Ülkemizde topluma yapılan kötülükler hiç bitmedigi gibi ardı ardına alana akmaktadır. Kötülük unutulunca  başka bir şey beklememek gerekir. 
Ülkede cesur bir şekilde kötülükler yapılmasının iki önemli nedeni vardır: Birincisi unutmak ise ikincisi de yapanın yanına kar kalmasıdır. Bugüne kadar en azından bu şekilde gelmiş ve büyük bir ihtimalle de uzun bir süre bu şekilde devam edecektir.
   Devleti yönetenler toplum psikolojisini ve kültürünü tam olarak çözdükleri için kötülük yapmakta bir sakınca görmüyorlar. Sanırım Turgut Özal bunu açıkça dile getirmişti. Diyordu ki Türkiye'de hükümetler üç gün dayanabilirse her istediğini yapabilir.  Çünkü toplum en önemli olayları bile üç gün sonra unutur. 
   Herkesin hiç çekinmeden kötülük yapmada bu tespitin önemli rolü var.
   Bir de yaşanan olumsuzlukları unutmayan ve unutturmamak için sürekli çaba sarf eden ülkenin aydın insanları var. 
   Tabi ki derin yaralar açan olaylar bu kapsamda önemli yer tutar. Bunlardan birisi de 12 Eylül 1980 askeri darbesidir. Olayları yapanlar gelir geçer ama biz, asıl olarak olayları unutmamalıyız.
 İşte bu yazımın amacı da 12 Eylül darbesini ve sonuçlarını unutmamak ve unutturmamaktır. Yaşadığım bir olayı bu nedenle sizlere sunmak istiyorum.
 
   Şimdi benim o ilginç yakalanma olayımı anlatmak istiyorum.
    Ama öncelikle herkesin bizden kaçtığı bir zamanda büyük  bir cesaret gösterip beni evine alan, soruşturmada yiğitçe direnen ve bu yüzden sevip saydığım arkadaşım Ahmet'e teşekkür etmek istiyorum.
   Arandığım bir zaman bu arkadaşın evine sığınmıştım.         Bir akşam onunla birlikte evinde yemek yedikten sonra bana, dışarı çıkacağını söyledi. Her gece dışarı çıktığı için, bu gece çıkmazsa şüphe uyandırabileceğini belirterek okulun lokaline gitti. 
   Okul yatılı bölge okulu Dicle Öğretmen Okulu'ydu. Akşamları idareciler, öğretmenler lokale giderlerdi. 
   O gittikten sonra ben de pijamalarımı giyip, uzanarak operasyonlardan nasıl kurtulabileceğimi düşünmeye başladım. Bir gazeteye de nemli tütünümü kuruması için serdim. Bir yandan da durmadan sigara sarıp içtim.
   Saatin nasıl geçtiğini fark etmedim. Saat on bir gibi kapının açıldığını duydum. Sessizce beklerken çok sayıda ayak sesini fark ettim. Ben hemen balkona koştum. Daire dördüncü kattaydı ama ben yine de atlamaya karar verdim. Aşağı baktığımda binanın etrafının polislerce sarılı olduğunu gördüm. Atlasam ortalarına düşecektim. Bu yüzden  tekrar içeri geçip, bilinçsizce yatağa yarı uzanmış halde oturup bekledim. Yakalanmak da istemiyordum. Çünkü Diyarbakır cezaevindeki uygulamaların korkunç anlatımları vardı. Oraya girmektense ölüm göze alınabilirdi. 
   Bunlaŕı düşünürlen bir yandan da ayak seslerini dinliyordum. Ayak sesleri gittikçe en arkada olan odama doğru geliyordu. 
   Kapının hemen önünde ayak sesi belirince  gözlerimi kapıya diktim.
   Kapı yavaşça açıldı. Sarışın bir adam sadece kafasını uzatarak bana bakıp, geri çekildi. 
   Yüksek bir sesle,
- Lan Ahmet! Hani evde kimse yoktu, deyince Ahmet de, 
- Ben, hanımın evde mi diye sorduğunuzu zannettim. O yüzden evde yok dedim, diye cevap verdi. 
   Bunun üzerine henüz kim olduğunu bilmediğim sarışın adam arkadaşıma ağır küfürler ederek, 
- Bunu sana bir soracağım ki, feleğin şaşacak. Bekle sen, deyip, kapıyı tamamen açarak içeri girdi. 
   Ben daha yarı uzanmış halde öylece ona bakıyordum. Önümde ayakta durup,
- Peki, sen kimsin, deyince, 
- Ben Fatih'im dedim.        Şaşkınlık içinde sandalyeyi çekip karşıma oturdu. Gözlerimin içine bakarak,
- Bir daha söyle bakayım.
