DSP Genel Başkanı Aksakal açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
"Saygıdeğer basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Hepinizi saygıyla selâmlıyorum.
Haziran ayı ile birlikte, yangınların ardından bu kez de aşırı yağışların sebep olduğu sel felaketleri ve su baskınları yürek burkmaya devam ediyor.
Özellikle hafta başından bu yana Batı Karadeniz bölgemizde Kastamonu, Zonguldak, Karabük ve Bartın illerimizin değişik noktalarında meydana gelen sel felaketleri, heyelan ve su baskınları bölge insanımızın mağduriyetine sebebiyet vermiş, çok miktarda maddi hasarın oluşmasına yol açmıştır.
Bununla birlikte kaybolan üç yurttaşımızın da olması hepimizi derinden üzmektedir, umarım sağ-salim kurtulmuş olurlar.
Devletimizin ve Belediyelerimizin, yaşanan mağduriyetlere karşın ortaya koyduğu çabayı takdirle karşıladığımızı belirtmek isterim.
Zira Demokratik Sol Parti olarak geçtiğimiz haftalarda Ankara’da yaşanan aşırı yağışlar neticesinde biz de büyük çapta etkilendik, binamızın bodrum katlarını 3 kez su bastı.
Ankara Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin ilgisi ve üstün gayretleriyle mağduriyetimizin giderilmesine çalışıldı.
İnsanüstü emeklerini ortaya koyan, başta Partimiz çalışanları ve yönetici arkadaşlarımız olmak üzere olmak üzere belediyemiz emekçilerine buradan şükranlarımı sunuyorum.
Afet sonrası Büyükşehir Belediyesi ve Ankara Valiliğinden gelen yetkililerin hasar tespit çalışmaları ile öyle zannediyorum ki oluşan zarar bir nebze de olsa giderilmeye çalışılacak.
Allah daha büyük afetlerden tüm milletimizi esirgesin.
Elbette küresel ısınma ve iklim değişikliği sebebiyle birçok olumsuzluk karşımıza çıksa da doğanın dengesine inat edercesine yapılan kaçak yapılaşma, alt yapı tesislerinde bilimsel teknikten uzak imalatlar ve imar mevzuatının oy kaygısıyla delik deşik edilmesinin, bu facialardaki payını ilk sıraya koymak gerektiğini de söylemeliyiz.
Her sene aynı badireleri yaşıyoruz, artık yetkililerin daha duyarlı ve sorumlu duruş sergilemesi gerekmiyor mu? Yaz aylarında yangın, aşırı yağış, sel ve heyelan olaylarını ilk kez yaşamıyoruz ki.
Bunun için diyoruz ki; tedbir her kötülüğün ilk çaresidir.
Bu hafta sonu pazar günü, yani 03 Temmuz’da Çankırı İlimizin Orta İlçesine bağlı Dodurga Beldesinde Belediye Başkanlığı ve Belediye Meclisi Üyeliği ile Muhtarlık seçimleri var.
Demokratik Sol Parti olarak seçimlere katılıyoruz ve Dodurga halkından, “kalkınma köyden, köylüden başlar” ve “toprak işleyenin, su kullananın” anlayışı temelinde insanca, hakça bir düzen için Cumhuriyetken projelerimizi uygulamak üzere destek talep ediyoruz.
Seçim nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, halkın iradesine mazhar olacak tüm adaylara şimdiden başarılar diliyorum.
Değerli basın mensupları,
Demokratik Sol Parti olarak ülke yönetiminde sorumluluk üstlenen siyasi yapılara, yanlış ya da eksik yaptıkları işler konusunda uyarıcı, yol gösterici ve çözüm önerileri ortaya koyan yaklaşımımızı sizler de yakından takip etmektesiniz.
Gereken her konuda düşüncelerimizi basınımız aracılığıyla olsun, bizzat olsun, muhataplarına sıcağı sıcağına iletiyoruz.
Bir muhalefet partisi olarak misyonumuz gereği sorumluluğumuzu olması gereken düzeyde yerine getiriyoruz.
Özellikle ekonomide yaşanan ağır sıkıntılı dönemin ancak ve ancak toplumsal birlikteliğin sağlanmasıyla üstesinden gelinebileceği yadsınmaz bir gerçektir.
Her türlü siyasi kompleksten kendimizi arındırmalı ve halkın çıkarları doğrultusunda, toplumsal refahı ve yaşam kalitesini yükseltebilecek sistemin hayata geçirilmesine katkı vermeliyiz.
Tabii; toplumsal refah, güvenli gelecek ancak ekonomik olarak güçlü olmaktan geçiyor.
Ekonomik olarak güçlü olmak da üretim konusunda bağımsız, uluslararası ilişkilerde saygın ve güçlü bir devlet yapısını sergileyebilmekle mümkün olur.
