Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal, gerçekleştirdiği basın toplantısında yaşanan gelişmeleri, ülke ve dünya gündemini değerlendirdi.
Aksakal açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"Covid-19 pandemisinin kıskacında, ağır ekonomik sorunların girdabında ve özellikle yaz aylarında karşı karşıya kaldığımız orman yangını, sel felaketleri ve deprem gibi doğal afetlerle mücadeleyle geçen bir yılı geride bıraktık.
2021’in son aylarında yaşadığımız ekonomideki ağır travmanın etkisi ve yarattığı sonuçlarla da 2022’yi karşıladık.
Yeni bir yıla kavuşmanın sevincini ortadan kaldıran zam sağanağı bugün dahi sistematik olarak devam ederken, geleceğe dair kaygıları her geçen gün daha da artan ortamda nasıl bir yıl yaşayacağımız konusundaki belirsizlik de toplumun yaşama sevincini yok ediyor.
Bu önemle dikkate alınması gereken bir sorundur. Bu üzerinde kolektif çalışmalar yapılıp ortak akılla üretilecek kararlar oluşturularak çözüme kavuşturulabilir.
Aile içi şiddet, ahlaki dejenerasyon, organize suç yapılanmaları ve müspet bilimden hızla uzaklaşmanın yarattığı milli ve manevi yapımıza olumsuz etkileriyle karşı karşıyayız.
İşte; önceki gün bir üniversite öğrencisi kardeşimiz bu gerekçeyle, “..tüm yaşama hevesimi ve sevincimi kaybettim.” diyerek canına kıydı.
Paylaştığı videoda anlattıkları ve değindiği bütün konular bu milletin asıl yüzleşmesi gereken olgulardır. Ülke ekonomisinin kötü gidişinin, ilim yolundan uzaklaşmanın toplumda ne tür sonuçlar oluşturabileceğinin en çarpıcı örneklerinden biridir bu olay.
İmkânsızlıkların pençesinde, mecburiyetlerin yarattığı akıbetlerdir. Söylenecek söz çok. Bu evladımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Başka “Enes Kara’ların” olmamasını temenni ediyorum.
Bu temennimi de bir öneri ile beslemek isterim; devlet kendi evlatlarını başka emellerin insafına terk edemez. 15 Temmuz darbe kalkışmasının faillerinin neredeyse tamamının FETÖ yapılanmasının okullarında ve yurtlarında eğitildikleri ortaya çıktı.
Devlet bunu darbeden çok önce fark etti ama geç fark etti. Bugün ekonomik olarak sıkıntı içinde yaşayan, daha çok dar gelirli ve kırsalda yaşayan ailelerin çocukları farklı isimlerle faaliyet gösteren cemaat, tarikat yapılanmalarının kucağına bırakılıyor.
Geçmişte nasıl özel dershaneler kapatıldı ise bugün artık tüm yurtların devletleştirilmesi zarureti karşımızda duruyor. Sayın Cumhurbaşkanı bunu bir Kararname ile rahatça sağlayabilir. Tereddüt edilecek bir durum yoktur. Seçimlere ilişkin oy kaybı hesabı ile hareket etmek bu topluma ve bu millete yapılacak en büyük kötülük olur.
Bütün bunların yanında devletimizin terörle mücadele sürecindeki can acıtıcı olaylar gündemden düşmüyor.
40 yıldır sivrisinek öldürmekle zaman geçirdiğimizin, bataklığın kurutulması konusunda arpa boyu yol gidemediğimizin bir yeni hadisesini yaşadık yine.
Bir taraftan İçişleri Bakanı kalan teröristlerin envanterini çıkarmaya devam etsin, diğer taraftan Milli Savunma Bakanı “son terörist etkisiz hale gelinceye kadar” diye masallar anlatsın, Şanlıurfa Akçakale sınır boyunda teröristlerin döşediği tuzak sonucu yine ocaklara ateş düştü, yine yürekler yandı.
Sivrisinek sayısını anlatmayın bu millete! Bataklığı kurutun! Bu bataklığı adresi ABD’dir, yeri ve koordinatları da bellidir.
Bu kalleş saldırıda şehit düşen üç Mehmetçiğimize Allahtan rahmet, acılı ailelerine sabır ve metanet diliyorum.
