaybettik.

Online eğitim verirken yine internet çekmediği için Çatıya çıkan Aziz öğretmenimizi kaybettik.

İşte bu acıları bir kez daha yaşamamak için online eğitimin etkinliğini ve verimliliğini artıracağız.

Okullarımızda gerekli olan altyapı ve insan kaynağını sağlayacağız.

Üstelik bizim projelerimiz; “Yüzyılın eğitim projesi.” diye pazarlanan ama 100 gün bile işe yaramayan Ak Parti’nin geleneksel rant projelerinden olmayacak.

Çünkü biz projelerimizi yandaşı zengin etmek için yapmayacağız.

Biz projelerimizi öğretmenlerimizin motivasyonunun artması, çocuklarımızın eğitimde fırsat eşitliğine kavuşması ve ailelerimizin huzura kavuşması için yapacağız.

İYİ Parti iktidarında Allah’ın izniyle ilk Öğretmenler Günü’nü; Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun çıkarıldığı tüm öğretmen ihtiyacımızı karşılayacak kadar öğretmenin atandığı, bir tek öğretmenin dahi sözleşmeli olarak çalışmadığı, ücretli öğretmenlik uygulamasının sona erdiği, öğretmenlerimizin özlük haklarının iyileştirildiği ve çağdaş standartlara kavuşturulduğu bir günde kutlayacağız.

İktidarımızdaki ilk Öğretmenler Günü yerine getirilmeyecek vaatler ve hamasetle yitip giden değil; öğretmenliğin saygınlığının ve itibarının yeniden inşasının kutlandığı, coşkulu bir Öğretmenler Günü olacak.

 

Değerli öğretmenlerim;

Bunların çocuklarımıza iyi bir eğitim vermek gibi bir niyetleri yok.

Bunlarda sizin dertlerinizle dertlenecek vicdan hiç yok.

Tek düşündükleri kendi koltukları.

Tek önemsedikleri kendi sefaları.

Sözüm söz.

İYİ Parti iktidarında heyecanla sınıfa gireceği günü bekleyen genç öğretmenlerimizi öğrencileriyle buluşturacağız.

Ama benim de sizden bir ricam var.

Evlatlarımıza Türkiye’nin aslında ne kadar zengin, ne kadar güçlü, ne büyük potansiyele sahip bir ülke olduğunu öğreteceksiniz.

Yoksulluğun, milletimizin kaderi olmadığını öğreteceksiniz.

Öğrencilerinize hırsızlığın, arsızlığın, yolsuzluğun ne kadar kötü bir şey olduğunu öğreteceksiniz.

Bizi biz yapan değerlerimizi, millet bilincini ve birbirimize saygı duymayı öğreteceksiniz.

Gelecek nesillere Atatürk’ü, onun bu memleket için yaptıklarını ve o büyük vizyonunu öğreteceksiniz.

Öğreteceksiniz ki evlatlarımız kendilerinde hayal kurabilecek, mücadele edebilecek gücü bulabilsin.

Bu vesileyle bir öğretmen olarak başta başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimizin gününü bir kez daha tebrik ediyor, her birine sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Acıları hâlâ yüreğimizde olan Aybüke öğretmenimizi, Necmettin öğretmenimizi ve nice şehit öğretmenimizi de bir kez daha sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.

Mekânları cennet olsun.

 

Değerli dava arkadaşlarım,

İçinde bulunduğumuz inovasyon çağında,

Türkiye’nin, atanamayan öğretmenleri konuşması utanç vericidir.

Blok zincirinin yapay zekânın, “metavörs’ün” konuşulduğu bir çağda, Türkiye’nin enflasyonla, hayat pahalılığıyla boğuşması utanç vericidir.

Ülkemizi her gün daha da geriye götüren bu iktidarın yalanlarına artık bir gün bile katlanmak utanç vericidir.

Artık yeter!

Ak Parti artık Türkiye’nin sırtında bir yüktür.

Hem de ilk sandıkta atılması gereken büyük ve gereksiz bir yüktür.

O yükle yürünmez.

O yükle yokuş çıkılmaz.

O yükle koşulmaz.

O yükle Türkiye, dünya sahnesinde, hak ettiği yere gelemez.

İşte o nedenle, ilk seçimde, sırtımızdaki Ak Parti yükünden kurtulacağız.

Bu milleti, iktidarın beceriksizliklerine daha fazla kurban ettirmeyeceğiz.

Onların yükünden kurtulduğumuzda,

Onların rant hırsından, uğursuzluğundan kurtulduğumuzda,

Türkiye nasıl hızlı yol alacak, görecekler.

İYİ Parti iktidarında, Türkiye öyle hızlı kalkınacak ki, utanacaklar.

Biz, geçmişin kötü örnekleriyle rekabet etmeyeceğiz.

Biz, onlar gibi döktüğümüz asfaltla, diktiğimiz binalarla övünmeyeceğiz.

Biz, dünyanın en güçlü ülkeleriyle rekabet edeceğiz.

Ve biz, milletimizle el ele inşa edeceğimiz kalkınmış, zengin, mutlu ve huzurlu Türkiye ile övüneceğiz.

İYİ Parti iktidarında Türkiye, ileri teknolojinin sanayi 5.0’ın merkezi olacak.

Türkiye tohum geliştirmenin, tarım 4.0’ın merkezi olacak.

Türkiye dünya turizminin, prestijiyle parlayan yıldızı olacak.

Gittiğimiz her yerde görüyoruz ki Millet Bizi Çağırıyor.

Hukuk için çağırıyor.

Adalet için çağırıyor.

Demokrasi için çağırıyor.

İş için çağırıyor.

Aş için çağırıyor.

Borçlarından kurtulup, onurlu bir yaşam sürebilmek için çağırıyor.

Kimse merak etmesin.

Biz o çağrıyı duyuyoruz.

Az kaldı.

O sandık gelecek ve bu zulüm bitecek.

O sandık gelecek ve Türkiye İYİ Olacak!

Çünkü unutmayın ki saray onlarınsa, meydanlar bizimdir.

Para onlarınsa hayır dualar bizimdir.

Yalan onlarınsa hakikat bizimdir.

Talan onlarınsa adalet bizimdir.

İsraf onlarınsa güven bizimdir.

Kodamanlar onlarınsa, garibanlar bizimdir.

Eş, dost, yandaş onlarınsa,

Emekli, çiftçi, esnaf bizimdir.

İhale arsızı müteahhit onlarınsa, atanamayan öğretmenler bizimdir.

Bol maaşlı danışmanlar onlarınsa, iş bulamayan gençlerimiz bizimdir.

Tacizciler, tecavüzcüler, kadın katilleri onlarınsa,

Türkiye’nin boyun eğmeyen kadınları bizimdir.

Ezcümle sarayın sefası onlarınsa, milletimizin cefası bizimdir.

Türkiye’nin iyi ve cesur insanları!

Sorumluluğumuz büyük, görevimiz kutsal, yolumuz çetin.

Bu yolda tuzaklar olacak, düşmeyeceğiz.

Bu yolda provokasyonlar olacak, sakin olacağız.

Sokağa çekmek isteyenler, milleti birbirine düşürmek isteyenler olacak izin vermeyeceğiz ve o kaçınılmaz gün geldiğinde onlar istese de istemese de bu kirli zihniyeti o sandığa gömeceğiz.

Bu yolda Yüce Allah bizlere güç, kuvvet versin.

Allah her birimize, yüce Türk Milleti’ne hakkıyla hizmet etmeyi nasip etsin.

Cenabıhak bizi, milletimize karşı mahcup etmesin.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun."

Hibya Haber Ajansı