Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.

Aksakal açıklamasında;

"Türkiye olarak tarihsel geçmişimizin belki de en zorlu dönemlerinden birini yaşıyoruz. Bir taraftan küresel salgının yarattığı olumsuzluklar, bir taraftan ulusal bütünlüğümüze dört koldan yapılan saldırılar ve devlet geleneklerimizdeki dejenerasyon, diğer taraftan da ekonomide içine düşürüldüğümüz bu badireli süreç.Türkiye bu açmazdan ivedilikle çıkmak zorundadır. Bugün yaşanan olumsuzlukları yaklaşık üç senedir dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık, çözüm önerileri sunduk. Ama gördüğümüz bir husus var ki; Sayın Cumhurbaşkanının gelişmeleri farklı bir pencereden takip ettiğini, kendisini asiste eden yakın çalışma arkadaşlarının ülke gerçeklerinden kopuk tespit ve çözüm önerilerinin sorunlara çare olamadığı, bilâkis düğümlediği gerçeğiyle artık yüzleşmek zorunda olduğunu belirtmek isterim.

Bakınız; çok sıcak bir hadise olduğu için örneklemek gerekirse; Türkiye Bilimler Akademisi Asli Üyesi Prof. Dr. İzzet Özgenç isimli biri çıkıp; “Türk Lirasının yabancı paralar karşısındaki süregelen değer kaybı, “AĞIR EKONOMİK BUNALIM” sonucunun ortaya çıkacağı süreci başlatmıştır.

Bu nedenle kaçınılmaz görünen ağır ekonomik bunalım sebebiyle OLAĞANÜSTÜ HÂL ilânına (Any., m. 119), toplum olarak hazırlıklı olmamız gerekir.” gibi akıldışı bir görüş ortaya atabiliyor. Umarım Sayın Cumhurbaşkanı bu sözde Profesörün sapkın fikirlerinden etkilenmez.

Bu nasıl bir aymazlıktır, bu nasıl bir suikast yöntemidir anlamak mümkün değildir. ABD Başkanının Türkiye’deki “dostlarımız” dediği kadronun bir parçası mıdır bu Profesör? Yoksa Amerika’da ikamet eden, korunan ve kollanan terör örgütü elebaşının kripto unsurlarından mıdır?

Hatırlayacaksınız; ABD merkezli bir operasyonla 1980 yılında 24 Ocak Kararlarının uygulanması şartlarını yaratmak için o dönemin Türk Silahlı Kuvvetlerine bir darbe yaptırıp “bizim çocuklar başardı!” naraları eşliğinde ülkemizin en az elli yıl geri gitmesine neden olmuşlardı.

Yine çarpıcı bir konu olduğu için paylaşmak durumundayım; Sayın Hazine ve Maliye Bakanı bir gazeteci ile yaptığı söyleşide bugün ekonomide yaşananlarla ilgili olarak “Dışarıdan herhangi bir saldırı yok! Çok net olarak söylüyorum. İçeride birkaç manipülatif, spekülatif işlemeler var.” diyebiliyor, sorunun esasen ekonomi politikalara olan güvensizlikten kaynaklandığını belirtiyor, “Bitersek hep beraber biteceğiz. Kazanırsak hep beraber. Karamsar tablo çizenler var. Onlara diyorum ki; Sen maaş alıyorsun. En fazla ne kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin ama ben 1000 kişiyle beraber bütün varlığımı kaybederim.” diyor. Hakikaten akıl tutulması gibi bir konuşma bu.

“Efendim.. özel sohbetti, yazılmamak üzere söylenmiş sözlerdi vs..” gibi mazeretlere sığınamazsınız! Güzel bir söz vardır, “Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler.” tam da bu olay için söylenmiş gibidir.

 Bu nasıl bir anlayıştır, bu nasıl bir insanlıktır anlamak mümkün değil. Siz 1000 kişiyi çalıştıran bir komprador sermayedar olabilirsiniz, gerektiğinde yanlış stratejilerle kendi firmalarınızı batırabilirsiniz ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni batırma hakkına ve yetkisine sahip değilsiniz!

Siz batırmak için değil kalkındırmak için oradasınız. Bu millet sizi o göreve getiren Cumhurbaşkanına bunun için oy verdi!

Bu Sayın Bakan eğer halka saygısı varsa derhal gereğini yapmalı, üzerine verilen yükün kendisine ağır geldiğini itiraf etmelidir. Biz geçmişte de bu gibi sözde Bakanları görmedik mi değerli arkadaşlar?

Karaman’da Ensar cemaatinin yurdunda 40 erkek çocuğa tacizde bulunanlar ortaya çıktığında “bir kereden bir şey olmaz” diyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanından, pandemi döneminde kendi şirketinde ürettiği dezenfektanı iki kat fiyatla devlete satan Ticaret Bakanına kadar neler gördük neler. Dahası; devletin resmi kurumunun başındaki bir zatın, bu milletin seçtiği bir milletvekilinin, üstüne üstlük halktan en çok oy almış ikinci partisinin Genel Başkanının kendisiyle görüşme talebine olumlu yanıt vermediğini, kapılarını kapattığını gördük. Bu bir dejenerasyondur! Bu gibi hadiseler kadim devlet yapısının örselenmesine sebebiyet verir. Sayın Cumhurbaşkanı bu gibileri çok mu arıyor bilemiyorum?

Buradan anlaşılıyor ki; iktidar yapısı içinde veya yakınında yer alan kullanılmaya müsait bazı unsurlar devreye sokulmaktadır, buna karşı çok dikkatli olmak durumundayız. Şunu bir kez daha hatırlatmak isterim ki; kılavuzu karga olanın.. diye başlayan bir atasözü vardır, bunlar boşuna söylenmemiştir, demedi demeyin!

Değerli basın mensupları,

Küresel salgın tüm hızıyla dünyada her gün değişik varyantlarını üreterek insanlığı tehdit etmeyi sürdürüyor. Günlük verilere baktığımızda halâ daha ortalama 200 insanımızı kaybediyoruz. Bu çok can acıtıcı bir durum.

Toplumsal sorumluluk gereği, en az iki doz aşılarımızı yaptırmak başta olmak üzere maske-mesafe-temizlik olarak adlandırılan bireysel tedbirlerin mutlak surette ve önemle uygulanması mecburiyetimizin olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Pandemi tehlikesine yönelik her hafta yaptığımız uyarıdan sonra gündemin önemli konularına ilişkin izlenimlerimizi ve görüşlerimizi paylaşacak olursak;

Bir başka önemli konu da şudur ki; TBMM’nde 2022 Bütçesi görüşmeleri devam ediyor, muhtemelen yarın bu maraton tamamlanacak.

Tabii, Cumhurbaşkanı tarafından hazırlanan Bütçenin öngörülen boyutunun ekonomideki son gelişmelerden sonra yarı yarıya azaldığını anlatmaya gerek bile duymuyorum.

Ancak bilinen bir gerçek var ki; evet, bu bütçe kanunu Meclisten geçecek, zira Cumhurbaşkanını destekleyen ittifak partilerinin sayısal çoğunluğu bunu mümkün kılıyor.

Elbette muhalefet partileri Bakanlıkların ve Cumhurbaşkanlığının bütçe tasarısında yer alan haksız, hukuksuz, insafsız ve gereksiz kalemler üzerine eleştirilerini yapacaklar ama önemli ve çarpıcı hususları, çözüm önerilerini paylaşmak yerine, Meclisin ağırlığına, ciddiyetine kurumsallığına uygun olmayan birçok tavır ve davranış içerisine girmelerini de kaygıyla izliyoruz.

Herkes kendine göre bir şov yöntemi seçmiş, partisinin liderine kendini şirin göstermek için türlü şaklabanlıkları sergilemekten çekinmiyorlar.

Diğer taraftan PKK terör örgütünün Parlamentoda mevzilenmiş militanları da gün geçmiyor ki bir kanunsuzluğa, yasadışılığa imza atmasın.

Partilerinin İl Kongrelerinde bebek katili bir hükümlüye düzdükleri methiyeleri mi anlatalım, sözde demokrasicilik adı altında kendilerinin içinde debelendikleri anarşistliklerden mi söz edelim, binlerce insanımızın kanı elinde olanlara yönelik sözde insan haklarından dem vurup onları legalize etmeye çalışanlardan mı konuşalım, neresinden tutsanız elinizde kalıyor, sapır sapır dökülen, çürümüş bir sistemle karşı karşıyayız.

