Nevzat Laleli
Aydın, okumuş, münevver gibi kelimelerle tanımladığımız insanlar ne iş yaparlar? Bu soruyu her birinin sahip olduğu mesleklerini gereğini yerine getirip getirmedikleri açısından sormadım. Elbette her biri ulaştığı mesleki kariyerler içerisinde kendi mesleklerini icra ediyor kendilerine, millete ve memlekete faydalı oluyorlardır. Benim sorum, “hak ve batılla ki bunlar; doğru ile yanlış, iyi ile kötü (güzel ile çirkin), faydalı ile zararlı, adalet ile zulüm” den birisiyle karşılaştıkları zaman ne yaparlar, ne yapmalıdırlar, olacaktır.
Aydın insan, belli bir öğrenimi tamamlamış, belli bir kariyere erişmiş, ilim ve kültür açısından sahip olduğu bilgilerle karşısındaki insanlara kendini dinletebilen, toplumları sevk ve idare edebilecek kabiliyete sahip insanlardır. Bunlar Prof’dur, doçenttir, doktordur, avukattır, mühendistir, öğretmendir, imam ve hatiptir, yazardır, çizerdir veya kendini yetiştirmiş bir insandır v.s. Yani köylü Ahmet, bakkal Mehmet gibi çevresinden dışarıya çıkmamış insanlar değildirler. Cenabı Hakk’ın verdiği akıl ile bunun yanında bahşettiği temyiz kabiliyeti, lütfettiği gençlik, sıhhat, ilim gibi imkânlar ve verdiği nefes (zaman) ile şimdi bulundukları yere erişmiş bulunanlardır.
Ülkemizde uygulanan faizci ekonomik sistem altında yabancılara her yıl 100 milyar dolardan fazla faiz ödendiği için, gittikçe fakirleşen ama öğrenim yapan gençlerine yine de büyük imkânlar ayırarak onların yetişmelerini sağlayan milletimiz, O’nun kendisine karşılaşacağı kötü durumlarda önceden haber vermesini, iyi durumlara da sevk etmesini istemektedir. Bu da milletin en tabii hakkı olması gerekir.
AYDINLARIMIZIN GÖREVİ
Büyük fedakârlıklarla yetişen aydınlarımız (ki bunlar ülkemizde binlerce ve hatta milyonlarcadır) her biri önce kendisini, doğruları bulma ve ona yönelmenin gayreti içerisinde olmalıdır. İnancı, aklı, eğitim ve öğretimi, hayat tecrübesi gibi hususlar onun doğruları bulmasında ona yardımcı olacaklardır. Eş zamanlı olarak da çevresindeki insanlarla yakın temasa geçerek onların da doğruları tanıma, o doğrulara yönelme ve hayatlarını doğrulara göre tanzim etmelerine yardımcı olmalıdırlar.
Fikir ve inanç önce kafalarda ve gönüllerde başlar, daha sonra eyleme ve harekete dönüşürler. O halde Aydınlarımız, kafa ve gönlünde taşıdığı fikir ve inançlara dikkat etmeli, oralara yanlış, yabancı fikir ve düşüncelerin girmesine fırsat vermemelidir.
Aydınımız masalarının üzerine koyduğu ve her fırsatta göz attığı; “İlahi. Ente maksudi ve rızake matlubi” şeklinde bir yazıyı bir an bile hatırlarından çıkarmamalıdırlar.
Böylece düşünce ve hareketlerinin çıkış noktasının; “Allahım. Maksadım sensin ve benim için geçerli olan senin rızana kavuşmaktır” olan bir Aydın, çevresindeki insanlara faydalı olabilmek için bütün gücüyle çalışacaktır. Aydının bu davranışı, hem dua, hem istikamet ve hem de dünya ve ahiret saadetine giden yolun başlangıç noktası olacaktır. Allah’ın rızasını üstün tutan bir Aydın’ı artık hiçbir tehdit yıldıramayacak ve hiçbir menfaat (çıkar) kendine çekemeyecektir.
