ALİ EKBER PEKŞEN
 
Antik Yunan Site Devleti ya da Atina demokrasisinin temeli kanun hâkimiyetidir. Hürriyet anlayışı, seçme ve seçilme gibi siyasi haklarla sınırlıdır. İnsan bir sitenin mensubudur ve birey olarak bir değeri yoktur. İnsana, devlet içinde kişisel hak tanıyan bir düşünceye rastlanmaz. İlk Çağın en eski ve en iyi korunan yazılı belgelerinden Hammurabi kanunları dâhil, bu dönem bağışlanan hakların, gerçek anlamda insan hakları olduğu söylenemez. Bu haklar bütün insanlara tanınmamış, köleliğin kurumsallaşmasına yardımcı olmuşlardır. 
 
Antik çağda, stoacılar, insana özel yer ayırdıklarını, “tabiata uygun” hayat kavramıyla dile getirmişler. Stoa ahlâkının temeli; “tabiata uygun” hayat anlayışı ve insanın tabiatı gereği özgür ve eşit olması düşüncesidir. Bu nedenle, devletin hukukundan üstün bir hukuk düzeni olduğu düşüncesiyle hareket ederler.  İnsan haklarının temeli olan bu düşünceyi ilk defa dile getiren Stoacılar, devleti her şeyden üstün gören anlayıştan ayrılırlar. 
 
Orta Çağda yönetilenler, yönetenlere sadakat duyar, yöneticilerse koruma, kollama yükümlülüğü üstlenirler. Bu dönemde krallara ve feodaliteye karşı verilen mücadeleler, bir kısım kazanımlarla sonuçlanır. Bu kazanımlar, sonraları insan haklarının korunması ve geliştirilmesinde yol gösterici olur. 
 
Hıristiyanlıkla birlikte; din kurumu siyasi otoriteden bağımsız olmalı düşüncesi yaygınlaşır. Dinin, devlet baskısından kurtarılması çabaları başlar. İnsanın Tanrı’nın benzeri olarak, üstün değerlerle yaratıldığı, bu nedenle kişiliğinden kaynaklı haklarının olduğu, otoriteden bağımsız vicdan muhasebesi yapabileceği savunulur. Bu düşünceler, kölelik düzenine karşı mücadelelerde etkili olur. Bilahare, kilise siyasi güçle birleşir ve din adamları yönetimde otoritenin temsilcisi olurlar. Fertlerin hak ve hürriyetleri tali plana itilir. Kilise, bireysel haklar dâhil, varlığı için tehlikeli gördüğü, tehdit oluşturacağını düşündüğü tüm çevrelerle, kıyasıya mücadele eder. 
 
Tarihsel süreçte siyasi iktidarı sınırlayan, can ve mal güvenliğini kralın keyfi uygulamalarına karşı koruyan, kişi hürriyetlerini genişleten yazılı anlaşmaların önemli örneklerinden biri 1215 Magna Carta Libertatum olarak bilinen İngiliz Büyük Şartı’dır ve bu nedenle insan hakları alanının ilk önemli belgesi olarak değerlendirilebilir.
 
Yeni Çağda tabi hukuk anlayışı; dinin, ilahi güçlerin etkisinden arındırılmaya, anayasa metinleri bu doğrultuda düzenlenmeye başlanmış. İnsan hakları konusu, düşünce tarihinin felsefi tartışma boyutundan çıkmış. Mutlak egemen devlet anlayışı zayıflamış. Kişiler ve sınıflar arasındaki dengesizlikler, eşitsizlikler giderilmeye çalışılmış. İnsan hakları anayasalarda hukuksal metinler olarak yer almış. Rönesans’ın, hümanizmin etkisiyle, devletten beklentiler değişmiş. Devlet hükmeden aygıt olma vasfından uzaklaşarak, hizmet aracı bir kuruma dönüşmeye başlamış.
 
Cinsiyete dayalı, kadını orantısız şekilde etkileyen, kadına yönelen her türden ayrımcılık; yönetimin karar mercilerinde erkek egemen zihniyetin söz sahibi olmasıyla alenileşmiş, kabul görmüştür. 
 