Yine elim bir trafik kazasında yaşamını yitiren Konya Sporun Milli futbolcusu Ahmet Çalık kardeşimize de Allahtan rahmet diliyorum, trafik kazalarını son zamanlarda sanki daha çok duyar olduk.
Trafikte de tedbiri elden bırakmamak gerekiyor. Aşırı hız, uykusuzluk, yağışlı havalarda kış lastiği kullanmamak ve periyodik bakımları yapılmayan araçların trafikte dolaşması maalesef risk oranını yükselten unsurların başında geliyor.
Her şeye rağmen demokratik rejimin çözüm odaklı stratejileriyle iyi günlerin bir an önce gelmesi dileğiyle bir kez daha yeni yılın ulusumuza ve tüm insanlığa sağlık, huzur, barış ve kardeşlik getirmesini diliyorum.
Pandemi demişken; yeni yılda da uyarılarımızı yapmaya devam edeceğiz. Hızla artan salgından kurtulmanın en önemli argümanı olarak hepinizin bildiği gibi asgari iki doz aşı olmak yerine artık en az üç doz ve “hatırlatıcı” olarak adlandırılan dördüncü doz aşımızı yaptırmaktır.
Artık bunun önemini anlamalıyız ve ciddiyetinin farkına varmalıyız.
Her gün on binlerce insanımız hastalanıyor, yüzlerce insanımızı yitiriyoruz. Omicron varyantının da mutasyona uğramasıyla ortaya çıkan Deltacron versiyonunun daha bulaşıcı olduğu konusunda bilim insanlarının uyarılarını göz ardı etmemeliyiz. Umarım bu yıl Covid-19 belâsından kurtuluşumuzun yılı olur.
Dünya sadece pandemiyle mücadele etmiyor, bir taraftan da küresel emperyalizmin dünyanın hâkimiyetini ele geçirme politikalarının sonuçlarıyla da uğraşmak zorunda kalıyor.
40 yıldır kendi coğrafyamızda devam eden bir “sözde Kürt devleti” kurma planları, ABD öncülüğünde yürütülen ve içinde Türkiye’nin de yer aldığı 22 ülkenin sınırlarının yeniden çizilmesi hesabına dayalı “Büyük Ortadoğu Projesi” çalışmaları, Karadeniz’de başlayan ve Orta Asya ülkelerini hedefleyen emperyalist yayılmacı girişimler, son günlerde Kazakistan’da başlatılan iç kargaşa denemeleri hepimizi tedirgin edecek boyutlara ulaşmıştır.
Amerika “gemi azıya almış” görünüyor!
Bir taraftan PKK/PYD terör örgütlerini silah ve mühimmat desteğiyle ayakta tutmaya çalışırken, diğer taraftan Yunanistan’a askeri yığınak yapmak suretiyle cesaret yüklemekte, Yunanlıların tarihsel hafızalarını zafiyete uğratan girişimlerde bulunmaktadır.
İşte bu yüzden Yunanistan iki de birde Ege denizindeki karasularını 12 mile çıkarma histerisine tutulmakta, silahlandırılması yasak olan adalardaki askeri varlığını sürekli artırmaktadır.
Ondan sonra da TBMM’nin, 1995 yılında 12 mil konusunda almış olduğu “casus belli” kararını bir “tehdit” unsuru sayarak üçüncü ülkelere ağlaşmaktadır.
Türkiye bugün bir adım daha ileri gitmelidir; mevcut antlaşmalar hilafında silahlandırılan adaların boşaltılmaması halinde bunun da bir “casus belli” sayılacağı konusunda TBMM’nden karar çıkarmalıdır. Artık bu bir zaruret halini almıştır.
Bu saydıklarımın tamamında ortak paydanın Amerika Birleşik Devletleri’nin emperyalist stratejilerinin artık tartışılmaz bir gerçek olduğu ortaya çıkmıştır.
Dün bizlerin ABD emperyalizmine karşı mücadelesine zincirle, muştayla, silahla karşılık verenlerin bile (tabii eğer gerçekten samimi iseler) bugün “ABD emperyalizmi” diyerek konuşmalar yapmaları bunun en çarpıcı ispatıdır.