  Ben tekrar adım Fatih, demek zorunda kaldım
   Yüzünde beliren bir mutlulukla,
- Yoksa sen Fatih Salık mısın, deyince ben de, 
- Evet ben, Fatih Salık 'ım  diye tekrarladım.
  Oturduğu yerden bana,
- Kalk bakalım dedi. 
   Sarılı halde gazete üzerinde duran sigaramı aldım,
- Bir sigara içeyim, sonra kalkarım dedim. Bari son sigaramı içeyim diye düşündüm.
   Beklemediği bu cevap karşısında geri yaslanıp, 
-O zaman bana da bir sigara sar, beraber içelim, dedi. Buluşmamızın şerefine içelim diye alaylı bir şekilde konuştu.      Ben de, 
- Olur, deyip bir sigara da ona, sardım.
   İkimiz de sigara içerken konuşuyorduk. Daha doğrusu o sorguya çeken sorular soruyordu, ben de kısa cevaplar veriyordum. 
   Nerelerdeydin, seni çok özledik, yurt dışından görevli mi geldin,gibi sorular soruyordu. Ben hayır deyip, kestiriyordum. Sonra birden, 
' Fatih,  silahın var mı dedi, 
- Yok dedim. 
-Peki, yasak yayın var mı, ben ona da yok deyince kapıdan içeri bakan sivil polislerden  birisi, 
- Dayı, arama yapalım mı, dedi. Polis şefinin adı Dayı imiş. Dayı hemen itiraz ederek, 
- Hayır arama yok. O yok diyorsa yoktur. Ben ona inanıyorum, dedi.
   Sigaramızı bitirince, ayağa kalkıp, 
- Gidelim mi artık, dedi ben de - Tamam gidelim, dedim ve pantolonumu giydim. Odadan çıktık.
   Gerçeklikten kopmuş, kabus görüyor gibiydim. Endişe, heyecan, korku bir arada sarmıştı beni. İdama götürülüyor gibi hissiz bir duygu içindeydim. Bu arada Ahmet'in nerede olduğunu da bilmiyordum.
   Polislerden biri silahı göğsüme dayamış, merdivenden geri geri iniyor, birisi de sırtıma dayamış, ağır ağır aşağı inmeye başladık.  
   Aklımda hep kaçmak var ama nasıl olacağını bilmiyorum
   İkinci kata inince bir öğretmen arkadaşın dairesi önünde durduk. 
   Kapıyı çaldılar. Beni içeri alan Dayı, kapının arkasında beklememi istedi. Sonra kendisi evin salonuna doğru yürürken, 
- Amcaa, sana bir müjdem var, deyince, amca dediği kimse içeriden, 
- Ne müjdesi, diye cevapladı. Dayı devam etti: 
- Tahmin et bakalım, düşün  biraz. Biz kimin peşindeyiz, gibi sevinçle peş peşe sorular sıraladı. Amca, 
- Ben bulamadım, ne oldu, söylesene, deyince Dayı yanıma geldi. Koluma girerek beni salona götürdü. 
   Amca eve karargah kurmuş, herkes ayakta, o, koltukta tek başına yayılarak oturmuş. Ben karşısında ayakta dikiliyordum. Dayı'ya, 
- Kim bu, diye sordu. Dayı büyük bir keyifle, 
- Bu Fatih. Fatih Salık deyince, Amca hemen toparlanıp, -Gerçek mi, deyip, yanında yer açarak, 
- Ya sen niye ayakta duruyorsun, gel böyle deyip, oturmam için yanındaki boşluğu işaret etti.
   Geçip yanına oturdum. Ev sahibi onlara korku içinde hizmet ediyordu. Karı, koca tir tir titriyorlardı. 
   Amca hemen bir çay ısmarladı. Ev sahibi çayı getirdi. Sadece ikimiz oturmuş çay içiyoruz. Oda dolusu polisler de karşımızda ayakta bekliyorlardı. Şaşkınlık içinde bizim Amca ile diyaloğumuzu anlamaya çalışıyorlardı. Amca, 
- Ya sen çok vefasızsın, insan arayıp sormaz mı, bari bir mektup yazsaydın gibi kendisini eğlendiren sözler sıralıyordu. Ben de, 
- Sen neden mektup yazmadın. Valla ben sizi özlemedim, gibi onunla aynı dilden konuşuyorduk.
   - Yurt dışından ne zaman geldin? Görevli mi geldin? Buraları toparlamaya mı geldin, deyince ben,
- Yurt dışına çıkmadım, dedim. Kafasını aşağı yukarı sallayarak,
- Nasıl olsa artık bir aradayız. Bunları konuşmaya bol bol  fırsatımız olacak, dedikten sonra, kalkalım mı artık, dedi. Aynı anda ayağa kalktık. 
