Nevzat Laleli
Fert veya toplum, yaşadığı süre içerisinde kötü durumlara düşmesi, zillet ve sefalet kelimeleriyle ifade edilmektedir. Bunun müspet (olumlu yönü) fert ve toplumun iyi ve güzel halini anlatan kelimelerdir ki bunlara da izzet ve saadet denilmektedir. Her iki halde de kelimelerden ilk sırada ki zillet ve izzet kelimeleri fert ve toplumun daha çok manevi yönünü anlatırken, sefalet ve saadet kelimeleri daha çok maddi durumlarını ortaya koymaktadır. Ancak, hiçbir zaman madde ile mananın, beden ve ruh’un birbirinden ayrılması düşünülemez. Madde ve manayı belirten kelimeler her zaman yan yana gelmişlerdir.
Madden durumları bozuk yani sefalet içinde olanların manen de varacakları noktanın zillet olmasını gerekir. Veya zillet içerisinde bulunanlar, kendi şahsiyetlerini ortaya koyamayan silik kişiler olduğundan sömürülmeye açıktırlar. Uşaklıkları sayesinde bir müddet varlıklı insanlar gibi görünmeye gayret etseler de bu ilânihaye gitmez ve her zaman sefalete yuvarlanmaları mukadderdir.
Bu denklemin tersi de doğrudur. izzet içinde yaşayanlar, başkalarına el açmadan kendi imkânları ile kalkınma çabaları içerisinde olacaklarından sonunda maddi kalkınmalarını da gerçekleştirecek ve saadete kavuşacaklardır.
TARİHİ GERÇEKLER
Müslümanların, İslam’ın ilk yıllarında Mekke dönemindeki durumlarına baktığımızda çok büyük çileler çektiklerini, günlerce aç kaldıklarını ve hatta açlıktan midelerine taş bağladıklarını, her türlü eziyet ve cefaya katlandıklarını görmekteyiz. Bir inancın yayılması ve toplum nezdinde kabul görebilmesi için kelimenin tam manasıyla sefalet ve her türlü eziyet içerisinde yaşadılar. Ama başları her zaman dik oldu, şeref ve haysiyetlerinden hiçbir taviz vermediler, her zaman izzetlerini korudular.
Neticede aynı Müslümanlar, Medine’ye hicret ederek önce İslam devletini kurdular, kendileri ve idareleri altındaki diğer dinlere mensup insanlar, refah ve saadet içerisinde hayatlarını sürdürdüler, mutlu devirler yaşadılar.
Yakın tarihimizde de böyle örnekler görülmektedir. Japonya ve Almanya ikinci dünya savaşında yakıldı, yıkıldılar. Hele Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine Amerikalılar, atom bombaları atarak binlerce insanı anında yok etmelerine rağmen, aradan geçen kısa zaman içerisinde sanayisiyle, ekonomisiyle yeniden dünyanın sayılı ülkeleri arasına girmesi, Almanya’nın, hâlâ İsrail’e harp tazminatı ödemeye mahkûm bir ülke halinde olmasına rağmen kendini geliştirerek halkına mutluluğu getiremese bile zenginliği getirmesi, onların devlet olarak şahsiyetlerini (kişiliklerini) korumaları ve galip devletlere el açmamaları sebebi ile olmuştur. Kendi imkânlarıyla kalkınma hamlesine girmişler, yabancılardan borç alarak onların emrine girme yolunu tutmamışlardır.
Çünkü onlar; “borç alan emir alır, emir alan da her zaman zillettedir” hükmünün geçerli olduğunu biliyorlardı.
BİZE NE OLDU
Çok şükür, ülkemiz ikinci dünya harbine girmedi. Savaşta, tahribata uğramadı. Büyük harp tazminatları ödemeye mahkûm olmadı. Aradan geçen bunca zamandan sonra ülkemizin maddi ve manevi durumuna feraset gözüyle baktığınızda durumumuzun hiçte iç açıcı olmadığını üzülerek görmekteyiz.
Peki, biz niçin geri kaldık? Niçin refah seviyemiz, insanımıza insanca yaşama seviyesi verememektedir? Niçin edep ve terbiyemiz yer ile yeksan olmuştur? Toplumda insanın insana saygısı ve hürmeti niçin bulunmamaktadır? Her yıl yeni polisler aldığımız, huzuru temin edecek yeni kanunlar çıkardığımız halde niçin polisiye olaylarda büyük artışlar yaşanmakta, suç işleme oranı 9 yaşındaki çocuklara kadar düşmüş bulunmaktadır? Soygunlar, hortumlamalar, ihalelere fesat karıştırmalar, dolandırıcılık, hırsızlık almış başını gitmektedir?
Niçin içki, sigara, uyuşturucu kullanma yaşı ilköğretimdeki çocuklara kadar düşmüştür? Ahlaki yozlaşma niçin dibe vurmuştur? Irza tecavüz, kız kaçırma, fuhuş ve zina almış başını gitmektedir? Niçin, niçin, niçin…
Bunlar her dönemde görülmektedir diye kendimizi avutamayız. Elbette her dönemde bu tip olaylar hep yaşanmıştır. Ancak bizim derdimiz, yıllara göre milleti ezen bu tip olaylardaki artıştır ve artış oranının büyümesidir. Devlet İstatistik Enstitüsünün yıllık istatistiklerinde suç işleme oranlarındaki yükselmeler, polis ve emniyet müdürlüklerinin istatistiklerinde polisiye olayların bir çığ gibi artış göstermesidir. Bunların sebepleri nedir?
NEYİMİZ EKSİK
Ülke insanının yaş ortalaması yüksek yaşlı insanlar, tembel ve sabırsız mıdır? Kalifiye insanlarımız mı yoktur? Yeraltı yer üstü kaynaklarımız mı azdır? Gerekli teknolojimiz mi bulunmamaktadır? Neyimiz eksiktir?
Şurası hiç unutulmamalıdır ki, ülkemizin ve milletimizin içerisinde bulunduğu zillet ve sefalet, kesinlikle halkımızdan kaynaklanmamaktadır. Bu durum yıllardır ülkemizi idare edenlerin tutum ve icraatlarından kaynaklanmakta ve sorunlarımız çözülerek azaltılacağına bir iktidardan diğerine aktarılarak bir çığ gibi büyümektedir.
Akıl için yol birdir ve zilletten izzete, sefaletten saadete geçebilmenin tek yolu “Milli Görüş” mensuplarını iktidara getirmekle mümkündür. Bundan başkada bir çıkış yolu da yoktur. Milli Görüş’ün dışında iktidara gelen siyasiler, bize zaman kaybettirmektedirler.
31.Mart ta bu yanlış gidişatı durdurmak bizim elimizdedir.