Aydınımız, etrafında bulunan yüzlerce insanın doğrulara iletilmesinin çaba ve gayretini gösterirken de duası; “Ya Rabbi. Bana, Hakk’ı (doğruları) hak bilip ona bağlanmayı, batılı (yanlışları) da batıl bilip ondan uzaklaşmayı nasip et” olmalıdır.
ÜLKEMİZ VE MİLLETİMİZ
Ben Aydınım diyen her kes, elini vicdanına koyarak ülkemizin ve milletimiz içerisinde bulunduğu durumu iyi tespit etmeli bunu için beyni zonklamalı, vücudu kan–ter içerisinde kalmalı ve hangi bedel ödenecekse bu bedel mutlaka ödenerek, ülkemiz ve insanımız mutlu ve huzurlu kılınmalıdır.
Bu, Aydının Allah’a verdiği sözü ve milletine olan borcudur.
Tarih boyunca bizi cephelerde yenemeyen Batılılar, önce bir kısım evlatlarımızı kendilerine benzettiler, yeryüzünde uyguladıkları sömürge veya kolonilerinde oraların yer üstü ve yeraltı zenginliklerini sömürdüler ve bu gün bir takım teknik üstünlüklere eriştiler. İnsani değerlerini, aile yapısını, çocuklarına sahip çıkamayan ve onları yok oluşa sürükleyen Batılı, bazı teknik ilerlemeleri öne çıkartarak bizimkilerin gözlerini kamaştırdılar.
AB (AVRUPA BİRLİĞİ) TUTKUSU
Bizimkiler, Avrupalının teknik ve teknolojide ileride olduklarını gördüler ya; “siz ne isterseniz yapacağız. Yeter ki bizi aranıza alın” demeye başladılar. Avrupalılar, biz sizi alamayız dedikçe, de; “Kanunlarımız zinayı suç sayıyordu, onu kanunlarımızdan çıkardık. Yeter mi” “Domuz eti mi? Derhal. Onu kasaplık et ilan ettik, Domuz çiftliği kuracaklara teşvikler ve krediler verdik.” Toprak mı satacağız. Hay, hay. Gerçi bazı çevreler; “Şehit kanı, Gazi canı…” gibi kelimeler söylüyorlar, ama ne önemi var, bunların. “ Bankalar, Borsa, TV’ler, TELEKOM gibi iletişim organlarını, karlı yatırımlarımızı yabancılara mı satacağız? Hem de Babalar gibi satmışız.” Böylece “Şehit kanı ile alınan topraklar, para ile satılır” diye yeni bir atasözü üretilmesine de vesile olmuşuz.
ABD BOŞ DURUR MU?
“AB, sizden istediğini alır da bana vermez misiniz?” diyen ABD’ye öyle kıyak çekmişiz ki? Demeyin gitsin…
Eski Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Irak ABD saldırılarında; “İncirlik hava üssümüzden kalkan ABD uçakları 4990 sorti (çıkış) yaptılar” diye açıklama yapmaya mecbur kalmış.
Irak’ı içerisindeki petrol kuyularının yanı sıra çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, kadın-kız demeden ABD’ye altın tepsi içerisinde sunmuşuz. Bağdat başta olmak üzere bütün şehirlerinin yakılıp-yıkılmasını kılımız kıpırdamadan TV’ler den seyretmişiz.
Bu gün de İsrail Filistin’i ve Gazze’yi vurup yıkmakta, çocuk-yaşlı, kadın-kız, silahlı-silahsız demeden insanlrı yok etmektedir. Bir sürü masum insanın ve özellikle çocukların canlı canlı iç organları çıkartılarak dünya pazarlarında satılmaktdır.
Aydınlar neredesiniz? Ben Aydınım demek kolay bir değildir. Haydi Aydınlığınızın hakkını verin. Ama nerede… Siz, eğlence ve sefahatinizdesiniz.