Soruyu aklı ve vicdanı körleşmiş olanlar için sormuyorum. Erdemli insanlar için soruyorum.

Bakmakla görmek arasındaki farkı, düşünmezsek fark etmeyiz. Günlük yaşantımızda, o an bizi ilgilendiren, beynimizi meşgul edip yoran şeyleri düşünüp, bakarak yaşarız. İlgimizi çeken veya o an bizi olumlu ya da olumsuz etkileyen bir şey olmazsa genellikle görmeyiz. Oysa esas olan bakmak değil görmektir.

Alevilerin durumu bana bu düşünceleri hatırlattı. Alevilerin varlığını biliyoruz ancak onları yakınen tanımıyoruz. Bir anlamda onlara bakıyoruz ama onları görmüyoruz. Alevilerin başına kötü bir şey geldiği zaman (Sivas Madımak vahşeti gibi) veya onlara işimiz düştüğü zaman (laiklik ve Cumhuriyet mitingleri gibi) onları hatırlıyoruz.

Alevileri yakınen tanımaya (görmeye) çalışalım.

Sünni bir aileden gelmeme rağmen ismimin Ali Haydar olması beni hep Alevilere yakın kılmıştır. Yeni tanıştığım insanlara ismimi söylediğimde çoğu kez “Alevi misin?” sorusuyla karşılaşıyorum. “Hayır” deyince çoğunlukla şaşırıyorlar.

Ayrıca sevgili eşim Makbule’nin ailesinin Alevi olması, beni Alevilere daha çok yakınlaştırdı. Onlar benim, ben onların bir parçası oldum.

Eşimle tanışma sürecinde benim Sünni ve Diyarbakırlı olmam ilk dönemler kimi tereddütlere neden olmuştu. Diyarbakır denilince akıllarına Sünni/Şafiler gelmişti. Sünni/Şafileri, Çaldıran Savaşı’nda Yavuz’a yaptıkları yardımdan ötürü sevmiyorlardı. Ancak kendimi tanıtıp devrimci - komünist olduğumu söyleyince, sevinmişlerdi. Eşimin bana ve ailesine karşı olan çift taraflı sevgisi, zamanla beni ailenin bir parçası yaptı. 

Onları yakınen tanımaya ve anlamaya çalıştım. 

Tanışmam esnasında beni ilk rahatsız eden şey, eşimin akrabalarının evlerindeki çerçevelenmiş Atatürk posterleriydi.

En kötü ve zor dönemde, Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde 1981-1982 arası 13 ay tutuklu kalmış, ağır işkence görmüştüm. Ayrıca, eşimin ailesi ile tanıştığım zaman yeniden kaçak durumundaydım. Rejim tarafından aranıyordum. 

Atatürk’ün, üyesi olduğum tarihi TKP’nin kurucu başkanı Mustafa Suphi ve yöneticilerini Karadeniz’de katlettirdiğini, komünistleri sürekli tutuklattığını, insanlığın yüz akı olan ve hayatı boyunca büyük insanlığın kavgasını veren Nazım Hikmet’i 13 yıl cezaevinde yatırtarak onu çok sevdiği vatanından ayırdığını; kurduğu ceberut rejimin Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü, binlerce aydını cezaevlerinde çürüttüğünü, Alevi ve Kürtlere ihanet ettiğini, onların ileri gelenlerini darağaçlarına gönderdiğini biliyordum. Bunlardan dolayı Atatürk’e karşı saygılıyıdım ama sevgim yoktu.

Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde sürekli İstiklal Marşı, Andımız ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinin işkence ile zorla okutulması, ırkçı, faşizan marşların işkence ile söyletilmesi, cezaevinin tüm koridorlarının Türk bayraklarıyla ve “Türk Büyükleri”nin resimleriyle donatılması, tüm bunların Atatürk'çülüğün ırkçı, milliyetçi, Türkçü ideolojisi doğrultusunda; Atatürk'ün kurmuş olduğu rejim adına yapılması, Atatürk’e olan insani sevgimi de bitirmişti.