Sözüm ona TBMM’de Milletvekilliği yapıyor, ilk gün göreve başlarken ettiği yemine bile sadakat göstermeyenden, yemin metnindeki konularda nasıl bir sadakat bekleyebiliriz? İnanılır gibi değil.

Bu ülkenin ulusal Kurtuluş Savaşını veren, emperyalizmi bu topraklardan sürüp çıkaran bir dünya liderini, Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef tahtasına koyan biri nasıl olur da halâ o Gazi Meclisin sıralarında oturabilir? Hayretler içinde izliyoruz.

Cumhuriyet rejiminin düşmanı bir asinin fotoğrafını Meclis Genel Kurulu Salonunda paylaşan biri nasıl halâ daha o görevde kalabilir, O Gazi Meclisin kürsüsünden sözüm ona bir milletvekili nasıl olur da Türkçe dışında bir dille Genel Kurula hitap edebilir? Anlamakta güçlük çekiyoruz.

Lâfa geldi mi mangalda kül bırakmayan sözde “Atatürkçü”ler, ortalığı kasıp kavuran sözde “milliyetçi”ler, demokrasiden ve hukuk devleti ilkelerinden dem vuran sözde “demokrat”lara sesleniyorum buradan; masaların altına saklanarak görev yapamazsınız!

Nerede bu “Cumhuriyetin Savcıları?!”

Dört koldan yapılan saldırılardan söz ediyoruz değil mi? İşte onlardan biri daha önümüze geldi.

Demokrasinin beşiği diye topluma kanıksatılmak istenen Avrupa’nın sözde İnsan Hakları Mahkemesi yeni bir saldırgan siyasi karara daha imza attı.

FETÖ terör örgütü üyesi olmakla suçlanarak tutuklanan ve yargılandığı Mahkeme tarafından 8 yıl 9 ay ceza verilen, cezaevinde yattığı süre göz önüne alınarak tahliye edilen Nazlı Ilıcak için “ifade hürriyetinin ihlal edildiğini” iddia etti. Şimdi buradan sormak isterim;

Demokratik Sol Parti olarak biz de, 2018 yılında yapılan Milletvekili Genel Seçimlerine açık bir kanunsuzlukla DSP’nin katılmasını engelleyen YSK hakkında tüm belgeleri ve delilleriyle kapsamlı bir dosya hazırlayıp adı “İnsan Hakları” olan bu sözde Mahkemeye dava açmıştık.

O gün itibariyle 33 yıllık bir geçmişi olan ve üç kez devleti yönetmiş bir partinin seçimlere katılma hakkının gaspedildiği gerekçesiyle açtığımız davayı bu gün olmuş sonuçlandırmamış bir mahkemenin, FETÖ yapılarıyla geçmişte kol kola olduğu herkesçe malum biri hakkında böyle bir karar ihdas etmesi, FETÖ terör örgütüne hukuki destek vererek Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı bir saldırıdan başka ne anlam ifade etmektedir?

Avrupaymış.. Demokrasiymiş.. Hadi oradan! Sevsinler sizin demokrasi anlayışınızı!

Değerli basın mensupları,

Gerçek şudur ki 19 yıldır iş başında bulunan AK Parti en zor hükümet dönemlerinden birini yaşıyor.

Sorunlara çare üretemeyen ve toplumsal güveni tesis edemeyen muhalefet yapısı da toplumun sağlıklı bir karar üretmesinin önündeki en önemli sorun olarak karşımızda duruyor.

Güncel bir konu olması itibariyle geniş toplum kesimlerinin merakla beklediği bir meselenin bile çözümünde tıkanmış bir yapının bundan sonraki süreçte nasıl bir oyun kurgulayacağı muamma düzeyindedir.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu, beklenen performansı göstermekten uzaklaşmış durumda “bir çıkmazdaymış görüntüsü” sergiliyor. Bu üzücü bir durum.

Bakınız; Biz Asgari Ücret için 18 Kasım 2021 tarihinde 4.090 lira önermiş, ancak kur düzeninin bozulmasıyla birlikte oraya çıkan ekonomik tablo karşısında bu önerimizi güncelleyerek 4.580 lira olması yönünde görüş bildirmiştik.