Türkiye, sadece güvenlik endişelerini değil, ekonomideki zorlukları aşabilmek için de onurlu bir duruş sergilemek zorundadır.
Örneğin, güvenlik endişeleri konusunda hadise sadece İsveç ve Finlandiya olarak sınırlandırılırsa büyük bir hataya düşülmüş olur.
Oysa ulusal güvenliğimiz konusunda asıl çıbanbaşı ABD’dir.
NATO üyeliğine destek şartı olarak sadece İsveç ve Finlandiya’dan ülkelerindeki teröristleri teslim etmelerini beklemek, sorunun özünden uzaklaşmak anlamına gelir.
Anılan terör örgütlerinin komuta kademesi Amerika’nın elinde ve denetimindedir.
Eğer ABD, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğini çok önemli görüyorsa ilk şart olarak kendisinin yerine getireceği görevler vardır.
ABD ilk olarak elindeki FETÖ elebaşını ve kontrolündeki PKK elebaşlarını Türkiye’ye teslim etmelidir.
Sonrasında da temcit pilavı gibi ikide birde önümüze sürdükleri S400 hikayesinden bir an önce vazgeçmeli ve F35 projesine kaldığımız yerden devam noktasında süreci başlatmalıdır.
“Müttefik olmak” bunu gerektirir. Ondan sonra diğer konular masaya yatırılabilir.
Bunu gerçekleştiremeyen bir Türkiye ilânihaye müstemleke muamelesi görmekten kurtulamayacaktır.
Salı günü İspanya’da NATO toplantısı öncesinde gerçekleşen dörtlü zirve sonucunda Türkiye, İsveç ve Finlandiya olarak 10 maddelik bir “Üçlü Muhtıra” imzaladılar.
İmzalanan metnin içeriği ve kapsamı detaylıca irdelendiğinde Türkiye açısından tam bir diplomatik başarı sağlandığı propagandası yaparak kendimizi avutmayalım!
Zira biraz önce de değindiğim gibi sorunlarımızın birinci önceliğinde yer alması gereken muhatap Amerika Birleşik Devletleridir.
Amerika da PKK’yı terör örgütü olarak ilan ediyor ama binlerce TIR dolusu silah ve mühimmatı da YPG’ye, dolayısıyla PKK’ya vermekten çekinmiyor.
Bu kötü örnek önümüzde dururken bize düşen görev, imzalanan 10 maddelik muhtırada ortaya konulan hususların derhal uygulanması, dolayısıyla İsveç ve Finlandiya’nın samimiyet testinden geçmesini beklemek olmalıdır.
Buna göre;
İsveç ve Finlandiya ile Türkiye arasında evvelemirde Suçluların İadesi Anlaşması imzalanmalı ve bu ülkelerde oldukları bilinen suçluların başka ülkelere kaçmaları ihtimaline karşı tedbir alınması sağlanmalı ve iadeleri gerçekleştirilmelidir.
Üçlü Muhtıranın 4.ncü maddesinin ikinci cümlesinde “Bu çerçevede, Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır.” şeklinde zikredilen tanımlamaya, bu örgütlerin birer terör örgütü olarak görülüp görülmediği hususundaki muğlaklığın giderilmesini sağlamalıdır.
Üçlü Muhtıranın 8.nci maddesinin alt başlıklarında tanımlanan konuların hiçbirinde bir tarihlendirmeye yer verilmemiş olması düşündürücü ve kaygı vericidir. Bu eksiklik de derhal giderilmelidir.
Üçlü Muhtıranın 4.ncü maddesindeki muğlaklığın esasen 8.nci maddenin 4.ncü alt başlığında sadece PKK için “terör örgütü” tanımlaması yapmış olması, diğerleri için, yani YPG, PYD ve FETÖ terör örgütlerini kapsam dışında bırakması Türkiye’nin beklentilerine aykırıdır, kabul edilemez ve bu eksiklik de giderilmelidir.
Evet, Türkiye olarak çerçevesini çizdiğimiz hususlarda somut adımların atılması, beklentimizin karşılanması önem arz eder.
Yoksa, bu iki ülkenin NATO’ya kabul edilmelerine dair anlaşmaların alelacele TBMM gündemine getirilmesi ve onaylanması alenen teslimiyetin belgesi olacaktır.
Böylesi bir manzara ise, Gümrük Birliğine girdik diye gündüz vakti Kızılay’da havai fişek gösterisi yapılmasından farklı bir anlam ifade etmeyecektir.
Dün akşam saatlerinde Sayın Cumhurbaşkanı ile ABD Başkanı Biden arasında yapılan ve süresi için “1 saat 10 dakika” diyerek önem atfedilen görüşmeleri sonrasında yapılan açıklamalardan sadece bir istikşafi görüşme yapıldığı anlaşılıyor.