Onlara, cezaevindeki uygulamaları anlatınca üzüntülerini dile getirip Atatürk posterlerini bir daha asmamak üzere kaldırmışlardı. “Atatürk posterini neden asıyorsunuz?” soruma, her birisinin ayrı ayrı cevap verdiğini hatırlıyorum. Eşimin ablası olan Zeynep’e sorduğumda “bilmem” demişti. Yani niçin astığını bilmiyordu. Demek ki çok bilinçli bir tercih değil diye düşünmüştüm. 

Şimdi, Anadolu Aleviliğinin Cumhuriyet dönemi tarihsel seyrine bakalım: “Oysa Anadolu Aleviliği apayrı bir sentezin, Türkmenlerin, Kürtlerin ve Anadolu’nun diğer yerleşik halklarının, kimi Arap, Acem ve Rumların, boyun eğdikleri Müslümanlık karşısında kendilerine, eski dinlerinden ve maddi yaşam koşullarından hareketle oluşturdukları yeni bir inanç ve kültürün ifadesidir. Bu anlamda Alevilik, İslamdan etkilenmesi yanında, eski inançları Şamanizmin, Zerdüştlüğün, Maniheizmin, Ezidiliğin ve o dönem Anadolu, Mezopotamya ve Horasan’da bulunan tüm dinler ve kültürlerin, İslam egemenliği altında aldığı yeni formun ifadesidir. Onun hem tarihi devamlılık anlamında hem de siyaset ve dini tanımlama anlamında gerçek Ali ve ilk Şiîler yanı sıra, hepsi de birer şeriatçı olan 12 İmam ile ve özellikle de Şiî şeriatçılığının sistematizasyonunu yapan imam Cafer ve Caferilikle de fiili bir bağı bulunmamaktadır.”(Erdoğan Aydın, Kimlik Mücadelesinde Alevilik, Literatür Yayınları, s.325)

Demek ki Anadolu Aleviliği bir inanç kültürüdür. Onun, İran Şia’sı ve İslam’la bağı vardır ama onlar değildir. Onların şerri kurallarını kabul etmez. 

Millî Mücadele sonrası Mustafa Kemal, yeni duruma uygun tercihini yapıp orta yere iradesini koydu. Saltanatı ve halifeliği kaldırıp Cumhuriyet’i ilan etti. Aleviler bu kararları sevinçle karşıladı ve destekledi. Eşit vatandaşlık hukukuna geçileceği sanıldı.

Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in ideolojisini Türk - Sünni İslam olarak seçti. Bu ideolojiye uygun kararlar alıp eski kurumları kapatıp yeni kurumlar oluşturmaya başladı.

Aleviler yanıldı!

Devlet; Türklerin devleti, inanç da Sünni İslam oldu. Böylece; Kürtler inkâr edilip Aleviler görmezden gelindi. Aleviler yer yer aşağılandı.

Tekke, Zaviyeler ve Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı kapatıldı. Seyit, pir, dede gibi Alevi unvanları yasaklandı. Sünni islamın camisi- mescidi açık kaldı. İmamı, müftüsü görev yaptı. Dini kontrol altında tutup Sünni islamı güçlendirmek için 1924'de Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu.( Bu gün demokrasiden, seküler yaşamdan yana olanların karşısında en büyük engel) Sünniler, İslam inancını özgürce sürdürürken Aleviler inançlarını gizlice evlerinde yapmak zorunda kaldı.