Önceki gün MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin, partisinin Meclis Gurup toplantısında bugün yaşananları anlatırken kendilerinin de ortağı olduğu 57. Hükümetin Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’e atfen “kiralık batı komiseri” benzetmesi yaparak o günkü toplantıda defalarca yeni bir siyasi senaryoya ihtiyaç olduğuna sürekli vurgu yaptığını anlatmış;
“Dün siyasi belirsizlikten bahseden tehlikeli zihniyetin çırakları bugün erken seçim dayatmalarıyla aynısını tekrarlamaktadır. Dün hedef Bülent Ecevit'ti bugün Recep Tayyip Erdoğan'dır.” derken tarihi bir gerçeği de itiraf etmek ihtiyacı hissettiği anlaşılmaktadır. Ancak bu itirafın bir tarafı eksik kalmıştır.
Sayın Bahçeli, 2002 yılının Temmuz ayı başında Bursa’da 11. Kocayayla Türkmen Kurultayında gazetecilerle konuşurken birden bire yaptığı “3 Kasım’da seçime gidelim” açıklamasının makul ve mantıklı gerekçesini de kamuoyuyla paylaşmalıdır. Aksi halde bu eksiği tamamlamak da Sayın Bahçeli’nin omuzlarında bir vebal olarak kalacaktır.
Türkiye eğer bu ulusal duruşu sergileyemezse, kararlı bir tavır ortaya koyamazsa dünümüzü ve bugünümüzü mumla arayacağımız bir sürecin yaşanması ihtimalini de gözden uzak tutmamalıdır.
Şunu bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum; küresel egemen sistem sadece Amerika’dan ibaret değildir.
Artık Rusya, Çin, AB ve İngiltere de bu sistemin ayrılmaz parçalarındandır.
Önce kendi gücümüzü ortaya koyabilirsek bu mücadelede anlamlı bir başarı ihtimali var olacaktır. Aksi halde bölük pörçük durursak, onlar kendilerine her zaman yeni bir partner, yeni dostlar mutlaka bulacaktır.
Değeli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Ekonomide yaşanan olumsuzlukları ve bu kötü gidişi biraz önce tanımladığım süreçten ayrı tutamayız.
Zira burjuvazisini kendi iç dinamikleriyle oluşturamamış toplumların kaderi komprador burjuvazi eliyle belirlenir ki, bugün yaşadıklarımız ayniyle böyledir.
Türkiye 20 yıldır AK Parti hükümetleri tarafından, yani tek bir partinin ekonomi politikalarıyla yönetilmektedir.
Özellikle Ekim ayından itibaren süregelen sistematik bir kur kıskacına maruz bırakılmış ekonomik tabloyla karşı karşıyayız. Bu tablo bir gecede birileri tarafından organize edilmiş olarak tanımlanamaz. Bu sonuç, 20 yıldır sürdürülen üretim ekonomisinin dışlanmışlığının bir eseridir.
AB’nin baskı ve telkinleriyle tarımsal üretimden vazgeçilmişliğin, sanayi üretimlerinde ithalata mahkûm bırakılmışlığın, daha ucuz maliyet kaygısıyla uzak doğu mallarına esir olmuşluğun yarattığı bir tablodur bu.
Topluma “yeni” olarak tanıtılmaya çalışılan fakat gelişmiş ülkelerin tümünün mayasında var olmuş üretime dayalı ekonomi modeli kaçınılmaz zorunluluk olarak mevcut iktidarın önüne dikilmiştir.
Kalkınmak ve zenginleşmek için bundan başka yol yoktur. Tarımsal üretimi önceleyen ve eş zamanlı olarak tarımsal sanayiyi geliştiren politikaları hayata geçiren ülkeler, nihai aşamada endüstriyel sanayiyi de geliştirerek gayrisafi milli hâsıla pastasını büyütebilmiş ve toplumsal refahı yakalayabilmişlerdir.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur.
Yıllardır dilimizde tüy bitti! Zaman kaybetmeden Karma Ekonomi modeline geçmek zorundayız.
Bugün iktidarı elinde bulunduran AK Parti sözcüleri, Cumhurbaşkanından bürokratlarına kadar müthiş bir kompleks içindedirler.