Aydınlanma çağıyla, kadınların zorunlu eğitimden yararlanmaları ve vatandaşlık haklarının olması gerektiği kabullenilmiş. Kadınların bilim dünyasında görev almaları, ayrımcılıkla ilgili duyarlılıkları artırmış, kadın haklarını insanlığın gündemine yerleştirmiştir. 
 
Fransız Devrimi’nde, kadınlar aktif politikaya katılmış, seçme haklarını istemiş, politik haklarını ilan etmişler. Devrim sonrası yayınlanan 1791 Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 1. Maddesi: “Kadın özgür doğar ve erkeklerle haklar bakımından eşittir.” Bildirgeyi okuyan kadın giyotine gönderilmiş. Gerekçesi, “Kadın doğasına aykırı olarak kürsüye çıkması, siyaset yapmak istemesi, cezanın diğer kadınlara ders olması…”
 
08 Mart 1857’de Amerika’da, grevdeki kadın işçilerin eylemi polis gücüyle bastırılır. Fabrika kapılarının açılamaması nedeniyle çıkan yangında 129 kadın katledilir. 1910 yılında Kopenhag’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in, 1857 yangınında ölenler adına 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisi, oybirliğiyle kabul edilir.
 
2. Dünya Savaşı, yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Barış arayışları, 1945’de Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın kurulmasıyla sonuçlandı. 1946’da BM Ekonomik Sosyal Konseye bağlı Kadının Statüsü Komisyonu kuruldu. 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’yle kadın, insan haklarının merkezine yerleşti. 
 
-1952’de Kadınların Siyasi Haklarına İlişkin Sözleşme 
-1957’de Evli Kadınların Tabiiyetine İlişkin Sözleşme 
-1967’de Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Beyannamesi
-1979’da BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi 
-1984’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 7 no’lu Ek Protokol 
-1993’te Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge 
-2011 Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi kabul edildi. 
 
Ülkemizdeki insan/kadın hakları mücadeleleri bu çerçevede değerlendirilmeli. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması önemli bir zafiyettir. Türkiye, 2011’de kabul edilen İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ve onaylayan ülkeydi. İstanbul Sözleşmesi; 
 
-Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (1966)
-Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (1966)
-Kadına Karşı Her Türlü Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin BM Sözleşmesi (“CEDAW”, 1979) ve İhtiyari Protokolü ve CEDAW Komitesinin kadınlara karşı şiddete ilişkin 19 No.lu Genel Tavsiye Kararı 
-Çocuk Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (1989) ve İhtiyari Protokolleri (2000)
-Engellilerin Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (2006) 
-Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Anlaşmasını (2002) göz önüne alarak; 
-Özellikle Sivil Şahısların Harp Zamanında Korunmasıyla ilgili Cenevre Sözleşmesini (IV) ve sözleşmenin ilgili I ve II no.lu Ek Protokollerini ve uluslararası insani haklarının temel ilkelerini hatırda tutarak hazırlanmıştır. 
 
Sözleşmeyle hedeflenen; ev içi dâhil, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir.
 
İnsana saygının, eşit yurttaşlık temelli hayatların olmazsa olmaz değerlerini üretenler, değerleri korur, geliştirirler. İnsan haklarının, pozitif hukuk kurallarıyla güvenceye alınması, Batı (Avrupa) kaynaklıdır. Değerlerin üretiminde katkısı olmayanlar, günlük siyasi çıkarları uğruna, kolayca vazgeçer, yok ederler.
 
YARARLANILAN KAYNAKLAR: 

1. https://www.istanbulbarosu.org.tr/files/docs/khum/Sunum2.pdf
2. Halil KALABALIK, İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri T.C. AÜ Açık Öğretim Fakültesi Yayını no: 2282
3. http://www.basin-is.org.tr/dunya-emekci-kadinlar-gunu-tarihcesi,2,2,172
4. Avrupa Konseyi Sözleşmeler Dizisi - No. 210 İstanbul, 11.V.2011(Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi)