Ali Ekber PEKŞEN
 
Ülkede yaşananları izledikçe; günden güne artan bir çaresizliğin, ümitsizliğin, çıkmazın insanları esir aldığını görür gibi oluyorum. Belki bu düşünce ve duygular, her birimizi bir şekilde etkiler oldu. Öteden beri, despot bir anlayışla oluşmuş siyasal partiler ve siyasi atmosfer ve buna uygun üretilen siyaset tarzı, hepimizi çıkmaz bir sokağa getirdi gibi. “Devlet en yüce değerdir”, “söz konusu vatansa, gerisi teferruattır…” gibi söylemlerle ifade edilen genel anlayış ve bu anlayışın yerleşmesine yönelik devlet faaliyetleri; dinsel içerikli politikayla desteklenerek, ırkçı-şoven yapıyı kalıcı kılacak kurumsal yapıları oluşturdu. Bu yapı, egemen siyasi anlayış tarafından, olmazsa olmazmış gibi dayatıldı ve bu siyasetten beslenenlerin taraftarlarınca da kabul görmeye başladı.
 
Yaşananları, sosyolojik analizlere tabii tutabiliriz. Her analiz sonucu yapacağımız değerlendirmelerde de doğruluk payı olur elbette. Bu konudaki temel düşüncem; sistemin çarpıklığı ve çarpık yapılanmış sistemde yönetim görevlerine, karar mekanizmalarına, yetkili mercilere atananların seçiminde liyakatin dikkate alınmamasıdır. Bu durumun normal karşılanması, yönetsel yapının bu esas üzerine yürütülmesinin sistemin vazgeçilmezi olarak dayatılmasıdır. Daha da vahimi;  nitelik unsurunun görmezden gelinmesinin, yönetimin normali gibi kabul görmesidir.
 
Bütün bu olumsuzlukların bu coğrafyada süreklilik gibi algılanmasını ve kabul görmesini sağlayan temel anlayışın sorgulanması gerekir. Bu gerekliliği sağlayacak olan da; siyasal yapıların oluşmasında ve süreç yönetiminde, nitelikli insanların etkililiğinin artırılmasıdır. Bu amaçla; bu anlayışın hayata geçirilmesini sağlayacak yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması, sağlık, eğitim, güvenlik, barınma, ulaşım gibi temel insani ihtiyaçların karşılanmasına yönelik faaliyet gösteren devlet - kamu kurumlarının yönetimlerinde görevlendirileceklerin, nitelikli insanlardan seçilmelerinin vazgeçilmez ilke olarak benimsemesi ve uygulanmasıdır. Karar mercilerinde bulunanların, siyaset mekanizmasına yön verenlerin, iktisat politikalarını oluşturanların nitelikli insanlardan seçilmesinin vazgeçilmez ilkeler olarak hayat bulmasıdır. 
 
Nitelikli insan; eğitimli,  belli bir alanda uzmanlaşmış, işini en iyi şekilde yapacak donanıma sahip, çalışkanlığı, üretkenliği, yaratıcılığıyla ön plana çıkan özellikleriyle tanınır. Eleştiriye açık, öz eleştiri yapabilir, ekiple çalışarak ve dayanışmayla iş yapmanın gerekliliğine inanır. Görev ve yetkilerinin gereği sorumlulukları almaktan kaçınmaz. Yetkileri doğrultusunda aldığı kararlara göre yürütülen işlerden doğacak riskleri üstlenir. 
 
Liyakat; kişinin üstlenilecek görevi hak etmesi, o göreve layık olması, o görev için yeterliliğe sahip olduğuna dair güven sağlayacak becerilerinden kuşku duyulmaması, üstlendiği görevi, gereği gibi yapabileceği güveni vermesi ve işe hakim olmasıdır.
 
Yönetim organlarının karar mercilerinde görevlendirileceklerde; nitelik ve o görev için yeterli donanıma sahip olma ölçütleri esas olmalıdır. Nitelik, kişiye özgü yeteneklerin varlığı olarak bilinen ve belli bir disiplin dahilinde yürütülen eğitsel süreçlerle gelişerek, işlevsellik kazanan bilgi, beceri, donanım olarak ifade edilebilecek insani özelliklerdir.  
 
Yönetimde nitelik ve yeterli olma ölçütlerinin yerine, vasatı ya da “orta zekalıları” ikame ettiğinizde; otoriteye tabi, popülizm egemen olur. Popülizme teslim olmuş yönetim etkinliği ortaya çıkar. Liyakatın yerini, sadakat alır. 
 
Yönetim kadrolarının (kamu-özel) ağırlıklı kesiminin ‘vasat’ insanlardan oluşmasının sakıncaları, bu grup insanların özellikleriyle ilgilidir. Bu grup insanlar sıkıştıklarında; genel ifadelerle savunma mekanizmalarını çalıştırmaya başlar. Olumsuzluklara; tartışarak uygun çözüm yolları üretmek yerine, sorumluluktan kaçınmayı tercih eder. Dünyada genel geçer ilişkileri zedelemeyi, (Türk) .... zekası gibi sunarlar... bunları daha da uzatabiliriz.
 
Bu grup insanların sıkça gördüğümüz özelliklerinden birisi de, kendilerine sahip olamayacakları değerleri atfetmeleri ve böbürlenmeleridir. Otorite karşısında siliktirler. Bütün çabaları güçlünün yanında yer almaya yöneliktir. Otoritenin yanında yer alma adına; herkesi ve tüm değerleri satmak da dahil, hemen her ilişkiyi (ihanet, ispiyon, yalan) devreye sokarlar. Bu grup insan; insani değerleri, yardımlaşma duygusunu, dayanışmayı, alçakgönüllü tutumu, erdemli insani ilişkileri zaaf gibi algılayıp, başkalarını yönetmeye, yönlendirmeye bayılırlar. 
 
Bunların bilinmesi ve toplumda aklından dolayı “çeken” insanların varlığından haberdar olunması gerekir. Vasat insanlardan oluşan yönetimlerde; insani ilişkiler sıradanlaşır, kayırmacılık ön plana çıkar, insanca tutum alma ve doğrudan yana olma, hep tehlike olarak algılanmaya, otoritenin kutsandığı biat anlayışı yerleşmeye başlar. Bu durumun devamı, toplumsal çürümeyi normalleştirir. Yalanın ürünü siyaset kalıcılaşır. Çürümenin, istikrarsızlığın, popülizmin belirlediği günü kurtarmaya yönelik siyaset toplumu teslim alır. Çaresizlik egemen olur.