EĞİTİM-4
EĞİTİMDE ŞİDDET SORUNUNU ÇÖZEBİLDİK Mİ?

Hayır çözemedik. Ne yazık ki eğitimde şiddet sorunu devam ediyor. Şiddet/dayak sorunu eğitimimizin büyük bir ayıbıdır. Tüm eğitimciler olarak bunu kabul etmeliyiz. Şu veya bu mazereti bir kenara bırakmalıyız. Eli sopalı, yüzü asık eğitimciler özellikle öğretmenler olmamalıyız. Bizler asayiş memurları değil, eğitici öğretmenleriz.
Ayrıca, dayak/şiddet olayında mülkiyet anlayışı var. "O benim çocuğum değil mi? Severim de, döverim de, onun iyiliği için tüm bunları yapıyorum" anlayışı yanlıştır. Çocuk kimsenin malı/mülkü değildir. Çocuk insandır ve toplumun bir bireyidir. Onun sevgi ve şefkatle hayata hazırlanması gerekir. Bunun için elimizde güçlü bir silahımız var. O da: Sevgidir.
Unutmayalım ki şiddet kaba bir iletişim şeklidir.
Şiddet uygulayarak çocuğa aslında şunu söylüyorsunuz: "Çocuğum seninle başka türlü ilişki kuramıyorum, beni yendin!"
Şiddet uygulayan öğretmenler genellikle mesleğinde başarısız, insan ilişkileri iyi olmayan, dinlemesini bilmeyen sadece konuşan, bağıran çağıran, mesleğini ve çocukları hatta yaşamı sevmeyen, öğretmenlerdir. Öncelikle bu öğretmenlerin eğitilmesi gerekir.

EĞİTİMDE DİSİPLİN DENİNCE NE ANLIYORUZ?

Disiplin denince aklımıza hemen militer kışla disiplini geliyor. Çocuklar susacak biz konuşacağız. Sınıfa girdiğimizde öğrenciler, asker gibi ayağı kalkacak ve konuşmayacaklar.
Burada yanlış bir disiplin anlayışı var. Birincisi, çocuk asker değildir. Çocuk, öğrenci; asker, askerdir. Çocuk okulda, asker kışladadır. Okul kışla değildir.
İkincisi, disiplin, kendini, çevresini, ilişkilerini, zamanını, gücünü, olanaklarını kısaca yaşanan hayatı kontrol etmek değil mi? O, halde çocuk disiplin denince neden korkuyor? Oysa çocuklar disiplinden korkmamalı, disiplinsizlikten korkmalı. Disiplinsizlik sanıldığı gibi özgür olmak değildir. Disiplinsizlik verimsizlik ve başıboş olmak demektir. Bunu çocuklara/gençlere sağlıklı bir şekilde anlatırsak, öğrenciler disipline evet, disiplinsizliğe hayır der.
Sonuç: Öğrenciye ceza olarak şiddet uygulanmamalı, demokratik, disiplin uygulanmalı.

İDARE/ÖĞRETMEN/ÖĞRENCİ/VELİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER NASIL OLMALI?

Eğitim-öğretim çerçevesinde demokratik bir ilişki olmalıdır. Okulda demokratik bir ortam olmalı. İdareci idareciliğini, öğretmen öğretmenliğini, öğrenci öğrenciliğini; veli de, anne veya baba olarak sorumluluğunu öğretmen ve idarecilerle, özellikle rehber öğretmenleri ile birlikte yerine getirmeli. Aile de eğitimin bir parçası olmalı. Anne baba kendi hayallerini çocuğuna dayatmamalı, çocuğunun hayallerini desteklemeli.
Okulda, fikir, düşünce ayrılıkları zenginlik olarak görülmeli, öğretmenler ve idareciler arasında bu ayrılıklar çatışmaya, küskünlüğe neden olmamalı. Unutmayalım ki düzeyli tartışmalar insanları olgunlaştırır, geliştirir. Eğitimde birlik, fikri düşüncede farklılık, başarıyı getirir.
Son yıllarda, okullarda müdür ve müdür yardımcılıklarına genellikle, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri ile, katı bir Milliyetçi Parti'nin yandaşı öğretmenler atandı. Bu yanlıştır. Bu tür atamalar, liyakati değil sadakati ölçü aldığı için, eğitimde çürümeyi ve yozlaşmayı getirir. Ayrıca, idarecilerin hemen hemen hepsi Eğitim Birsen üyesidirler. Öğretmenleri de bu sendikaya üye olmaya zorluyorlar. Bu anlayış, uygulama anti demokratiktir. İdareci, öğretmen kopukluğunu ve çatışmasını getirir, bu da eğitimin kalitesini düşürür. Çürüme ve yozlaşmayı getirir.
Sağlıksız nesiller yetiştirme eğitimde yozlaşma ile başlar.
Öğretmenlerin işi zor. Zor olanı öğretmenlerimizin başaracağına inanıyorum. Hasan Ali Yücel, Fakir Baykurt, Gültekin Gazioğlu'dan kalan demokratik gelenek öğretmenlerin yolunu aydınlatmalı.
O yol, uzun ve çetindir.
Eğitim-5

BİLGİ/İNTERNET ÇAĞININ ÇOCUKLARI OLAN ÇOCUKLARIMIZI NE KADAR ANLIYORUZ?

Eğitimle üretim iç içe gelişmiştir. Hep yol arkadaşı olmuşlardır. Eğitimli insan, üretim için araç geliştirmiş, geliştirilen araçlar üretimi, refahı, bolluğu getirmiştir. Bolluk, zenginleşme, daha iyi eğitimin önünü açmış ve bu böyle süre gelmiştir.
19. ve 20. yüz yıllar sanayi devrimi yıllarıdır. Bu yıllarda insanlık, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, dinsel, teknolojik, sosyolojik her alanda büyük bir gelişim ve değişim göstermiştir. Ulus devletler kurulmuş, sermaye birikimi oluşmuş; üretimde, ulaşımda, iletişimde büyük atılımlar yapılmıştır. Eğitim de bu gelişmelere paralel olarak aşama aşama gelişmiştir. Büyük kentler kurulmuş, bu kentlerde, hem dini hem de sekiüler yaşamda laik ilk, orta, lise ve üniversiteler açılmıştır.
Eğitimin alanı, kapsamı genişlemiş, önemli keşif, buluş; sanat, edebiyat müzik, resim; fen ve teknoloji alanında nitelikli insanlar yetişmiştir. En önemlisi de toplumsal hayatın her alanına kız çocukları, kadınlar girmiştir.
Benim öğretmenlik yaptığım yıllar, Bilgisayar'a, Harddisk'e, Akıllı Cep Telefonu'na, okullarda Akıllı Tahta'ya geçiş, İnternettin geniş bir şekilde kullanılmaya başlandığı yıllardı. Bu yeni teknolojik aletlerini kullanmada çok sıkıntılar yaşadık. Bu konuda Halk Eğitim Evleri'nde, okullarda kurslar açıldı.
Kursları veren hocalarda acemiydi, onlarda, bu araçların yabancısıydılar. O nedenle yeterli olamıyorlardı. Sonra okullara Bilgisayar Öğretmenleri atandı, biraz rahatladık. Sonuçta düşe kalka yeni teknolojik araçları kullanmayı öğrendik. Bir anlamda eğitimde yeni döneme geçiş sağladık.
Bu gün bu dönemin her alanda içindeyiz. Bu dönem Bilgisayar, Akıllı Cep Telefonu, İnternet dönemidir. Bu döneme, internet, bilişim, iletişim, bilgi çağı, kısaca Dijital Çağ deniliyor. Her şey çok hızlı üretiliyor ve tüketiliyor. Bilgiye erişmek çok kolay. Ulaşım, iletişim çok kolay. Bir yandan dünya küçülüyor, insanlar iç içe geçiyor, bütünleşiyor(bu gün insanlığın en büyük sorunlarından biri göç, mülteci sorundur.) diğer yandan da insanlar bireyselleşmeye yöneliyor. Yalnızlığı tercih ediyor.
Tüm bunlar eğitimi de etkiledi, etkiliyor. Bizler de hızlı yaşamaya, hızlı düşünmeye, hızlı karar vermeye alışmaya, uyum sağlamaya çalışıyoruz. Eski ve yeni arasında yalpalıyoruz.
Eski peşimizi bırakmıyor, yeni de zor geliyor. Zaman zaman Araf’ta kalıyoruz. Bu da çok kötü bir durum. Yeniye, değişime, uyuma, açık olmalıyız.
Zor bizim işimiz olmalı.
Yaşadığım bir örnekle konuyu kapatalım.
2015 tarihinde İstanbul Kadıköy Göztepe'de, Göztepe Orta Okulu’nda matematik öğretmeni olarak görev yapıyorum. Son sınıf öğrencilerin dersine giriyorum. Mayıs ayının sonundayız, öğrencilerime bir ders saatinde ders anlatıyor, diğer ders saatinde, değişik test kitaplarından soru çözdürüyorum. Çocuklar harıl harıl soru çözüyorlar. Takıldıkları soruları paylaşarak çözmeye çalışıyorlar. Çözemedikleri soruları bana getiriyorlar. Liselere Geçiş Sınavı'a hazırlanıyorlar.
Öğrencilerin cep telefonu taşımaları serbest.
Öğrencilerime, defterinizi kapatmadan kitabınızdaki şu şu şu sayfalardaki alıştırma ve testleri hafta sonu çözüp getirin sizlere performans ödevi vereceğim dedim ve dediğimi tahta'ya yazdım. Defterinize, kitabınıza yazın, sonra gelip benden hangi sayfalardı diye sormayın derdim. Sözümü bitirmemle birlikte önden bir kız öğrencim tahta'ya geldi tık diye fotoğraf çekti. Ne yaptın? dedim. "Ödevimi kayda geçtim" dedi. Nasıl? diye sordum. "İşte öğretmenim" dedi, telefon ekranını gösterdi. O ara sınıfta sesler yükseldi "sınıf grubuna at" diye. Öğrencim hemen işlem yaparak fotoğrafı/ödevi grupla paylaştı. Ve bana WhatsApp’ta yaptığı işlemi anlattı. Bir an şaşkınlık yaşadım, sonra sevindim. Öğrencilerimin teknolojiyi eğitim sürecine katmaları sevindiriciydi, kendi kendime işte yeni nesil dedim.
Çocukların, yaratıcılığını, gerçekçi heykellerini desteklemek, onları dinlemek, anlamak zor olmasa gerek?
Not:
Çocuklarımızı, ağır sınavlarla, okul, etüt merkezli kurslarla çok yoruyoruz. Aşağıdan yukarıya doğru, yönlendirici, ezberden uzak, yaratıcı, sorgulayıcı, zekâ türlerine göre eğitime geçmeliyiz.
Ezberci eğitim problemli insanlar yetiştirir.
Ayrıca öğrenci ve öğretmenlerin okulda beslenme sorunu da temel bir sorundur. Aç, ezberci, okulda ve evde şiddet gören bir çocuğun geleceği nasıl olur?
Hep birlikte düşünelim.
Eğitim-6
KARMA EĞİTİMİN, ÖĞRETMEN/ÖĞRENCİ/VELİLER OLARAK ÖNEMİNİN FARKINDA MIYIZ?