Korkmayın! Asil Türk milleti her zaman devletinin yanında olmuştur. Bugüne kadar sürdürdüğünüz politikaların yanlışlığını anlamanıza rağmen özeleştiri yapmaktan imtina ediyorsanız neticede bu size de yarar sağlamayacaktır.
Uyguladığınız ekonomi politikalar duvara tosladı, her ne kadar perdelemeye çalışsanız da yüzde 100 devalüasyonla yüzleşmek zorunda kaldınız, bunu hepimiz yaşadık.
Tam bir yıl önce mazot 6,60 liraydı, bugün 13,80 lira!
Efendim, enflasyon yüzde 36,08 çıktı, asgari ücrete yüzde 50,5 zam yaptık, memura yüzde 30,5 artış sağladık gibi açıklamalar ancak zevahiri kurtarır!
Oysa gerçekler acıdır. Türkiye’nin 2022 Bütçesi Mecliste kabul edildi, ama daha Ocak ayı girmeden bütçenin yarısı eridi. Acilen Ek Bütçe Kanunu Meclise getirilmeli ve beraberinde köklü, ayakları yere basan yasal düzenlemelerle gerçek anlamda üretim ekonomisine zemin hazırlanmalıdır.
Şu kadarını belirtmeliyim ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın 20 Aralık 2021 tarihi itibariyle ortaya koyduğu bazı tedbirler kurdaki hareketlenmeyi durdurmuş gibi gösterilmeye çalışılsa da aslında böyle bir durumun oluşmadığını herkes görüyor.
Kur garantili mevduat hesabı yöntemiyle faiz artışı politikasını uygulamak zorunda kalan hükümet, bu yöntemin bir faiz artışı olmadığını anlatma mecburiyetinden kendisini bir an önce kurtarmalıdır. Bu bir faiz artışıdır!
Dedim ya; özeleştiri yapın, faize karşı gerekçe yaptığınız nassların kapsamında bugünkü konuların yer almadığını cemaat sözcüleri bile itiraf ediyor, sizi kırmamak için bu uygulamaya “faiz değil tazminat” diyerek bir fetva oluşturmaya çalışıyorlar. Bilmiyorlar ki çırpındıkça batıyorlar!
Bir ülkenin ekonomideki gidişatına, toplumsal ilişkilerin seyir ve derecesine eğer sözde cemaat temsilcileri referans olmaya başlamışsa o ülkede lâik demokrasinin ömrü tükenme noktasına yaklaşmış demektir.
Demokratik Sol Parti’nin dediklerini ve önerilerini yabana atmayın, dikkate alın, bu herkes için en iyi sonuçları doğuracaktır.
Her şeyden önce iktidarıyla, muhalefetiyle biraz kalıbı dinlendirme dönemi başlatılmalı, toplumsal huzur ve karşılıklı güven ortamını besleyecek girişimler hayata geçirilmelidir.
Demokrasilerde “tahammül” kavramı kıymetlidir.
Hakaret, iftira, orantısız güç kullanımı, haksız ithamlar ve gerçekle ilgisi olmayan algı operasyonları son tahlilde hiç kimsenin yararına bir sonuç doğurmamıştır.
Bu ülke 27 Mayıs’ları, 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri gördü 15 Temmuz’ları yaşadı. Hiç biri yapanların yanına kalmadı. Ama giden hepimizden gitti. Demokrasi hepimizin sığınacağı en güvenli limandır. O halde;
Vatandaşların işi ve aşı ile ekonominin yönetimi ve geleceği bir avuç özel sektör girişimcilerinin insafına bırakılamayacak kadar önemlidir.
Devlet; ekonomik istikrarı sağlamak, refah düzeyini yükseltmek için özel sektöre yol gösterirken de, yeri geldiğinde ekonomiye müdahale edici rol oynamalıdır.
Özellikle Türkiye gibi jeopolitik öneme sahip ve nüfus artış hızı yüksek olan, gelişmekte olan bir ülkede devlet, özel sektörün gücünü aşan üretime dönük yatırımları yapmalı, piyasalarda düzenleyici rol oynamalıdır.