   Yine silahlar arasında merdivenlerden inip, bina dışına çıktık. Dışarıdaki polis kalabalığı daha fazlaydı. Ellerinde ağır silahlar da vardı.      İki polis kollarıma girerek yürümemi istediler. Ben, yerimde durarak koluma girmelerini stemediğimi söyledim. Kendim yürüyeceğimi  belirttim. İkisi de beni sürüklemeye çalışarak,  -Yürü lan ,dedi birisi sertçe. Ben yine yürümemekte direterek, -Kolumu bırakmazsanız yürümem  dedim. 
   Amca bunu görünce,  
- Ne oldu, dediğinde de polislerden biri, 
- Efendim, koluma girerseniz yürümem diyor. 
- Bırakın o zaman kolunu. Kendisi yürüsün, dedi amca. Onlar da kollarımı bıraktılar.
   Dedim ya ne yapıp edip kaçmak istiyordum. Yürürken ağaçların arasına dalıp, karanlıktan yararlanarak kaçmak istiyordum. O yüzden kolumu bırakmalarını  istedim.
   Ben en önde ve ortada, Amca bir tarafımda, Dayı diğer tarafımda, bütün polisler de arkamızda, yürüyorduk. Yalnız, benim sırtımda iki kalaşnikof namlusu  yerini almıştı. Çok yakın ağaçların yanından geçerken niyetleniyordum ama sonradan kaçmak mümkün olmadığı için  vaz geçiyordum. Öyle ki bir adım atsam beni delik deşik ederlerdi. 
   Bu şekilde yürüyerek lokale vardık. Bütun idare, öğretmenler, çalışanlar dizilmiş, ayakta bizi bekliyordu. Tam yaklaşırken okul müdürü onlardan kopup, hızla bize doğru koştu. En önde ve ortada ben, herkes peşimizde olunca müdür, önünü ilikleyerek önümde durup, her iki elini birden uzatarak, efendim hoş geldiniz dedi. Ben de şaşkın bir şekilde elimi uzatıp, hoş bulduk, deyip teşekkür ettim. Ne Amca'ya ne de Dayı'ya yüz vermeyen müdür, çalışanları koşturarak. Hemen bir masa ayarlayıp, bana,
- Efendim buyrun,  dedi. Ben Amca'ya bakınca o da bana, -Biraz oturalım isterseniz efendim,  dedi. 
   Masaya oturduk. Çaylar hemen  geldi. Yanımda ayakta durup, emirlerimi bekleyen müdür, bir yandan da bu teröristleri yaşatmayın, sizlerle gurur duyuyoruz gibi bir sürü laflar ediyordu. Ben de,
- Buyrun siz de oturun deyince, - Estağfurullah  efendim. Siz dinlenmenize bakın, dedi. 
  Ben, Amca, Dayı oturuyoruz
  Bütün idareciler, öğretmenler, çalışanlar, polisler , müdür de dahil herkes ayakta bize bakıyordu. 
   Çayımız bitince, Amca  bana dönerek, 
-Kalkalım mı efendim, diye sordu, oradaki havaya uyarak.  - - Olur, dedimse de müdür koluma yapıştı, 
- Olur mu efendim? Sizi bırakmam böyle. Şimdi size bir yemek hazırlatacağım, lütfen, deyince daha fazla uzatmak istemediğim için, 
- Zamanımız yok hocam, başka zaman dedim. 
  Müdür yine kalkmama engel olarak, 
- Bari birer ayran için, buz gibi ayran var, dedi. Ben bir şey demeden Amca,  
- Olur tabi ki. Müdür beyi kırmayalım efendim, deyince ben de başımı evet diye salladım.
   Amca ya da Dayı bir şey dediğinde müdür onları hiç takmıyordu.  
   Ayranlar da bitince, Amca,   -Artık kalkalım mi efendim, diye bana sorunca ben de ayağa kalktım.
   Mıinibüse doğru gidiyoruz. Müdür hala yanıbaşımda minibüse kadar bana eşlik ediyor, polis teşkilatını övüyor, teröristlere sövüyordu. 
   Polisin biri minibüsün kapısını açtı. Ben adımımı basamağa tam atacakken  arkadan öyle şiddetli bir tekme yedim ki, minibüsün en arka koltuğuna düştüm. Yüzüm cama gelmişti. Bir de baktım ki müdür camdan bakıp küfürler ediyor, parmak sallıyor. Ben de by by ederek ona el salladım gülerek. 
   Biz oradan uzaklaşırken aptal durumuna düşmüş olan müdür hala küfürler ediyordu. 
   Bir anda her şey silindi. Korku ve endişe her yanımı sardı. Soruşturmada nasıl davranmam gerektiğini düşünürken, belli etmeden Ahmet'e,  ben bugün sana geldim tamam mı?. Anlaştık mı, diyebildim ancak.