Son yıllarda, hükümet, toplumun muhafazakâr bir toplum olması için yoğun bir çaba içine girdi. Toplum, çok yönlü bir saldırı altında. Toplumu seküler yaşamdan uzaklaştırmaya çalışıyor. Bunun için özellikle, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı, tarikat/cemaat ve Milli Eğitim Bakanlığı'nı kullanıyor. İlkokullara mescit ve dini eğitim, okullarda tarikat görevlilerine görev verilmesi, seçmeli derslerde Kur'an eğitiminin zorunlu kılınması, ilk ve orta eğitim kurumlarında muhafazakârlık yönünde müfredat  değişikliği, başörtüsünün serbest bırakılması, Alevi çocukların zorla Sünni eğitime alınması ve Bakan'ın, kız öğrenciler için, kız okullarının açılabileceği açıklaması... Tüm bunlar eğitimde muhafazakârlaşmanın açık örnekleridir. Peki, biz eğitimciler bu gidişatın yeterince farkında mıyız? Üzerimize düşeni yapıyor muyuz? Bu konularda ne yapa biliriz? Tüm bunlar önümüzde duran sorular. Hazır reçete yok. Şunu diyebilirim, hayatın her alanında demokratik mücadeleye devam etmeliyiz. Yaratıcı olmalıyız, Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nden yana olanlar güçlerini birleştirmeli. Seküler yaşam yanlıları, özgür hayatlarını tüm baskılara karşı yaşayarak, pratikte göstermeli. Geri adım atmamalı. Eğitimciler halkla birlikte olmalı. Muhafazakârlaşma kadınlarımız ve kız çocuklarımız üzerinden yapılıyor. Kızlarımız ve kadınlarımız öne çıkmalı kendi yaşam alanlarına müdahale edilmesine asla müsaade etmemeli, geri adım atıp, taviz vermemeli, verdikçe kayıp edeceklerini bilmeliler.
Spinoza'nın Tanrı/Doğası, kızları ayrı bir adada erkekleri başka bir adada var etmedi. Birlikte, Dünya adasında var etti. O dünya bizim, ortak olarak hepimizin. Kadın erkek ayrımcılığı insanlığa ihanettir. Doğa yasalarına aykırıdır. Hayatın gerçekleri bizden yana. Kadın ve erkekler birlikte olunca güzel şeyler yaratırlar. Hayatın güzelliklerini yaşarlar.
Muhafazakâr eğitime hayır, demokratik eğitime evet. Muhafazakâr yaşam biçimine hayır, seküler yaşama evet. Hep birlikte karma, bilimsel eğitimi savunmalıyız. 
                                  SON