Ali Ekber Pekşen

Eğitim Sisteminin ciddi sorunları var. Anaokulu’ndan itibaren, yüksek lisans ve doktora düzeyi dâhil, eğitim sisteminde sorunlar artarak devam etmekte. Siyasi kararlarla yön verilmeye çalışılan sistem tıkanmış durumda.

Türkiye eğitim sisteminin temel taşı sınav merkezli oluşudur. Sistemin en iddialı olduğu konu ve en iyi organize olduğu faaliyet merkezi sınavladır. Böyle olmasına rağmen, ortaöğretime öğrenci yerleştirmede belirleyici olan Liselere Giriş Sınav sonuçları ile Üniversitelere öğrenci seçme, yerleştirmeye yönelik TYT ve AYT uygulamalarının sonuçları incelendiğinde, yıllardır aynı durağanlığın devam ettiği görülmektedir. 

Anadili okur-yazarlığının temel göstergesi ve kişinin kendisini ifade etmesinin belirleyeni olan Türkçe, hayatımızın hemen her aşamasının olmazsa olmazı Temel Matematik ve geleceği planlamanın ve insanca değerlerin hayat bulmasının yapılandırılmasında yol gösterici Fen Bilimleri testlerinin doğru yanıtlanma oranları içler acısıdır. Sınav sonuçlarının sıralamaya esas belirleyici öge olmaktan öte bir anlam ifade etmediği kolaylıkla görülecektir.

Ulusal düzeyde yaşanan bu durum, uluslararası sınavlarda da gözlenmektedir. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) testi 2022 sonuçlarına göre Türkiye, 81 ülke arasında Matematikte 39., Fen Bilimlerinde 34. ve Türkçe dersine esas okumada 36. sırada yer aldı. Öğrencilerin bazıları kendilerini yalnız, dışlanmış ve okula ait değilmiş gibi hissediyor, okuduğunu anlamıyor.

Sınavların sonuçları; sistemin kendini sorgulaması açısından dikkate alınmalı, müfredatlar, eğitim yönetimi modeli, eğitim-öğretim uygulamaları, öğretmenlerin yetiştirilmesi, istihdamı ve özlük hakları gibi sistemin işleyişindeki aksaklıkların çözümünde anahtar veriler olarak değerlendirilmeli. Oysa bakanlık merkez örgütü; merkezi sınav sonucunda ortaya çıkan bu verileri de esas alarak, sistemin iyileştirilmesi ve sorunların giderilmesi için eğitim paydaşlarıyla birlikte çözüm üretmek yerine, görevi yalnız ve yalnız din işleri olması gereken kuruluşlarla işbirliğini öncelemektedir.

Etkili ve yetkililer ve de karar vericiler, yani MUKTEDİRLER, sorunları çözmek yerine GÖLGEYLE uğraşmayı sevmekte. İktidarlarını hep böyle korudular. Bu durum yeni ve yalnız bu dönem siyasetine özgü değil. Demokrasileri tartışmalı, insan haklarına saygıyı esas alan yönetimlerin oluşmadığı, kuvvetler ayrımı ilkelerine bağlı idari mekanizmanın hayat bulmadığı toplumlarda hep böyle oldu. Bizim de tarihimiz daha çok olağanüstü hal, sıkıyönetim uygulamalarıyla geçti. 

Eğitimin sorunlarını çözmede ve politikalarını belirlemede; eğitimciler değil, siyasetçiler ön plana çıktı. Hamaset ve gölgeyle uğraşmayla vakit geçti.

Hani meşhur hikâyedir...

