Nevzat Laleli

Maneviyat, inanmak ve ibadet etmenin yanı sıra bu değerlerin insanda meydana getirdiği yüksek bir kemalâtı (olgunluk) da bulundurur. Bu kavramı içinde Allah’tan korkma, doğru sözlü olma, başkalarına iyilik yapma, fedakârlığa hazır olma, israf (savurganlık)tan kaçınma gibi özelliklerin yanı sıra insanın önemli manevi değerlerinden biri olan hayâ ve iffet sahibi olma özelliğine de sahip olmasıdır.

Hayâ ve iffet, insanın ırz ve namusunu koruması ve yaptığı her işinde kendinin Allah (c.c) tarafından görüldüğüne ve bilindiğine inanarak, hareket ve davranışların ölçülü yapmasıdır.

Hayâ sahibi bir insan Allah’ın (c.c), onun kulları olan insanların, melek, cin ve şeytan gibi nurani varlıkların her an kendisiyle birlikte olduklarını bilerek onlardan çekinir ve insanları kıracak bir hareketi yapamaz. Edep sahibi bir insan, zamanımızda moda haline gelen bacak bacak üstüne atmak ve yere otururken ayaklarını uzatarak oturmak gibi hareketlerden kaçınır

 Edepli bir insanın gözettiği ölçü, sanki her an Peygamber, Hz. Muhammed (s.a.v)’ı örnek alması ve onun her an karşısında imiş gibi hareketlerine dikkat etmesidir.

AİLEDE HAYÂ

İffet ve hayânın, aile yuvasındaki eşlerde bulunması halinde o yuvaya dışarıdan her hangi bir kötülük gelemez. Zira erkek hanımına,  hanım da erkeğinin iyi karşılamayacağı, memnun olmayacağı bir hareketi yapmaz. Edep ve hayâ sahibi kadın kocasından, koca da karısından emindirler. Eşlerden her biri diğerinin kendisini aldatmayacağını bilir. Atalarımız, “Avradı ar zapt eder, er zaptetmez” demekle bu gerçeğe işaret etmişledir. Elbette bunun erkek için söyleneni de doğrudur. “Adamı ar zapt eder, eş zapt etmez” diye.

         Hayâ özelliğini taşıyanlar, insanların en üstünleri oldukları için insanlar arasında büyük saygınlık bulurlar ve hem de Cennet’le müjdelenmişlerdir. Al-i İmran–102 de “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin” buyrulmaktadır.

       Ebû Said (r.a)“Peygamber s.a.v, örtüsü içindeki bakire kızdan daha fazla hayâ sahibiydi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman, biz onu yüzünden anlardık” diyor

Bir başka hadis’de: "Hayâ ve gerekeni konuşmak imanın, açık saçık ve lüzumsuz konuşmak ise münafıklığın kısımlarındandır." (Ebû Ümâme r.a)

Dikkat edilirse hayâ ve iffet, onu taşıyanın hareketlerinde kendini gösterdiği gibi konuşmalarında da kendini göstermekte, konuşmanın kalitesine göre konuşan kişinin hayâ ve iffet sahibi olup olmadığı tespit edilebilmektedir.

Peygamberimiz;"Hayâ ve iman birbirlerinin yakınlarıdır. Bir arada bulunurlar. Bunlardan biri kaldırıldığı vakit, diğeri de kaldırılır"  buyurmuştur.

          ÇEVREMİZDE YAŞANANLAR

Hayânın karşıtı hayâsızlık, edebin karşılığı edepsizlik, ar’ın karşılığı arsızlık olarak dilimizde yerini almıştır. Hayâlı insanlar ile hayâsız insanlar nasıl olurlar diye merak ediyorsanız, hemen çevrenize bakın. Günlük hayatın içerisinde birçoklarını ve bunların hareketlerini tespit edebilirsiniz. İş yerinizde, çarşıda, pazarda, otobüste, tramvayda, metroda ve hemen her yerde utanmadan sıkılmadan bacak, göğüs belleri açıkta bırakan, açık yerleri kapalı yerlerinden fazla elbiseleri ile kadın ve kızları, bunların yanlarındaki erkekleri, bunların her kesin içindeki davranış ve hareketlerini, ağızlardan çıkan müstehcen ve küfürlü sözleri, müstehcen (seksi) hareketlerini tespit edebilirsiniz.

Hemen bunların yanında edep ve terbiyesi ile giyinişi, davranış ve hareketlerinin asilliği ile hayâ örneği konuşmaları ile dikkatlerinizi çeken erkekler ile hanım ve kızların olduğunu görürsünüz. Bunların yollarının daha dünya da iken ayrıldığını tespit edersiniz.

         Resülullah (a.s.v): Hayâ imandandır. İman (sahibi) ise cennettedir. Hâyâsızlık (ve bundan kaynaklanan kabalıklar, çirkin ve kırıcı sözler) cefa (eziyet, zulüm, haksızlık) dan bir parçadır. Cefa (eden de) cehennemdedir.

HAYÂSIZLIĞIN SONUCLARI

Çocukluğumun geçtiği Konya’da (1958–60 lı yıllar) Kapu Camii diye bilinen caminin yanında ki ana cadde üzerinde (bu gün olduğu gibi) sarraf dükkânları bulunmaktadır. Günün vakit ezanları okunduğunda bu esnaflar namaz kılmaya camiye giderken, dükkânlarının kapısını kilitlemez, sadece bir sandalye veya tabure koymayı yeterli görürlerdi. Daha sonra namazlarını kılan esnaflar, gelir ve kapı önüne koydukları eşyayı kaldırarak yine ticaretlerini sürdürürlerdi. Bu gün ise kilit üzerine kilit, güvenlik kameraları üzerine kameralar, bir ucu emniyet müdürlüğüne bağlı alarm zilleri ve daha birçok tedbir alınmalarına rağmen her geçen gün hırsızlık ve soygunlarda büyük artışlar yaşanmaktadır.

Bir yüzü edep, hayâ, iffet, ar olan bir madalyanın öbür yüzünde, mutlaka emniyet, güven, huzur ve saadet (mutluluk) bulunacaktır. Siz bir başka madalyanın bir yüzüne edepsizlik, hayâsızlık, ar’sızlık ve iffetsizlik gibi menfi değerleri koyarsanız, onun öbür yüzünde mutlaka hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekârlık, tecavüz, anarşi ve taarruz, güvensizlik, huzursuzluk gibi değersizlikleri koymaya mecbur kalırsınız.

Bu ise insanlarımızın daha dünyada iken cehennem hayatı yaşamaları demektir. “Ne ekersek, onu biçeriz” gerçeği ile her zaman karşı karşıyayız, bu unutulmamalıdır.