1937-38’de Dersim’de, Alevi Kızılbaşlar devlet eliyle kırıma uğradı. (Dersim halkının adlandırılmasıyla Tertele uygulandı). Devlet, olayı isyan olarak göstermeye çalıştı. Olay çarpıtıldı ve hâla çarpıtılmaya çalışılıyor. Ulusalcıların etkisinde kalan kimi Aleviler, Atatürk’ü aklayıp Celal Bayar’ı suçladı. Oysa hareket, devletin bir planıydı. Atatürk işin uygulayıcısıydı. 1937 harekâtında Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İnönü, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’tır. 1938 harekâtında, Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan Celal Bayar, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Malatya Emniyet Müdürü ise İhsan Sabri Çağlayangil’dir. “Atatürk hastaydı. Olaylardan haberi yoktu” söylemi, doğru değil; ulusalcıların Atatürk’ü aklama-paklama algı operasyonudur.

1960-1970’lerde, Kızılbaşlar ile Bektaşiler kentlerde Alevilik çatısı altında buluştu. Aleviler artık Türkiye İşçi Partisi(TİP), sendikalar ve devrimci örgütlerin içindeydiler. Örgütlü muhalefetle birlikte, emek, sol ve sosyalizmden yana tavır aldılar. Özgürlüğün tadına varmış olsalar da inanç konusunda hâlen sıkıntıları vardı. Köyde, gizli de olsa inancının gereğini yerine getiren Aleviler, kentlerde sıkıntılıydılar. Köyünde kendi iç hukuku ile sorunlarını çözen Aleviler kentlerde açıkta kalmıştı. İç sorunlarını çözecek yer ve ortamları, ibadetini yerine getirecek, cenazesini yıkayacak- kaldıracak yerleri yoktu. Devletçe yasaklıydılar. Sosyalistler zaten inancı, dini önemsemiyorlardı. Derdini, sıkıntısını anlatacak, onları anlayacak kurumlar ve kimseler yoktu!

1970'lerde devlet, kendi kontrolündeki MHP ve Ülkü Ocakları’nı Alevilerin üzerine sürüp Maraş, Çorum, Sivas ve Malatya’da katliamlar yaptı. Kısa dönemde amaç hâsıl oldu. 12 Eylül’de, askerler yönetime el koydu. Alevi Kürt gençlerin bir kısmı dağın yolunu tuttu. Bir kısmı da sol örgütler aracılığıyla yurt dışına çıktı. Çıkamayanlar cezaevine düştü. 

Dağdan çatışma, cezaevlerinden direniş ve ölüm orucu haberleri geldi. Binlerce Alevi anne, baba “yetiş ya Hızır, medet ya Ali!” deyip acılarını içlerine gömdü.

1990’lı yıllar Kürt Siyasi/Özgürlük Hareketi’nin devleti sarstığı yıllardir.

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri’nde, Madımak Oteli’nde şenliği düzenleyen Alevi ozan, şair ve yazarları; derin devlet ve şeriatçı, milliyetçi, faşist ittifakı ateşe verdi. 33 can diri diri yakıldı. 

Alevilerin bir kısmı Kürt Siyasi/Özgürlük Hareketi’ne kaydı.        

Sanırım devlet yaptığı hatanın farkına vardı. Alevi önderleriyle ilişki kurdu. Alevilerin kentlerde ve köylerde Cem evi kurmasına(yasal- hukuki zeminde değil ancak dernek olarak) izin verdi.

Atatürk posterleri, Cemevlerinde Hz. Ali ile birlikte yerini aldı. 

Devlet, Cem evlerinin dernek çatısı altında açılmasını teşvik ederek, bir taşla iki kuş vurmayı amaçladı. Birincisi, Aleviliği kontrol altında tutup asimile etmenin yolunu açmaktı, ikincisi ise Alevilerin, Kürt siyasal/özgürlük hareketine kaymasını önlemeye çalışmaktı.

Devlet, bu konuda kısmen başarılı oldu.

Devletin önemli organlarının yönetim kademeleri Alevilere kapalıdır. 

Devlet, değişik organlarıyla ve MHP - AKP ile Alevileri Türk - Sünni ekseninde asimile etmeye, Türk milliyetçiliğinin ve Sünni islamın içinde eritmeye; olmazsa, Alevilerin içindeki işbirlikçileri ile "Alevi İslam" oluşturup, Alevileri bölmeye, zayıflatıp kontrol altında tutmaya çalışıyor.