Atina’da önemli bir soruna çözüm aranırken, filozof Demosthenes fikrini söylemek için kürsüye çıkar. Kekemedir ve sözünü dinletemez. İnsanlar sürekli kendi aralarında konuşmaktadır. “Bir hikâye anlatıp ineceğim” diye bağırır ve sessizlik olunca anlatmaya başlar:

“Bir yolcu Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamış. O eşeğin üzerinde, eşeğin sahibi de yaya olarak yanlarında yola çıkmışlar. Derken öğle sıcağı bastırmış, biraz dinlenmek ve öğle yemeği için durmuşlar ama hiç gölgelik yokmuş ve eşeğin sahibi hemen eşeğinin gölgesine sığınmış. Eşeği kiralayan, ‘Sen çekil gölgede benim oturmam gerek’ demiş. Eşeğin sahibi itiraz etmiş: ‘Tabi ki ben oturacağım, çünkü eşek benim.’ Yolcu; " Ama eşeği kiraladım’ deyince de, ‘Ben sana eşeği kiraladım, gölgesini değil.’ cevabını almış ve tabi sonunda aralarında kavga çıkmış.

Hikâyeyi dinleyen herkes dikkatlice hikâyenin sonunu beklemektedir. Demostenes bu noktada kürsüden iner ve uzaklaşmaya başlar. Dinleyiciler," Hey ne oldu sonunda? Hikâyenin sonunu anlat” diye bağrışmaya başlayınca Demostenes kürsüye döner ve; “Ben sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalışıyorum ama, siz eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Artık ne fikrimi söyleyeceğim ne de öykünün sonunu” der ve yürüyüp gider.

Eğitim, gelecek için son derece önemli olmasına rağmen ne yazık ki "eşeğin gölgesi" kadar bile dikkat çekmiyor.

İktidar sahiplerinin ya da karar vericilerin paylaşılmasını istemediği şey ne olabilir? İktidarları ve devletin gücü mü? Varlıklarının nedeni olarak gördükleri ideolojileri mi? Hamaset ve duygulara hitabı önceleyen devlet anlayışının eseri tarihin yükü mü? Etnisite ve inanç temelli olmazsa olmazlar olarak dayatılan saplantılar mı? Ya da bunların hepsi mi? Cevabım, bunların hepsi. Hiç birinden vazgeçmek istemiyorlar. Bu sürekliliği sağlayacak insan unsurunun yetiştirildiği eğitim sistemini yeniden organize etmek yerine, mevcut üzerinde rötuşlarla vaziyeti kurtarmaya çalışıyorlar.

Yönetim ve karar merkezleri "eşeğin gölgesiyle” uğraşmayı bırakıp, insana saygıyı ve insanca hayatı esas alan asgari bir demokratik yönetimin hayat bulmasına çaba harcamalıdır. Adaletin egemen olduğu bir yönetim anlayışını hâkim kılmak, gelir dağılımında adaleti sağlamak, eğitimin temel bir insan hakkı olduğu gerçeğinden hareketle, bilimsel bulgulara dayalı eğitim politikaları belirlemek için işe girişilmelidir. Sistemle ilgili düzenlemeleri; başta eğitim iş kolu sendikaları olmak üzere, eğitimin tüm paydaşlarıyla işbirliği yaparak planlamak konusunda duyarlı olmalıdır.

Eğitim sisteminin yeniden yapılanması ya da yenilikleri olarak ortaya konulanlara baktığımızda; “müfredatları değiştirdik”, “Vizyon Belgeleri açıkladık”, “Ortaöğretimde ders sayılarını azalttık”, “yaz kurslarını Diyanetle düzenledik” gibi, günü kurtarmaya ve siyaseten şirin görünmeye yönelik faaliyetlerden öte anlam ifade etmemekte.

Karar mercilerinde bulunanlar ya da liderlikler; her öğretim yılı sonunda üst öğrenim kurumlarına öğrenci seçme ve yerleştirme amacıyla yapılan merkezi sınav sonuçlarına göre ortaya çıkan bu durumun yanlışlığını, kalıcı hasarlara yol açacağını ve geleceğimize zarar verecek boyutta olduğunu, "amasız-fakatsız-ancaksız” söylemiyorlar. Çare üretecekleri bir araya toplamıyorlar ve her yıl aynı durumu tekrar edip duruyoruz...