Kimileri için bir hevesin gösterisi, kimileri için kara haber, kimilerini kara kara düşündürür. Özlemlerini giderenler, dirençlerine direnç katanlar, hayaller ve düşler arasında gelgitler... Biz her şeyi ile her şeye güzelliklerle düşünerek, hoşgörüyle bakalım.
Önce gelin şu karla karı ayırt edelim. Kar ve Kâr nedense yazarken hiç bunu düşünmüyoruz. Gelin birisine şapka koyarak onu ayırt edelim ki bu kelimeler kendini ifade edebilsinler. Bunu ayırt ettiğimizde, karın soğukluğu değil; soğuk yüzler, soğuk sözlerden korunmaya çalışırsınız.
Ozan Mahsuni'nin şu sözlerinden ders alınması önemli; "İnce ince bir kar yağar/ fakirlerin düzüne / neden kimse inanmıyor fukaranın sözüne." O zaman madem insanız insanlık adına insanlığa hizmet erdemine varmaya çalışmanın uğraşı için neden bir çaba içinde değil de boş vermişiz. Yuvasız kuşların balkonlara, pencere kenarlarına nasıl tünediğini gördüğünüzde, dışarıda kalmaya mecbur olmuşların hali nicedir, hiç düşündük mü?
Üzülmemek elde mi? Beyaz dedimse sıradan bir beyazlık değil! Kışın karasının soğuk yüzüdür. Kendime göre çareler arıyor, avutuyorum kendimi, kalem defter ve kitaplarla... Zaman geçmek bilmiyor. Dedim ya kim bilir bu havada nerelerde insanlar nasıl yaşıyor.
Beyaz hep dikkat çekicidir. Gelinliğin beyazlığını ağaçlara yakıştırabilirsiniz. Saf, temiz, duru ve masumiyet. Ya kefenin beyazlığına ne dersiniz. Bilirim anmak bile istemezsiniz. Ama ne yapalım yaşamın gerçeği bu...
Sımsıcak odada karlamaç yemek de var. Sonra avucunda bir cihaz, anını tarihe not düşme adına düğmeye basmak... Ya dahası halay kurup sokak ortasında, fırsat bu fırsat deyip karın sessizliğine sevdasını anadilinden türkülerle seslendirme mutluluğu sarıyor, cadde etrafındaki binaları. Merak bu ya perdeler aralanıyor.
Sonra çekiliyorum pencereden. Ya şimdi haberdar olmadığımız ama yaşanan gerçekler düşüyor usuma... Bir kaç çuval kömüre kışı kurtarma adına ruhunu büzüştürerek el pençe divan duranlar, yakarışlar ve azarlanmalar. Oysa onlar düşünmüyorlar ki kardan adamın saltanatı güneş çıkana kadardır.
Bir yanımız neşeli, şen şakrak kar topundan korunur, diğer yanımız kar soğuğuna direnir. Bu beyaz heves eğlendirse de tedirginliği ürkütüyor beni. Ortada yitirilen ağlatan ağıtlar ve tutulan yası gören kimse yok nedense...
Mevlana'yı okumak ve onun hoşgörüsünü özümsemek; "Kar taneleri ne güzel anlatıyor, birbirine zarar vermeden yol almanın mümkün olduğunu." İşte onun için diyorum bizde bu ülkede birlik ve beraberlik içinde birbirimize zarar vermeden yaşamanın mümkün olduğunu yeniden bir barış süreci ile gösterilse ne güzel olurdu. Karın soğuğu değil beyazlığı işlerdi yüreklere, üşütmeden...
Biraz çocukluğumuza giderek, üşümemize rağmen hayıflandığımız ve "heyfê" dediğimiz yıllara gidelim. Kar zamanı bir başkaydı çocukluğumuz. Yalın ayak gezindiğimize inanmayacaksınız. Duvar diplerinde titrer dururduk. Ellerimizi ancak ciğerlerimizden gelen ılık nefesle ısıtır, koltuk altlarına sığdırarak ısıtmaya çalışırdık. Karattığımız bir beyazlığa at kuyruğundan kurduğumuz tuzaklara bir sığırcığın, güvercinin ya da bir serçenin düşmesini beklerdik. Onlar yem arama derdinde biz onu yeme derdindeydik.
Sizleri fazla üşütmeden dağla devenin karla sınavını sizlerle paylaşayım. Deve baharla birlikte bir dağa çıkar ve onunla bir anlaşma yapar, arkadaşlık kurar. Der ki; "ben senin etrafında ki otları temizleyelim. Sende kar yağdığında bana haber et."
Anlaşma tamamdır. havalar soğumaya başlar, sonbahar derken kış mevsimi gelir. Sağdaki soldaki dağlarda kar yağmaya başlar. Deve "nasıl olsa arkadaşım bana haber verecek" deyip umursamaz. O, yayılmaya devam eder. Ancak bir sabah uyandığında diz boyu karın yükseldiğini görür. Sızlanır, şikayette bulunur. Ama dağın cevabı hazırdır. "Dört bir yana kar yağdığında görmedin mi? Bir gün senin de üzerine yağacağını düşünmedin mi? Benim söylememe ne gerek var. Sen etrafına bakıp ibret alacaksın."
Ruhanews.com:Yazarı:Misbah Hicri