Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ersan Bilgin, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Bilgin konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
"Ülkemize ve insanımıza dair daha güzel haberler ve açıklamalar çerçevesinde, değerlendirmelerde bulunmak isteriz. Ancak maalesef 19 yıllık iktidarın icraatları neticesinde fakir, yoksul ve mutsuz bir toplum tablosu ortaya çıkmıştır. Bu sonucun sebeplerini, teşhisi ve tedavisini, çözüm yollarını elbette ortaya koymak vazifemizdir.
Başarısızlığını, yetersizliğini, hatalarını ve vizyonsuzluğunu, kabul etmeye yanaşmayan iktidarın hezeyanlarına, tahammül etmek noktasında, bir sınavdan geçiyoruz.
Hükümetin siyasetin sosyolojisini bozan bu yaklaşımının, toplumun psikolojisinin bozmaması, insanların gerginliğini artırmaması, elbette mümkün değildir.
Hemen her gün, farklı alanlarla, farklı konularla, farklı kavramlara ve kurumlarla ilgili çöküş ve yozlaşma kurgularına şahitlik ediyoruz.
Türkiye, algı üreterek ayakta kalmaya çalışan ve görev süresini uzatmaya çabalayan, Erdoğan ve Ak Parti tarafından, kötü yönetiliyor. İktidar, kötü yönetmenin faturasını ödemek yerine millete ödetmenin derdine düşüyor.
Memleketin imkanları yandaşlara paylaştırılıyor. Sorunları, borçları, sıkıntıları ise vatandaşa havale ediliyor.
Cumhur İttifakının kötü yönetimi sayesinde; kamu yönetimi sorunlu ve sorumsuz vasata sahip olmuştur. Sorunlar çoğalmış, sıkıntıların çözüme kavuşması ise imkansız seviyesine yaklaştırılmıştır.
Her başarısızlığın, krizin ve kaosun sorumluluğunu dış güçlere, faiz lobilerine, herkesçe malum ülke ve devletlere, düşmanlara, hainlere, mevsimlere hatta vatandaşlara yükleyen İktidar; kendisini, partisini, ittifak şeriklerini makbul, mazlum ve makul göstermek için müthiş efor sarf ediyor. Kötü yönetiyorlar fakat kötü yönetimlerini yok saydırmak, gizlemek, gözlerden kaçırmak noktasında müthiş iyi iş çıkarıyorlar.
Hükümetin de aksini iddia etmekten özenle kaçındığı bir gerçeklik var; Devlet kötü yönetiliyor. Kötü yönetimi perdelemek için ise kamplaşma ve çatışma zeminleri üretiliyor.
Karşıtlık tutumları besleniyor. Gerçek hayatta siyasi holiganlık, sosyal medyada ve sanal mecrada trollük özendiriliyor.
Senelerdir bu taktikle iktidarı kaybetmeme hamleleri yapan hükümet, artık “ daha iyi olacak” diyemediği için “daha kötü olmayacak” vaadinde bulunmakla yetiniyor.
Dar ve sabit gelirli kesime; “gelir artırma ve gider azaltma” sözü yerine “sizi enflasyona ezdirmeyeceğiz” vaadi veriliyor.
Elektrik ve doğalgaz faturalarındaki fahiş zammı geri almak yerine; elektrik ve doğalgaz faturalarını ödemekte zorlananlara fatura destek sözü veriliyor.
Erdoğan ve Hükümetleri, yoksullaşmayı engellemek yerine görünmesini engellemeye çabalıyor. İşsizliği sona erdirmek yerine işsizlerin özellikle de genç işsizlerin tepkisini yönetmeye dönük, toplum yararına çalışma programları düzenliyor.
İktidar, maliyetleri düşürmek yerine market raflarındaki etiket fiyatlarının düşmesi için baskı yapıyor. Üreticinin borçlarını silmeyi değil ötelemeyi ve yapılandırmayı düşünüyor. Büyük şirketlerin özellikle beşiz şirketlerin vergi ve SGK borçlarını, ya törpülüyor ya da çok cüzi maliyetlerle zamana yayıp öteliyor.
Bakanlarını, azletmiyor görevden affını dilemelerini sağlıyor. Ne yaptıkları için ya da neyi yapmadıkları için, af dilediklerini hiç kimse bilmiyor.
