e-posta-brhmgnc1@gmail.com
Türkiye’de toplum üzerinde algı yönetiminin eğitim, iletişim ve teknolojinin ileri düzeye ulaştığı günümüzde bile kolayca yapılabildiğini görüyoruz. Sadece birkaç ay önce barış ve/ya çözüm sürecine güzellemeler düzen, “analar artık ağlamıyor” diyenler bir anda çözüm sürecine küfürler sıralamaya başladılar. Sanki bugün sürdürülen savaş değil de çözüm süreci ocak söndürüyormuş gibi bir algı yaratma çabasına girdiler. Ama yanılıyorlar, çözüm süreci belki de binlerce hayat kurtardı. Buna karşın çözüm sürecinin “dondurucu”ya kaldırılmasıyla bile sadece son iki ayda yüzlerce insanımız yaşamını yitirdi. Burada hangi taraftan olursa olsun, acının rengi birdir. Hiç ayrım yapmadan tüm ölümlere üzülüyoruz.
Tabii kardeşini kaybetmenin acısıyla artık dayanamayıp üniformasıyla yarbayın “Düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonuna kadar savaş diyor” diyalektiğini sorgulamak zorundayız. Çünkü Türkiye’de çok hızlı değişen bir psikoloji var. Adeta toplumla dalga geçiliyor. Biliyoruz ki, Ortadoğu halkları üzerinde “Din” ve “Milliyetçilik” gibi argümanların etkili olması, bir meziyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki kişi ne kadar eğitimli olursa olsun, belirttiğim bu iki kavram üzerinden kolayca embesilleşirilebiliyor.
Sosu “Kardeşlik”, özü “Milliyetçilik”
Bunun dışında kimi ekonomik çıkarlar üzerinden “bindirilmiş kıtalar” da var. Bunlar bir çıkar uğruna biat edip varlıklarını hiçleştiren, kişiliklerini piçleştiren basit insanlardır. Belki de buna bağlı olarak kolayca oluşan lider fetişizmi de totaliter yönetimlere aracı oluyor. Dolayısıyla yokluk ve sefalet içindeki halklar, çeşitli kavramlar üzerinden motive edilmek şartıyla, belki de hiçbir objektif temeli olmadan “kanaatkarlık” ve “Kader” terminolojisi üzerinden bu yoksulluğa alıştırılıyorlar. Sanırım bu, Martin Seligman’ın “öğretilmiş çaresizlik” teorisinin yanında “kanıksanmış çaresizlik” ile ifade edilebilecek bir olgudur.
Aslında bize reva görülen bu zulüm ve savaşın önüne geçebiliriz. Bunun için her şeyden önce özgürlük, demokrasi ve evrensel değerleri her şeyin üzerinde görmeliyiz. Yani bunları bir kenara bırakıp, başkalarının payendesi olmamalıyız. Bu, işin bir yönü. Şimdi diğer bir yöne eğilelim. Çünkü bugünlerde TOBB öncülüğünde kimi STK’ların katılımıyla, eski Türkiye’nin pratiklerinden olan “Kardeşlik” soslu ama özünde “milliyetçi hipnoz” niteliği taşıyan mitingler tertipleniyor. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun yaptığı açıklamaya göre bu, “Teröre Hayır, Kardeşliğe Evet” mitingi olacak. Sloganları da “Bayrağını al gel” şeklinde. Bu mitinglerin aynısı 2009’da MHP tarafından “Kardeşliği yaşa ve yaşat” sloganıyla yapıldı. MHP lideri Bahçeli mitingte “Diyarbakırlı neyse Ankaralı odur” deyip eşitlik hukukunu “Hepsinin adı Türk milletidir. Bizim bin yıllık kardeşliği yaşatmadaki muradımız budur” sözleriyle ifade ediyordu. Tamamen bir çelişki…
Kürtlere saldırının hesabı sorulsun
Tabii ki biz de teröre karşı olacağız, tabii ki kardeşliği savunacağız. Ama bu ülkede bayrağa bir saldırı mı var? Kaç yerde bayrak gönderden indirildi? Dolayısıyla bir halk için manevi bir sembol olan bayrağı, bu kirli savaşta kitleleri motive etme aracı olarak kullanmak her şeyden önce bayrağa hakarettir. Burada şu gerçeği de vurgulamak lazım. Çünkü özelikle 1980’lerden sonra manevi değerler üzerinden insanlara yaşatılan zulümle birlikte “Bayrak” adeta MHP’nin sembolü haline geldi. Dolayısıyla bayrağın saygınlığı, sloganlarla gelmez. Bu ülkede barış, adalet ve demokrasi tek çaremizdir.
Bu komplikasyonlardan dolayı HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da “Barış Yürüyüşü” kapsamında gittiği Yüksekova’da haklı olarak TOBB başkanını ve mitingi eleştirdi. Dolayısıyla çözüm sürecinde Akil İnsanlar heyeti içinde de yer alan Rifat Hisarcıklıoğlu dönüp düşünmek zorundadır. Öncelikle Batı illerinde Kürtçe konuştuğu için öldürülen, mahallesi basılan, ekmek teknesi yakılan, linç edilen, hakarete maruz kalan onlarca Kürt’ün hesabını sorulsun. Halkı kin ve düşmanlığa sevk suçundan bu şiddet yanlısı kitlenin burnu sürtsünler.
Barış ve kardeşlik derken…
Bu yapılmadan, Kürtlerin en temel haklarına saygı duyulmadan bu tür mitinglerin inandırıcılığı olmaz. Çünkü Kürt sorunu artık “Kardeşlik” edebiyatıyla anlaşılmayacak bir sorundur, Kürtlere yapılan zulüm de kardeşlik sosuyla geçiştirilemez bir skandaldır. Bu ülkenin savaş politikalarına karşı güçlü bir barış sesine ihtiyacı var. Ama “Barış” derken de Kürtlerin bir ulus olmaktan kaynaklı en temel haklarının gözetildiği durumdan bahsediyorum. Mesela Kürtlerin anadilde eğitim hakkı, otonomi, anayasal güvence gibi çağdaş demokrasilerin savunduğu taleplere sahip çıkabilirsiniz. Çünkü bu temel hakları terörize edilmeden Türk ve Kürt ilişkileri artık “Kardeşlik” romantizmden sıyrılıp çağdaş dünyanın rasyonel aklıyla buluşmak zorundadır.
www.gaphaberleri.com Yazarı:İbrahim Genç