CHP, Alevileri, “laikliğin ve cumhuriyetin teminatıdır” deyip, oy deposu olarak görüyor. Onları, “Cumhuriyete ve laikliğe sahip çıkmazsanız şeriat gelir” diye korkutuyor.

Bir anlamda, ölümü gösterip sıtmaya razı olmalarını istiyor.

Alevilere, inceden inceye kendisini mağdur eden, yok sayan Türkçülüğü, ulusalcılığı, Atatürkçülüğü işliyor. 

HDP, Aleviliği inanç olarak görüyor. Onları, Kürtlerle birlikte demokrasi için mücadele etmeye çağırıyor. Bizi Kürt ve Alevi olarak kabul etmeyen bu günkü cumhuriyet yerine Demokratik Cumhuriyeti birlikte kuralım diyor.

Sol-sosyalist örgütler ise Aleviliğin inanç yönünü çok önemsemiyor, onları siyasi çalışma alanı olarak görüyor.

Yukarıda anlatıldığı gibi Alevilik, milliyetçiliğe, dinciliğe, Kemalizm’e, sol siyasete malzeme yapılamayacak kadar hümanist, insan odaklı evrensel değerleri olan bir inanç ve yaşam biçimidir. Bu inançta, bu kültürde şiddet yoktur. Hoşgörü ve çoğulculuk, insan ve doğa sevgisi vardır. Onların da özgür bir şekilde inançlarını yaşama ve yaşatma hakkı vardır. Onları rahat bırakalım. Onlara " güvercin tedirginliği" yaşatmayalım. Hak arama mücadelesinde demokratik- barışçı mücadelelerini kendileri versinler. Biz onları sadece destekleyelim, onların yanında olalım. Onları zorlayarak, korkutarak inkarcı devletin kucağına itmeyelim. 

Onlar, evlerine ve Cemevlerine Atatürk posterini sanıyorum kendilerini savunmak için asıyorlar. Şunu demek istiyorlar: “Siz dincisiniz. Laik değilsiniz. Esas laik, cumhuriyetçi çağdaş olan biziz. Bize dokunamazsınız! Siz şeriatçı ve yobazsınız.” Bir anlamda nasıl şeriatçıya karşı Ali’yi kalkan yapıyorsa burada da Atatürk’ü Sünni devlet yöneticilerine, dinci, milliyetçi, şeriatçı çetelere karşı kendilerine kalkan yapıyorlar diye düşünüyorum. Onlar bilmezler mi inanç yerinde siyasi bir liderin, devlet adamının posterinin olmayacağını. Tabi ki bilirler. Siz hiç sinagoglarlarda, havra, kilise ve camilerde( yer yer olsada) devlet büyüklerinin posterlerni gördünüz mü? Ben görmedim.

Şöyle de düşünebiliriz: Hiçbir şey tam olarak siyah beyaz değil. Siyah veye beyazın da derecesi var. Kötü de derece derecedir. Kötü; biraz kötü, biraz daha kötü , çok kötü, çok çok kötü... Çokları arttırabiliriz. Bu sosyal olaylar içinde böyledir.

Hep sorarız veya merak ederiz Sovyet halkı, hatta sürgündeki, Gulam kamplarındaki yüz binlerce Sovyet komünisti, nasıl oldu da kendilerini ölüme gönderen, ikinci dünya savaşında Stalin'in etrafında tek vücut oldu ve ikinci dünya savaşını kazandılar?

Çünkü karşılarında Stalin'den daha zalim/kötü Hitler vardı.

İşte neden Aleviler cumhuriyet döneminde Kemalistlerin, onların siyasal örgütü CHP'nin yanında yer aldı ona sarıldı dersiniz cevap: hak hukuk tanımaz, acımasız şeriatın; günümüzde IŞİD, Talibanvari şeriatınçılığın karşısında, kendilerini yok sayan Kemalizme sığınmak zorunda kaldılar derim. Tabi ki bu bir ironidir. Ama hayatta budur. Her koşul ve şartta yaşamak gerekir. Böylece kendileri için kötünün iyisini tercih ettiler. Ben inanıyorum ki zaman içinde Aleviler inançlarının gereğini yerine getirecektir. Onlar kamil insanlardır. İnsanlık tarihinin derinliklerinden gelen inançları vardır. Kendi aralarında inanç birliğini sağlayıp, dini ritüellerini tekleştirip siyasi ögelerden arınıp olur olmaz yerde “Atatürk, Türk ordusu, şehitler” deyip inançlarını siyasallaştırıp küçük düşürmeyeceklerdir.

Cemevlerine Atatürk posteri asılmamalı, oranın ciddi bir inanç kurumu olduğu pratikte göstermeli. Alevi Canlar; cemevlerini, Atatürk lokali görüntüsü vermekten çıkarıp, siyasi mekanlarla inanç mekanını birbirinden ayırmalı derim. 

İnanç toplantılarında inançlar, insanî değerler, kurdun, kuşun, canlıların ve doğanın, çevrenin durumu konuşmalı, çünkü Aleviliğin yüzü doğa anaya ve insana yöneliktir. İnançların gereği yerine getirilip, siyaset ve siyasi figürler inanç toplantılarında dile getirilmemeli.

Siyaset, siyasi partilerde ya da sendika, dernek ve kahvehanelerde yapılmalı.

Taş, yerinde ağırdır.

Sol -sosyalistler; Alevileri, siyasi, muhalif, kadro edinme topluluğu olarak görmekten vazgeçmeli, onları inanç topluluğu olarak görmeli. 

Anadolu Aleviliğinin inanç olarak birliği ve varlığı, çoğulcu Demokratik Türkiye ve demokrasi için, hepimiz için önemlidir.

Alevi inancı dışında olan bizler, gönlümüzü ve aklımızı Alevilere açmalıyız. Bilişim, internet, yapay zeka çağında köhne alışkanlıkları, algıları ve tabuları zihnimizden söküp atmalıyız. Devletin, resmi ideolojinin (yönetenler fark etmiyor, zihniyet ve uygulama aynı) Alevileri bölüp etkisizleştirme projelerine karşı çıkmalıyız.

Ali Haydar Üzülmez - İstanbul/Kadıköy/Göztepe – 21.06.2020

Not: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 

yeni kararı. AİHM, geçtiğimiz günlerde Aleviliğin kendine özgü inanç sistemi olduğu ve devletin vatandaşların inancına müdahale edemeyeceğini belirtti. "AİHM kararında diyor ki ;devletler inanç kurumlarının hangi ölçeklerde, neye inanacaklarını veya da hangi inançların altında kendilerini değerlendirecekleri gibi bir tavır sergileyemez. Neye, nasıl inanacaklarını yalnızca inanç kurumlarının kendisi belirler." 

Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu'nun (AABF) Onursal Başkanı Mehmet Ali Çankaya da, yeni gelişmeler konusunda şu açıklamayı yaptı:" Aleviliği, İslam’ın içinde ya da dışında görebilir, bir felsefe olarak, doğal bir inanç olarak görebiliriz, bu konuda birçok yaklaşım var. Bizim bunların hepsine saygımız var. Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inancının kendine özgün normlarının olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. İnsanlar özgürce düşünebilmeli, özgürce inanıp, inançlarını da özgürce yaşamalı. Bu evrensel bir insan hakkıdır. Devletin inancı olmaz, devlet bütün vatandaşlarına eşit mesafede durur ve eşit hizmet götürür. Bunu yaparken de hiçbir ayrım yapmaz" 

26 Mart 2024 tarihli, Artı Gerçek.