Demokratik Sol Parti olarak insanca yaşam hakkının kutsallığına olan inancımızla buradan Hükümete bir kez daha seslenmek istiyorum. Gelin, anlamsız takıntılarınızı bir kenara bırakın ve bu ülkede yaşayan milyonlarca dar gelirliyi 2022’ye girerken bir nebze olsun rahatlatın.

Oksijen çadırında yaşattığınız insanlara bir yeni soluk verin. Bu ekonomi modelinizle yarın geleceğiniz nokta bugünkünden farklı olmayacaktır. Kendi Bakanınız bile aynı görüşte. Bu çok açık. Sorunun esasen ekonomi politikalara olan güvensizlikten kaynaklandığını bu ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı söylüyor.

Sayın Bakan “dış güç falan yok” diyor. Koskoca Hazine ve Maliye Bakanı.. şirketlerinde 1000 kişiye maaş veren bir iş adamı.. yalan mı söyleyecek? (!) Kendisine bunun için “komprador” sıfatını kullanıyorum. Biliyorum, dışarıdaki “amcaları” alınmasın diye böyle konuşuyor.

Sahip olduğu sermayesinin batması tehlikesini, emeğinin hakkıyla yaşamını kurgulayan milyonlarca insanımızın enflasyona ezilmesinden daha önemli gören bir “Bakan”dan söz ediyoruz. Resmen bir komedinin içerisinde gibiyiz.

Paramızdan 6 sıfır silmiştiniz, bunun biri geri geldi bile. Devamı çok hızlı gelir. Bunu yapmayın! Bizi kötü bilin ama siz de doğruları söylediğimizin farkındasınız!

AK Parti Genel Başkan Vekili Sayın Numan Kurtulmuş da tespit ediyor artık. “Nihayet vatandaşımızın çektiği dertlerden birinci derece sorumlu olan hükümettir.” demek suretiyle hadiseyi sahipleniyor. Doğru olan da budur.

Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,

Seçim sathı mailine bir adım daha yaklaşıyoruz.

Biliyorsunuz geçtiğimiz yıl ortalarında, Hukukta ve Ekonomide Reform iddiasıyla bir dizi yasal değişiklik yapılacağı hususu bizzat Sayın Cumhurbaşkanı tarafından gündeme taşındı. Bugün geldiğimiz noktada, seçim yasalarında, siyasi partiler kanununda değişikliklerden dem vurularak çıkartılan gürültünün boş bir gürültü olduğu ortaya çıkmıştır.

Ne beklenmektedir, neden beklenmektedir? Bunu sorma hakkımız var. Seçim barajı eğer hakikaten yüksek bulunuyorsa bunu değiştirmek için ille de seçim tarihinin tam 1 yıl öncesini beklemenin ne gibi bir esprisi vardır?

Getirin Meclise ve değiştirin. En azından samimiyet derecenizi göstermiş olursunuz. Seçim bir yıl sonra olur, iki yıl sonra olur, fark eder mi? Yasal düzenlemeleri ele geçirilen mutlak iktidarın devamını sağlamak adına yapma alışkanlığındaki zihniyetler devam ettiği müddetçe maalesef bu sistem de aynı konseptte devam edecektir.

Sadece iktidar partisi olarak değil, ana muhalefet partisi başta olmak üzere parlamentoda grubu olan partiler olarak da bu konularda etkili bir girişime tanık olamıyoruz.

Bir gün “seçim barajı sıfır olmalı” diyenler, ertesi gün “seçim barajı yüzde üç olsun” diye kanun teklifi veriyor.

Örneğin; siyasetin finansmanı konusunda olsun, siyasi Partilere her yıl verilen ve seçim dönemlerinde üç katına çıkan Hazine yardımının hakça paylaştırılması konusunda olsun, YSK kararlarının hâşâ bir “kuran hükmü” gibi kesin ve kontrolsüzlüğüne karşı sessizliğinizin bilmediğimiz bir gerekçesi mi vardır? Çok mu huzurlusunuz?

2023 seçimlerine az bir zaman kaldı, sayılı gün çabuk geçer. Gün gelir devran döner, bunu asla aklınızdan çıkarmayın. Herkes gider Türkiye Cumhuriyeti Devleti bakidir! Kara gün kararıp kalmaz, bu günlerin elbette aydınlık yarınları da olacaktır!” ifadeleri kullandı.


Hibya Haber Ajansı