HDP 2. Kadın Grubu Toplantısı, kadın kurumlarının katılımıyla gerçekleşti. HDP Grup Salonunda yapılan toplantıyı Grup Başkanvekili Çağlar Demirel ile milletvekilleri Ayşe Acar Başaran ve Hüda Kaya tarafından yönetildi.

 

'Katledip hesap vermeyenler yeni katliamlara imza attılar'

 

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, 9 yıl önce katledilen Hrant Dink'i anarak, "Hrant'ı katledenler göstermelik yargılamalarla da tetikçilerin derdest edildiği operasyonla bu davanın üzerini örtmeye çalıştı. Katliamın siyasi nedenlerinin bu kadar açıkta olduğu davada sorumlular gizlendi, talimat verenler azmettirenler korundu, kollandı. Çünkü Hrant'ı katleden sadece bir tetikçi değil. O tetikçiyi koordine eden egemen siyasinin ve devlet mekanizmasının ta kendisidir. Devlet, egemen siyaset bütün suçlarında olduğu gibi Hrant'ın katledilmesi suçunun da bilinçli bir şekilde üzerinin örtülmesi için çaba gösterdi" diye konuştu. AKP'nin iktidarında hiçbir infaz davasında sağlıklı sonuç elde edilemediğini belirten Yüksekdağ, "Tıpkı öncesindeki iktidar süreçlerinde olduğu gibi. Hrant'ı katledip hesap vermeyenler yeni infazlara ve katliamlara imza attılar. Tahir Elçi de onlardan birisiydi. O günden bugüne barış güvercinleri tedirgin. Tedirgin de olsalar barış demekten vazgeçmediler, vazgeçmeyecekler" dedi.

 

'Siyasi iktidar barıştan haz etmiyor'

 

"Barış güvercinlerinin katledilmediği bir Türkiye istiyoruz" diyen Yüksekdağ, siyasi iktidarın barıştan haz etmediğini belirterek, "Türkiye'nin bütün ezilen halkları, Kürdüyle Türküyle, Alevisi, Ermenisi, Çerkezi, Lazıyla, Ezidisiyle, Romanıyla Türkiye'nin bütün farklılıkları olarak kanat çırpmaktan vazgeçmemeliyiz, vazgeçmeyeceğiz. Hrant'ı katleden siyasi anlayış, bir katliam ve infaz düzenini siyaset kriteri haline getirdi" dedi. Siyasi iktidarın, 7 Haziran'dan bu yana Türkiye'deki o demokrasi coşkusundan sonra büyük bir şiddet ortamının tetikleyicisi olduğunu ifade eden Figen, "bu siyasi iktidarın barıştan haz etmediğini, karşısında biat etmiş bir halk, suskun bir toplum ve kendi istediklerinin yasa haline getirildiği Türkiye dizayn etmeye başladığını" dile getirdi.

 

'Katledilen 81 kadının mücadelesini sahiplendik'

 

Kürdistan'da  katledilen 81 kadını anan Yüksekdağ, o kadınların mücadelesini sahiplendiklerini belirterek, şöyle konuştu: "Seve, Pakize, Fatma… Sokağa çıkma yasakları ve zulüm politikalarında katledilen 81 kadından yalnızca üçüydü. Aramızdan 81 kadını koparıp aldılar. Ama o kadınların ölüme karşı yaşamı savunan mücadelesini aldık, sahiplendik. O kadınların direnişi, mücadelesi oldukça, zulüm karşısında korkmama iradesi olduğu müddetçe aydınlığa ulaşabiliriz. Sêvêlerin şahsında kadın özgürlüğü, barış için direnen, mücadele veren bütün kadınları saygı ve minnetle selamlıyorum, saygıyla eğiliyorum."

 

'Kadınları katleden bir zulüm iktidarı ayakta duramaz'

 

Özellikle kadınları katleden bir zulüm iktidarı ayakta duramaz. Kadın bir bütün olarak yaşamdır. Kadın, yaşam ağacının köküdür, suyudur. Hiçbir diktatör, hiçbir bomba yaşamı yok edemediyse bugün kadındaki yaşamam ve yaşamın direnişine saldıranlar kadını ve yaşamı yok edemeyecek. Bu güçten korktuklarını da çok iyi biliyoruz. Korkularından doğan bütün saldırılarına rağmen, direniş alanlarındaki her bir kadın yaşama sımsıkı sarılarak bir toplumu ve direnişi yeniden doğurabilecek güçtedir. Bu güçten korkuyorlar. Ama bizler bu güce inanıyoruz."

 

'Erkek egemen iktidar kadınları yok ediyor'

 

Özyönetim alanlarında halkının geleceği için, mahallesi, onuru ve kültürü için direnen kadınların bütün kadınların onuru ve değeri olduğunu söyleyen Yüksekdağ, bu iradenin çoğaltılması gerektiğinin altını çizerek çağrıda bulundu. Yüksekdağ, "Kendi özünüz için, kadının barıştan, adaletten, yaşamdan oluşan özü için, ezilen insanlığın özü için, özyönetim direnişlerinde yer alan kadınların sesini duyun, çoğaltın, bu iradeyle bütünleşin. Erkek egemen iktidara, bu erkek egemen iktidarın kadınları yok eden eşit saymayan anlayışına karşı, bizler eşitliği evlerden mahallerden sokaklardan başlayarak sağlayacağız. Kadının özgürlüğü ve eşitliğini böyle inşa edeceğiz" dedi.