Fakat herkesin çok iyi bildiği bir husus var. Türkiye, bakanların değil Hükümetin görevden affını istemesini gerektirecek kadar kötü yönetiliyor. Sorunların çözümünü sağlayacak irade için, sistemin değişmesi, sorunları çözecek idare için ise, Cumhurbaşkanı’nın değişmesi gerekiyor.
Hükümet, yaşadığımız sorunları görmek ve çözmek yerine, kafasını kuma gömmeyi tercih etti. Bunun en somut delili, seçim kanununda değişiklik yapmak noktasındaki, yüksek kararlılık ve motivasyondur. Seçimin sonucunu değiştirecek başarıyı üretmeyince, seçim kanununu değiştirecek tasarıyı ürettiler.
Cumhur İttifakı, iktidar olmanın değil iktidarda kalmanın peşindedir. Yarına dair doğru işler yapma hevesleri değil, düne dair yanlış işlerini, gizleme hedefleri var.
Adaletin önemsenmediği, hem ihmali hem de icrai eylemlerle yok edildiği bir dönemi yaşıyoruz. Kayırmacılığın ve ayrımcılığın olağanlaştığı, nepotizmin hakim olmadığı mecranın kalmadığı, bir kamu yönetimi alanı oluşturdu AK Parti.
Memlekette 7 milyon insanın asgari ücretle çalışmasından, çalıştırılmasından rahatsız olmak ve utanç duymak yerine, iki ayda eriyen asgari ücret artışından, haz duyan ve siyasi kazanç uman politik aymazlığın adıdır, Ak Parti Hükümeti.
Öyle bir eşikteyiz ki; siyasi alandaki yönetim beceriksizliğini iktisadi kulvardaki bilgi eksikliği ve doğruyu tercihteki yetersizliğiyle destekleyen iktidar; “önce muhtaç et-sonra yardım et” yaklaşımına, dayalı stratejik tavrını, ısrarla sürdürüyor.
Fakirliğin, işsizliğin, borçluluğun normal, geçinmenin, istihdamın ve borçsuzluğun “büyük iş” görüldüğü bir Türkiye resmi ürettiler. Bu resme de, resmi olarak,Yeni ve Büyük Türkiye denmesini istiyorlar. Bize göre bu somut resmin adı; ne yazık ki, “Sorunlara Yenik ve Bütçesi Göçük Türkiye”dir.
C.Başkanlığı Hükümet Sisteminin de müthiş katkısıyla; güçlü devlet ve mutlu millet için iki büyük vazgeçilmez,“güven” ve “umut” kaybedildi.
Finansal alanda paramızın ederi azalırken, toplumsal zeminde paraya verilen değer artıyorsa, aile sayesinde tehlikelerden korunmanın önemini değil de ailenin korunması için çıkarılan kanun tartışılıyorsa, paylaşmak ve bu yolla bereketi artırmaya değil de yarışmak ve bu sayede en fazla pay almaya odaklanılmışsa, aidiyet bitiriliyor, maneviyat yitiriliyor demektir.
Eğitimde öncelikler sürekli değiştiriliyor, teori ve pratik arasındaki çatışma derinleştiriliyor, ne yerli ve milli kalınıyor ne de evrensel olunamıyorsa; maalesef kendi olabilen, kendi kalabilen, kendini gerçekleştiren insandan, onu destekleyecek sistemi kurmaktan da, vazgeçilmiş demektir.
Bütün bu problemlere bağlı olarak, umudu azalan gençler, geçinmekte zorlanan aileler, yokluğun ve yoksulluğun ağır yükünü taşımakta zorlanan anneler, babalar ve eşler çoğaldı.
Kronik hale gelen ekonomik sorunlar; enflasyon, işsizlik, bankalara borçlanma, icra takiplerine muhatap olma sayılarında yeni rekorlar kırılıyor.
Farklı öznelere yönelen ve farklı zeminlerde yoğunlaşan, şiddet sarmalı yaşanıyor. Evde kadınların, işyerinde hekimlerin ve öğretmenlerin, diğer kamu görevlilerinin muhatap olduğu şedit eylemlerin sayısı da, etkisi de hızla artıyor.
Yokluk ve yoksulluk hali, hem iletişim hem de sinir bozukluğu üretiyor. Ne yazık ki, çocuklarının üşümesini engelleyemediği için hayatına son veren anne, evine ekmek götüremediği için yaşadığı mahcubiyetin yüküyle intihara yönelen, anne-baba-eş sayıları artmaya devam ediyor.