Ne Suriye’deki terör yapılanmalarının tasfiyesi ne buradaki teröristlere verilen askeri yardımlar ne Suriye operasyonu, ne Ege’de silahlandırılan adalar konusu ne de Yunanistan’da kurgulanan dokuz askeri üssün mahiyeti ve geleceği hakkında tatmin edici bir diyalog geliştirilemediği anlaşılıyor.
İspanya programı süresince sayın Cumhurbaşkanımızın yüz ifadelerinden bize yansıyan görüntüler, Türkiye’de yüksek perdeden telaffuz edilen beklentilerin gerçekleşmediğini, hatta mevzi kaybedilmiş bir ruh halini hissettirmektedir.
Kısacası bu görüşmenin sonucuna “dağ fare doğurdu” da diyebiliriz. Demokratik Sol Parti olarak önerimiz şudur;
Bugünden itibaren Türkiye, beklentilerinin somut yasal düzenlemelerle ve pratikte gerçekleşmemesi halinde NATO’dan çıkmayı göze alabileceğini gösterebilmelidir.
Bunun tarihsel örneğini yaşamış bir ülke olarak 1964 yılında İsmet İnönü’ye küstah ifadelerle dolu bir mektup yollayan ABD Başkanı Johnson'a cevabında olduğu gibi "Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur" sözü ortaya konulabilmelidir.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlar,
Tabii bu aşama için “buz dağının görünen kısmı” tanımını yapmak yanlış olmaz.
Zira bir de bu olayın Rusya aşaması var ki, oluşacak olan tepkiler ve bu tepkilerin çerçevesi en az bu anlaşma kadar önem arz etmektedir.
Rusya, NATO’nun genişlemesi yönündeki stratejisine karşılık Ukrayna’ya resmen bir savaş açmış, bu husustaki hassasiyeti de aynen devam etmektedir.
Her fırsatta söylüyoruz; büyük Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi bizim dış politikamızın omurgasıdır. Buna göre hareket edilmesi daima faydamızadır.
Bununla beraber Rusya ile de önemli boyutta siyasi ve ekonomik iş birliğimiz göz ardı edilmemelidir. Başta turizm olmak üzere enerji, tarım, ticaret ve müteahhitlik hizmetleri kapsamında paydaşlıklarımız var.
Türkiye bunları riske sokabilecek bir süreci yaşamaya zorlanmamalıdır.
Henüz süreç tamamlanmamıştır, bu tarihi fırsatı kaçırma lüksümüz yoktur!
Dışişleri Bakanlığı’nın bu ihtimallere dair de hazırlıklarını tamamlamış olacağına ve Türkiye’nin âli çıkarları doğrultusunda hamlelerini gerçekleştireceğine inanmak istiyoruz. Yakından takip etmeyi sürdüreceğiz.
Değerli basın mensupları, değerli arkadaşlarım,
Her hafta TBMM’de genel başkan şovlarını izliyoruz.
Herkes kendi köşesinden desteksiz salvo atışlarıyla karşısındakine ayar vermeye çalışıyor.
Tabii, en büyük avantajları, her birinin yandaş medyaları ve hafta boyunca ekranlarda goygoyculuklarını yapan “elemanlarının” olmasıdır.
Kendi içlerinde adaleti kaybetmiş olanların topluma adalet vadetmesinden tutun da iktidarı döneminde kaldırdığı idam cezasını yeniden getirme taahhüdünde bulunanına kadar envaiçeşidine rastlamak mümkün.
Bakınız; Muğla’da Pınar Gültekin cinayeti davasının kararı açıklandı, aynı zamanlamada bir sabotaj neticesinde 5.400 hektar ormanın kül olduğu Marmaris yangını yine yürekleri dağladı ya, yağlı urgan meraklılarına gün doğdu.
Örneğin; bu olayları gündeminde değerlendirirken, TBMM’ne idam cezası konusunda bir teklif sunulursa destekleyeceklerini açıklayan sayın Bahçeli’ye buradan sormak isterim:
Elinizi tutan mı var? O kanun teklifini siz niye vermiyorsunuz? Siz mecliste değil misiniz?
Buna benzemez daha neler var neler!
Haliyle böyle büyük bir boşluğun olduğu yerde en rahat olan taraf ister istemez iktidar yapısı olacaktır.
Vatandaş bitmiş tükenmiş kimin umurunda?
Ortalık yangın yerine dönmüş, bir ekmek 5 liraya dayanmış, fırsatçılığı alışkanlık haline getirmiş kesimler sadece özel sektör içinde değil, devlet sektöründe de kendini göstermektedir.
Bakınız; bilişim ve teknolojinin ileri düzeyde gelişmesi esasen insanın yaşamını kolaylaştırmak için değil midir?