 

'Bu iktidar Hüseyin'i kanını çeke çeke katletti'

 

Kürdistan'da dünyanın gözleri önünde insanların katledildiğini ve siyasi iktidarın kan kurutarak insanları ölüme terk ettiğini belirten Yüksekdağ, şunları söyledi: "Kadınların cenazeleri sokak ortasında bırakıldı. Sur'un sokağa çıkma yasağı olmayan bir bölgesinde Melek Alpaydın, tanktan atılan bir mermiyle kahvaltıda katledildi. Bir kadının o mermilerinin hedefi haline gelmesi için o evin dışında ya da içinde olması gerekmiyor. İstanbul'da, Ankara'da, Antalya'da evinde oturan bir kadın da bu savaşın hedefi halindedir. Tüm kadınların bu savaşa itiraz etmesi gerekiyor. Kadınlar bu savaşın ve şiddetin sonuçlarını, sokakta evde katledilerek, şiddete uğrayarak görüyor. Melek Alpaydın, çocuğuyla kahvaltı sofrasındayken bir tank mermisiyle kafası uçurularak öldürüldü. Suçun hesabını verme hesapları yaparak bu karanlığı ve kanı ve sonuçlarını ortadan kaldıramazsınız. Hafızalarımıza kazınan bu vahşeti silemezsiniz. Biz savaş diyoruz, ama gözümüzün içine bak baka 'teröre karşı mücadele' diyorlar. 425 sivilin 8 ay içerisinde öldüğü bir memlekette nasıl teröre karşı mücadeleden bahsedebilirsiniz? Bu ablukaların, sokağa çıkma yasaklarının tas tamam halka karşı bir operasyon olduğunu söylemeye devam edeceğiz. Hüseyin Paksoy herkesin gözü önünde naklen katledildi. Dört gün boyunca naklen katledildi. Sosyal medyada sabaha kadar ambulans istendi. Ayağından vurulmuş, 16 yaşındaki çocuğunuz ayağından vurulsun, tüm dünyanın gözü önünde dört gün boyunca bekletilsin, tüm dünyanın gözleri önünde katledildi. Bu iktidar Hüseyin'i kanını çeke çeke katletti. Eğer AİHM tedbir kararını verseydi Hüseyin bugün yaşayacaktı."

 

'Kan kokusu iktidarın üstüne sindi'

 

Kürt halkının, katledin insanların çığlıklarına ses olunması gerektiğini vurgulayan Yüksekdağ, Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız'ın aktardıklarından bahsederek, şunları söyledi: "AKP Saray'ı halkı kendi yurttaşlarına karşı bir imha ve şiddet operasyonu uyguluyor. Bunun karşısında halkımızın bağımsız gücüne inanarak direneceğiz. Bu süre içerisinde Cizre'de 21 yaşındaki bir genç iki gündür sokakta yaralı olarak yerde yatıyor. 21 yaşındaki gencinde Hüseyin gibi kana akarak katledilmemesi için ses verin, çığlık olun, yaşam için bir irade olun. Şırnak Milletvekilimiz artık cenaze taşımaktan üstümüze kan kokusu sindi diyor. Halkın vekilinin sözü bu. Sen rahat ol yine de Faysal vekilim, sen kan kokusu yıkanırsın geçer, ama bu kan kokusu iktidarın üzerine lanetiyle sindi. İktidar hiçbir şekilde üzerine sinen bu kanın lanetinden kurtulamayacak."

 

'Aleni yalan söylemeyin bari'

 

Başbakan'ın Feleknas Uca'yı hedef göstermesine tepki gösteren Yüksekdağ, "Parlamentoda halkın sorunlarını meclise taşıması gereken vekillerimizi her gün morgların önünde, saldırıların gerçekleştiği yerlerde canlı kalkan haline gelmiş durumda. Başbakanlık düzeyinde aleni yalan söylemeyin bari. Milletvekillerimizi morgların kapısında nöbet tutmaya zorlayan sizsiniz. Vekillerimiz cenazeler işkence yapılmasın diye bekliyor. Bir baba oğlu infaz edildiğinde oğlunu görüyor ve ardından morgda teşhise gidiyor. 'Ben oğlumu infaz edildiği meydanda gördüğümde gözleri vardı, şimdi niye yok?' diyor. Cenazelerin gözlerini oyan, oyduran iktidar anlayışını bize dayatıyorsunuz. 20 gündür, Diyarbakır'da üç gencin cenazesi hala alınamadı" diye konuştu.

 

'HDP'ye oy veren 6 milyon insanı nereye taşıyacaksınız?'

 

Cizre'nin il yapılacağına dair söylemleri değerlendiren Yüksekdağ, milyonlarca insan gittiği her yere direnişi taşıyacağını ifade ederek, şunları kaydetti:

 

"Hala çözümden bahsedilmiyor. Bu zamana kadar halkın demokratik direnişi karşısında çözüm üretemeyenler çareyi kentleri taşımakta bulmuşlar. Taşımak istedikleri kentlerden biri Şırnak. Eskiden ilçeymiş, il yaptınız. Ama çözmediğini sorunların bugün geldi sizi buldu. Allah akıl fikir versin size. Hakkari'yi Yüksekova'ya, Şırnak'ı Cizre'ye taşıyacaklar. Doldur boşalt yöntemiyle sonu çözecekler. HDP'ye oy veren 6 milyon insanı 20 milyon  Kürdü nereye taşıyacaksınız? Milyonlarca insan gittiği her yere direnişi taşır. Girdiği her yere hafızayı götürür. Ne demişti Musa Anter; direnmek kalırdı bize çünkü yaşamanın bir başka adı da direnmektir. Akademisyenleri karanlık ilan edenler dönüp kendilerine baksın. Tarihte beyazın, akın adını değiştiren kendileridir. Beyazın adını kirlettiler. Gerçekleri karartamazsınız, bu gerçek ve ses bazen bir akademisyen suretinde çıkar karşınıza, bazen bir show programında Ayşe Öğretmen suretinde çıkar. Bu sesi boğmazsınız."

 

(diha)