Kuzey Afrika’dan yükselen rüzgârla birlikte Ortadoğu’da başlayan “Arap baharı”, Suriye’de hesaplanmayan denge ve risklerle hortuma dönüşerek herkesi yutmaya başladı. Dolayısıyla Mart 2011’de başlayan Suriye krizi, farklı çözüm planlarına rağmen kimsenin nerede ve nasıl biteceğini bilemediği bir noktaya geldi.
Bugün Suriye’nin farklı noktalarında yeni güç merkezleri oluşurken sayısız örgüt de bazen Esad rejimiyle bazen de kendi aralarında çatışıyorlar.
Bazı örgütlerin çeşitli bölge devletleri için vekalet savaşı yürüttükleri de hesaba katıldığında ve küresel güçlerin herhangi bir çözümde anlaşmadıkları düşünüldüğünde, Suriye’de işlerin her gün biraz daha karmaşıklaştığı söylenebilir.
Bu karmaşık ve belirsiz Suriye tablosunda Rojava Kürtleri, “Üçüncü yol” diye tarif ettikleri bir siyasal tercihte bulundular. Çünkü “muhalif” olarak değerlendirilen gruplar, Esad sonrası yeni oluşumda Kürtleri ve Kürt otonomisini tanımayı reddediyorlardı. Dolayısıyla Rojava Kürtleri, rejim ve muhalifler karşısında kendi bölgeleriyle sınırlı pragmatist bir politika yürüttüler. Özellikle kontrolsüz bir şekilde ilk başlarda ABD; daha sonra da Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın silahlandırdığı El Kaide uzantılı örgütlerin bölgeyi tehdit ettiği anlaşıldığında PYD prestij kazanmaya başladı. Böylece Nusra ve IŞİD gibi terör örgütlerinin varlığının ABD’nin çıkarlarını tehdit etmesi ve ılımlı seküler yapıdaki PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin başarıları, ABD ile PYD arasında bir ittifaka neden oldu.
Çünkü ABD’nin temel hedef olarak gördüğü IŞİD’i yenilgiye uğratan tek güç Kürtler oldu.
Cerablus-Efrin hattı
Tabii burada Türkiye, Arabistan ve Katar’ın ortak yürüttükleri politika, Rojava Kürtlerini tehdit etmektedir. Özellikle PYD’nin Cizire, Kobanê ve Efrin kantonlarını birleştirme hamleleri Türkiye tarafından tehdit olarak algılanmaktadır. YPG’nin Türkiye’ye açılan stratejik Tel Abyad’ı, IŞİD’i yenilgiye uğratarak ele geçirmesi de bir kırılmaya neden oldu. Çünkü Tel Abyad, IŞİD için Suriye’nin batısında yer alan Atma kampından savaşçıların Türkiye üzerinden taşınıp buradan da IŞİD’in başkenti olan Rakka’ya ulaştırıldığı bir nefes borusuydu.
Türkiye açısından bardağı taşıran son damla ise Kürtlerin, batıya doğru ilerleyeceğine dair haberlerin gelmesiydi. Dolayısıyla Fırat Nehri’nin doğusunda mevzilenen Kürtlerin, nehrin batısında yer alan Cerablus’u IŞİD’ten alıp Efrin’e ulaşacağı söylentisi “Türkiye Suriye’ye girecek” söylemiyle karşılık buldu.
Türkiye’nin Cerablus-Efrin hattını PYD’ye kaptırmak istememesinin birçok nedeni var.
Birincisi, Esad rejimine karşı savaşan muhaliflere silah göndereceği tek yer burası. İkincisi, Akdeniz’e kadar oluşturulacak bir Kürt bölgesiyle enerji kaynaklarının dünya pazarına gönderilmesi konusunda Türkiye’nin by pass edileceği korkusu. Üçüncüsü, bölgede yaşayan Arap ve Türkmenlerin Türkiye’ye yönelmesiyle oluşacak bir göç dalgası. Dördüncüsü, Türkiye’nin sınırlarında PYD’yi ama esasında PKK’yi istememesi. Bu sebeplerden dolayı Türkiye’nin Suriye’ye müdahale edip bir tampon bölge oluşturacağı konuşulsa da bu pek kolay görünmüyor. Bunun için Türkiye, dünya ve iç kamu oyunu ikna edebilecek bir gerekçeye sahip değildir. Aynı şekilde BM Güvenlik Konseyinin kararı bir tarafa, ABD ve Rusya gibi aktörler de bunu desteklemiyor. Bir diğer önemli nokta, Türkiye’nin Rojava’ya müdahalesi “Kürtlere savaş” olarak algılanabilir. Bu da AKP Türkiye’sinin Güney Kürdistan’la ticari ortaklığına zarar vereceğinden ve Türkiye Kürdistanı’nda da çözüm sürecini bitirip çatışmaya neden olacağından Türkiye, Suriye’ye askeri müdahaleyi göze alamaz.
Bu yazı, Güney Kürdistan’da Soranice yayınlanan Çawder gazetesinde yayınlanmıştır.
Yazar. İbrahim Genç / brhmgnc1@gmail.com