Ama bizde, gayrimenkul sahibi bir yurttaş tapu bilgilerini internetten sorgulamak istediğinde Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Döner Sermayesinin yüzlerce liralık faturasını önünde buluyor.
Bu nasıl bir devlet anlayışıdır, bu nasıl bir insafsızlıktır hakikaten anlamakta zorlanıyoruz. Bunun, 3 liraya üreticiden alınan domatesi tüketiciye 33 liraya satmaktan ne farkı var?
Değerli basın mensupları,
Çalışanların hak mücadelesinden doğmuş bir parti olarak bu ve bunun gibi çarpıklıkları kamuoyu gündemine getirmeye devam edeceğiz. Bu millet sahipsiz değildir.
Çalışan emekçi kesimlerin yaşadığı mağduriyetleri nesnel veriler temelinde ortaya koyuyoruz ve beraberinde çözüm önerilerimizi de açıklıyoruz.
Bakınız, geçtiğimiz hafta asgari ücretle çalışan bir işçiye reva görülen maaşın, açlık sınırının hayli gerisinde kaldığını söylemiş ve önerilerde bulunmuştuk.
Bugün açlık sınırının 6.400 liraya, yoksulluk sınırının da 21.000 lira düzeyine çıkması karşında uygulanan asgari ücretin 4.253 lirada kalmasını düşünmek bile badirenin vahameti açısından dehşet vericidir.
Biz halkın refahından tasarruf olmaması gerektiğine inanıyoruz. Bu sebeple öncelikle bu uçurumun kapanması yönünde kararlar ihdas edilmelidir. Buradan önerimizi hatırlatmak isterim; Ne demiştik?
“Tüm memur, işçi ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşlarına enflasyon farkı yansıtıldıktan sonra %30 seyyanen bir artış uygulanmalıdır.”
Dün Mecliste Plan Bütçe Komisyonunda en düşük emekli aylığının 2.500 liradan 3.500 liraya çıkarılmasını sağlayan önergenin kabul edilmesi bizim önerdiğimiz yönteme yakın bir sonuç doğurmuştur.
Ancak enflasyondaki önlenemez yükseliş de emeklilerimizin yaşamlarında kayda değer bir rahatlamayı öteliyor. Genel Kurul’da bu konuda bir adım daha atılmalı ve en düşük emekli maaşı 5.000 lira olarak kararlaştırılmalıdır.
Asgari ücret tespit komisyonu da çalışmalarını sürdürüyor. Açlık sınırının 6.400 lira olduğu bir ortamda emekliler için yaptığımız öneriyi asgari ücretlilerin maaşları için de tekrarlamak isterim.
Enflasyon farkı uygulandıktan sonra seyyanen %30 zam yapılarak asgari ücretin 7.500 lira olarak belirlenmesi, insanlarımızın yanan yüreklerine bir nebze olsun su serpecektir.
Ayrıca önümüzde Kurban Bayramı var. Kurbanlık fiyatları küçükbaş hayvanlarda canlı kantar fiyatı olarak kilosu 70 – 80 lira aralığında seyrediyor. Bu demektir ki kurbana gelecek bir küçükbaş hayvan 3.500 – 4.000 lira arasında fiyatla alınacak.
Bu durumda çoğu insan kurban kesemeyecek, din kisvesiyle kurban bağışı adı altında para toplayan kesimlere de fırsat doğacaktır. Burada görev sayın Cumhurbaşkanına düşmektedir; 1.100 lira olarak ilan edilen Bayram ikramiyesi 3.000 lira olarak emeklilere müjdelenmeli ve ödenmelidir.
Sözlerime son verirken, önceki gün yitirdiğimiz Türk Sinemasının saygın ender sanatçılarından Cüneyt Arkın’a Allahtan rahmet, sanat camiasına, sevenlerine ve tabii ki kederli ailesine sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum.
Ayrıca yarın 1 Temmuz; 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması ile birlikte kapitülasyonlar lağvedilince Türkiye yeniden kabotaj hakkına kavuşmuş oldu. 8.333 kilometre kıyısı bulunan ve üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak bugün olmuş halâ daha münhasır bir Denizcilik Bakanlığı bulunmayan ülke olarak bu ayıp bize yeter de artar.
Bu eksikliğimize rağmen kendi karasularımızda ve kendi limanlarımız arasında gemi işletme ve her türlü liman hizmetlerinin kendi kontrolümüzde olmasına ilaveten Türkiye limanları arasında sadece Türk teknelerinin hizmet görmesi zorunluluğunun getirildiği yasanın yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramını kutluyorum. Bu vesile ile tüm denizcilerimize faaliyetlerinde üstün başarılar diliyorum."
Hibya Haber Ajansı