ALİ EKBER PEKŞEN
 Hayatın tesadüfleri de denir o zaman dilimine. “İşte o an sanki dünya durdu.” denilen ve ölçülebilecek uzunlukta olmayan bir zaman aralığı. Belki olarak gelecekte hayıflanılacak, keşke dedirten kısacık yaşanmamışlıklar. Göz açıp, kapayıncaya kadar geçti diye adlandırılan süre. Belki de, bir daha ulaşılamayacağı hissi veren hazzın, insan ruhunda yarattığı etki. İnsan hayatının en anlamlı olacak güzelliklerinin fark edilmediği zaman dilimi. 

Bazen ah keşke dedirten durumların görmezden gelindiği bir vurdumduymazlık. Bazen, insanı en keyifli yaşantılara götürecek şeylerin fark edildiği ve bir ani tesadüf bu güzelliğe ulaştırdı diye adlandırılan zaman aralığı.

Hayat tesadüflerle doludur, diye genel geçer ifade yerleşmiş dilimize. Söyler dururuz. Tesadüf diye adlandırılanlar, bazen fark edilenler, bazen de fark edilemeyen anlar olsa gerek. Fark edilen ya da edilmeyen bu zaman dilimlerindeki durumların çoğu; insanın ayrılmazı, vazgeçilmezi olan duygularının ifade edilemeyişinin ürünü özlemler, duygu dünyasında harmanladıklarının hayatla buluşturulamamasının yarattığı burukluklardır.
 
Keşkelere götüren, fark edilemeyen o kısacık zaman aralıklarının insanı en çok üzenleri, özel hayata dairdir. Duyguların anında ifade edilmemesi, fırsat olarak adlandırılacak bir anın farkına varılamamasıdır. İfade edilecek bir duygu ya da düşüncenin hayata güzellikler katacağı o kısacık zaman aralığının görülmemesi ya da görmezden gelinmesidir.
 
İnsanı doğumundan itibaren sarmalayan çevresi, bir bakıma onu sınırlı hayatlara mecbur eder. Hayata gözlerini açan insan, belli bir anlayışıyla biçimlendirilmiş ve sınırları çerçevelenmiş bir ilişkiler yumağı içinde bulur kendini. Öz bakımını yapacak beceriler edinmeye başladığı andan itibaren, telkinler, büyük sözleri, mesellerle örneklendirilen tarihi yaşantılar eşliğinde yoluna devam eder. Bu yolculukta; bazen tavsiyeler, bazen yetişkinlerin, kanaat/siyaset önderleri ve tarihi şahsiyetlerin telkinleri, bazen kitabi bilgiler kılavuzluk eder. Çoğu zamanda, deneme yanılma ya da el yordamıyla bulur yolunu.
 
Yetiştiğimiz aile ortamları ve yakın çevre ile okullarda yürütülen eğitimle, yaşımızdan büyük rollere büründürülmüş küçücük çocuklardık. Kendimizi ifade etme becerisi edinmeden, birilerinin ve sistemin aferinine endeksli programlandık. Adeta, makine gibi bir hayata mahkûm edildik. Anları fark etme fırsatı bulamadan, bir topluluğa ait olmayı önceleyen bir programın koşuşturmasına dâhil edildik. İnsanın varlığını, saygınlığını, mutluluğunu, sahip olunması gereken bir meslekle özdeşleştiren anlayışın belirlediği mekanik bir programa ve başarıyı bir grubun üyeliğinde gören çaresizlerin çizdiği şablon hayatlara mahkûm edildik.
 
Kendimizi tanımadan, yakın çevremizde olan bitenleri öğrenmeden, dünyanın büyük işlerini ilk sıraya alan bir eğitime tabi tutulduk. Sistem, boyumuzdan büyük işlere kalkışmaya özendirdi bizleri. Duyguları ifade etmenin ayıplandığı anlayışla sınırlandırıldık. Kısacık cümlelerle de olsa duyguları ifade etme becerisinden yoksun büyüdük. Hayatta çok “önemli” sayılan işler vardı ve biz o “önemli” işleri öncelikle yapmalıydık. Nasıl olsa, duygulara bir gün sıra gelirdi. En yakınımızdaki insana ağız dolusu “seni seviyorum” demeden büyüyen çocuklardık. En insani duyguyu ifade etme becerisi gelişmemiş çocuklardan, yetişkin rolleri beklendi. Çocuk denilecek yaşta öğretmen sorumluluğu verildi. Hem de mahkemeden alınan “Kaza-i Rüşt” kararıyla. Henüz çocukluğunu ve ilk gençliğini yaşayamamış insanlara, yetişkin rolleri. Hem de en ağırından, insanların yetiştirilmesi gibi bir görevi yerine getirme rolü. Devamında bir dolu yasal prosedür ve yapılacaklar ile el yordamıyla öğrenme-öğretim faaliyetleri. Şimdi dövünme sırası, biz nerede yanlış yaptık?
 
Yasakların belirlediği hayat tıkandı. Geleneksel hayata sıkı sıkıya bağlılık, baskın otorite eğilimi, eril dilin egemenliği, fark edilemeyen anları çoğalttı. Vatan, millet, ezan, bayrak nidaları ve hayatın bunlardan ibaret olduğunu ileri süren bir anlayışın belirlediği eğitim sınıfta kaldı. Bu çıkmazdan kurtulmalıyız. Bunları aşacak becerilere sahip yetişmiş insan gücümüz, yani eğitim kadromuz var. 

Geçmişten bu güne, Köy Enstitülüleri dahil, öğretmen yetiştirme sistemi sorgulanmalı.
Öğretmen,  eğitim politikalarının tespiti dahil, sürecin tüm aşamalarında, insiyatif alacak ve insanın yaratıcılığını ön plana çıkaracak eğitim ortamlarını oluşturacak  donanıma sahip özellikte yetiştirilmeli.

Öğretmen, eğitimin nihai hedefi olarak belirlenen yere ulaşmanın vazgeçilmezi olan sistemin dinamosudur. Öğretmenlerin yetiştirilmesi dahil, eğitim sistemi baştan aşağı yeniden yapılandırmalıdır.

Elif Şafak “Kayıp Ağaçlar Adası” romanında, “Ağaç zamanı hikâye zamanına denktir, tıpkı hikâyeler gibi, ağaçlar da mükemmel düz çizgiler, kusursuz eğriler ya da tam dik açılarla gelişmezler; eğilir, kıvrılır, çatallanır ve fantastik şekillere bürünürler, mucizevi dallar uzatır, buluşlu yaylar çizerler. Uymaz yani birbirine, insan zamanıyla ağaç zamanı. “ der. Günaydın