Gelin, şu Büyükşehir Yasasını eski haline getirmekle işe başlayın.
Sadece iç içe geçmiş yerleşim alanları Büyükşehir sınırı olarak kalsın. Köyleri köylülere geri verin!
Hazineye ait ekilebilir tüm tarım alanları çiftçilerimize bedelsiz tahsis edilsin. Hayvancılığı eski günlerine getirmek için meralar sisteme sokulsun, stratejik tarımsal ürünlere güçlü destek planlaması hayata geçirilsin.
Savunma sanayiinde gelinen seviye küçümsenemez ancak yeterli değildir. Bu alanda dünyayla rekabet edebilecek bir çalışma mutlak surette yaratılmalıdır. “Amerika ne der?” diye korkmayın.
Bunları söylerken, önerilerini hayata geçirmiş bir partinin Genel Başkanı olarak söylüyorum.
Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştiren hükümetin Başbakanı Bülent Ecevit Amerika’nın ambargolarına karşı en kararlı duruşu sergilemiş, haşhaş tarlalarını ve İstanbul’da Süleymaniye Camiini bombalama tehditlerini ciddiye bile almamış, o günlerde Amerika’nın gönüllü askerliğini yapan sözde milliyetçilere de “Biz milliyetçiliği boş sokak duvarlarına değil, Ege’nin deniz yataklarına, Orta Anadolu’nun haşhaş tarlalarına, Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarına yazdık!” diye de meydan okumuştu.
Onun için gün silkelenme günüdür, derlenip toparlanma günüdür! Bu vesileyle Kıbrıs Türklerinin efsane lideri, KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı, büyük devlet adamı Rauf Denktaş’ı ölümünün 10. yılında bir kez daha şükranla ve rahmetle yâd ediyorum. Mekânı cennet olsun.
Önerilerimize devam edecek olursak;
Katma değeri yüksek sanayi üretimine ağırlık verilmeli, yol, köprü, tünel imalatlarına biraz ara verilmelidir.
Bunların yerine Tarımsal Üretim Kooperatifleri, Sanayi Tesisleri, Fabrikalar kurulmalı, Tarımsal Üretim Sahaları yapılmalı ve bunlar çoğaltılmalıdır.
Turizm alanında yeni projeler hayata geçirilmeli, “365 Gün Turizm” temelinde bir çalışma derhal başlatılmalıdır.
Biliyor ve inanıyorum ki, binlerce yıllık maziyi bağrında taşıyan bu topraklar, dünyada herkesin görmek ve yaşamak isteyeceği bir turizm cennetidir. Kalkınmamızı neredeyse tek başına karşılayabilecek büyük bir potansiyele sahiptir.
Değerli basın mensupları,
Siyaset kurumu Cumhuriyet tarihimizde olmadığı kadar kötü bir görüntü sergilemektedir. Hakikaten at izi, it izine karışmış vaziyettedir.
Devlet kurumu uzun yıllar boyunca FETÖ terör örgütü militanlarının işgali altında kalmış ve bunu lâik, demokratik rejimin değiştirilmesine olanak sağlayacak hukuki ve yasal zemini dahi hazırlamaya kadar götürmüştür. 2010 Anayasa Referandumu süreci ve sonrasında yaşananlar bunun en açık delilidir.
Bugün Mecliste PKK terör örgütünün sivil militanları pervazsızca hareket edebilmekte, bir başka deyimle devlete meydan okuma cüretini gösterebilmektedir.
Eli kanlı teröristlerle fotoğrafları ortaya çıkan sözde milletvekillerine bu devlet hâlâ maaş, partilerine de milyonlarca lira hazine yardımını vermeye devam etmektedir.
Bu ne yaman çelişkidir?
Nasıl bir ülke haline getirildik, nasıl bir ruh haline büründürüldük gerçekten inanılması zor.
Kadim Türk devleti bu değildir. Tarihler boyunca her türlü saldırılara maruz kalmış olan Türk milleti, onurlu geçmişi, sarsılmaz iradesi ve güçlü ferasetiyle, ulusal kurtuluş savaşında ortaya koyduğu iman ve cesaretiyle elbette bu saldırıları da bertaraf etmeyi bilecektir.”
Hibya Haber Ajansı