İnsanın ve ailenin güçlendirilmesi ve onur noktasında yüceltilmesi odaklı, çalışmalar yapmak yerine, halen kadına yönelik şiddetle mücadele eylem planları yapılıyor. Bir uluslararası sözleşmeyle aileyi ve kadını koruduğunu iddia edenler, şimdi de o sözleşmeyi kaldırarak, ailenin korunması konusundaki hassasiyetlerini, manşete taşıyorlar.
Aile ve kadın konusunda memleketin geldiği durumu şu bilgi özetliyor; “TBMM’de oluşturulan Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Belirlenmesi Araştırma Komisyonu tarafından içeriğinde 42 tespit ve 547 önerinin yer aldığı toplamda 916 sayfalık rapor hazırlandı.”
Evet, durum bu kadar vahimdir. Ülkemizde kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve ailenin korunması süreli bir çalışma değil sürekli bir görev haline geldi. Çünkü, aile hem kurum hem de kavram olarak iğdiş edildi. Çünkü, ekonomik bozulma, sosyolojik kamplaşma ve ideolojik çatışma kulvarları, oluşturularak şiddet bir iletişim ve etkileşim eylemine dönüştürüldü. Şiddet adeta normalleştirildi.
Ailenin korunması ve şiddetin azalması için, öncelikle maneviyat noktasındaki, eksiklerin giderilmesi, mış gibi hallerinin sona ermesi, kavramların ve kurumların içini boşaltan preagmatist bakışın, terk edilmesi gerekir.
Burada işsizlik verilerini, azalış eğimli istihdam oranlarını, havası atılan ekonomik büyüme eğimlerini bütün yönleriyle anlatmak ve aktarmak yanlış olur. İşin özü şudur ki; insanlarımız işsiz kalmak noktasındaki uzun süreci, yaşamaya mahkum gibi gösteriliyor.
Tüketerek büyüyen, tüketmek için borçlanan, borçlanmak için sürekli talep oluşturan bu döngü, mutlaka sona ermek zorunda. İnsanımızı insanca yaşatmanın, haklarına, onuruna, hayallerine ve nihayet kendi hikayelerine sadık kalarak, hayatın içinde tutmanın, devletin en önemli görevi olduğu unutulmamalıdır.
İktidarın tercih ettiği yandaşlara dayalı, siyaset ve iktidar tavrı sona ermeli, kim olduğu, kime yakın olduğu noktasında hiçbir veri üretmeden ve kayırmacılık ya da ayrımcılık gibi gayri insani eylemlere muhatap etmeden her ferdimizi, insanca yaşatma derdini yüklenecek siyaseti esas almalıyız. Bu siyasi bakış ve duruşun menbaı Milli Görüş, mecrası ise Saadet Partisi’dir.
Türkiye’de sorun “kötü yönetim”dir. Çözüm, “istişareye dayalı, adil yönetim”dir. Vazgeçilmez sürekli hedef ise “insanca yaşam” olmalıdır.
Toplum tarafında ahlakın, devlet tarafında adaletin, birey tarafında ise hak ve onurun yok sayıldığı, yok edildiği zemini sonlandırmadan, sorunları ne görebiliriz ne de çözebiliriz. .
Adil devleti inşa etmek, adil paylaşımı gerçekleştirmek ve insanca yaşamı, hayata geçirmek noktasındaki, her uzlaşıyı, arayışı ve çabayı değerli görmeliyiz.
Biz Saadet Partisi olarak “en büyük ekonomiler arasına girmeyi” değil “en adil ve en dürüst devlet olmayı” önemsiyoruz, bu bizim manşet hedefimizdir.
Sözün özü, sorunlarımızı çözmek için insanlarımıza, insanca yaşama imkanı vermeli, bunu başarmak içinse, adil devleti ve adil paylaşımı, öncelikli ve değişmez hedef haline, getirmeliyiz.
Milli Görüş fikrinin ve Sadet Partisi’nin, hem kuruluşuna hem de siyaset kulvarındaki telaşına, yön veren değerlerde bunlardır.
İnşallah gerçekten Yaşanabilir bir Türkiye’yi, Yeniden Büyük Türkiye’yi ve Yeni bir Dünya’yı hep birlikte, bu mana ile en kısa zamanda inşa edeceğiz.
Hepinize teşekkür ediyor, iyi günler, hayırlı çalışmalar diliyorum."
Hibya Haber Ajansı