Çağdaş demokrasilerde toplumsal ilişkiler rasyonel temeller üzerinden şekillenirken Ortadoğu’da fazlasıyla romantize edilir. Bu romantizasyon sürecinde dini ve milli öğeler bolca kullanılırken geçmişin efsane ve mitlerinden de oldukça yararlanılır.  Türk ve Kürt ilişkileri de ilk temasa geçtikleri andan itibaren tamamen romantize edilerek bugüne kadar geldi. Bu süre zarfında Kürtler; Malazgirt’ten Çaldıran’a, Çanakkale’den Kurtuluş Savaşı’na değin abilerinin imdadına yetişen bir “kardeş” oldular. Bütün kritik katkılarına ve başarılarına rağmen ön plana çıkan ise kendilerini “ağabey” olarak görenler oldu. Dolayısıyla bu “ağabey” kendine reva gördüğünü “kardeşi” için ise bir ceza gerekçesi saydı. Bu sebeple Türk uluslaşabilirdi; Kürt’e düşen entegre olmaktı. Türk, anadilinde eğitim alabilirdi; Kürt’e düşen  “Türküm doğruyum çalışkanım” idi. Dünya üzerindeki Türklerin özgürlük talepleri meşru idi, bağımsızlıkları hak idi; ama Kürt istediğinde “bölücü” olurdu”, “terörist” olurdu.

 

‘Heval’ jargonundan  ‘Mamoste’ literatürüne

 

13 yıl boyunca Kürtlerden aldığı oylarla tek başına iktidar olan AKP de ilk başlarda reformist davransa da güçlendikçe yozlaşmaya başladı. Böylece sorunun asıl kaynağına inip çözmek yerine jakoben bir tavır sergiledi. Özellikle Kürt sorununun çözümü noktasında Kürtleri reel anlamda hiçbir zaman bir ulus olarak tanımadı. Bu sebeple de halk arasında “Barış ve çözüm süreci” olarak adlandırılan süreçleri AKP “Terörün sonlandırılması”, “milli birlik ve beraberlik açılımı” veya “Kardeşlik projesi” olarak tanımladı. Bu da tam bir neoliberal bir bakış açısıydı. Tabii buna karşın Kürtler “ezilen halk” söyleminden “özgürlüğü çalınmış ulus” söylemine doğru giderken sosyolojik açıdan da “heval” jargonundan “mamoste” literatürüne geçtiler. Dolayısıyla siyaseti ve diplomasiyi de etkin kullanan Kürtlerin bu saatten sonra “din” ve “kardeşlik” söylemleriyle yönlendirilmeleri artık mümkün görünmüyor. Çünkü halkların kardeş olup olmayacağına devlet veya iktidar karar veremez. Devlet sadece halklar arasında bir koordinatör rolü oynayabilir.

 

“Dil düşünceyi örter”

 

Tabii Osmanlıdan bu yana bu topraklarda daime devlet aklının toplum mühendisliğine soyunduğunu biliyoruz. Dolayısıyla “Padişahım çok yaşa”, “Din elden gidiyor”, “Vatan sağ olsun” ve “Kardeşiz” ifadeleri çoğu zaman manipülasyon amacı taşıyan tehlikeli sloganlar oldu. Çünkü bu tür duygusal çıkışlarla asıl sorunların üzeri örtülür ve sorunu çözmenin yolunun bu sloganların kullanılması olduğu benimsetilir. Tam da Wittgenstein’in de değindiği gibi dil kendi içinde türlü oyunlar taşıyabilir ve bunun sonucunda dil (söz) düşünceyi örtebilir. Bugün de dil aracılığıla düşünce üzerinde müthiş bir manipülasyonun olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde Kürt aydını Tarık Ziya Ekinci’nin “Kardeşlik söylemi köleleştirici” ifadesi de egemen ulusların kullandığı kavramların birincil anlamının ötesine işaret etmektedir. Burada önemli nokta “Kardeşlik” gibi sözcüklerin asıl anlamlarından uzaklaştığının bilinmesinin gerekliliğidir. Buna dilbilimde “anlam boşalması” denir.

 

Bu çatışmalı süreçte 17 Eylül’de Ankara’da ve 20 Eylül’de İstanbul’da yapılan “Bayrak” ve “Kardeşlik” mitinglerini anımsayın. Dolayısıyla “Bayrak” mitingiyle ortak bir hipnoz yaratılıp savaşa haklı gerekçe üretilirken “Kardeşlik” mitingiyle de sorunların rasyonel temeli yok sayılır. Bu durum geçmiş yıllarda da aynı şekilde yaşanmıştı. O zor yıllarda Radikal İKİ’deki yazısında E. Fuat Keyman “Kardeşlik, bir taraftan içerdiği sevgi referansı içinde kapsayıcı ve kulağa hoş gelen bir niteliğe sahip olsa bile, hak taleplerini ahlâki düzeyde sınırlayan, farklı olmayı dışlayan, hem severim hem döverim gibi sevgi ve disiplin ilişkilerinin birbirine karıştığı bir kavramdır.” diye yazmıştı. Aynı şekilde Taraf’ta Alper Görmüş ise çelişkili durumu ”Yıllardır Kürtlerin ‘kardeşimiz’ olduğunu söyleyip duruyoruz. Doğru, fakat bu kardeşliğin eşit bir kardeşlik olduğunu söyleyebilir miyiz? Çoğu abi-kardeşlikte olduğu gibi, yönü abiden kardeşe olan bir şefkat var, tamam, fakat bu şefkatin sürmesi için neyin gerektiğini de hepimiz tecrübelerimizden biliriz: Abinin imtiyazlarına saygı ve abiye itaat…” sözleriyle anlatmıştı.

 

Toplumu düzenleme düşçülüğü

 

Dolayısıyla insan aklının geliştiği bu dönemde sorunları çözmek yerine sürekli duygusal argümanlar kullanmak toplumda bezdirici etki yaratıyor. Bu sebeple Kürtlerin sosyal, siyasal ve hukuksal taleplerine verilen “Biz kardeşiz” cevabı bir anlam ifade etmiyor. Hatta artık bunca sorun, zulüm ve baskı varken birinin çıkıp “Kardeşiz” demesi artık tepkiyle karşılanıyor. Yani bu ülkede bir kardeşlik sorunu yok; sorun, devletin bir halka en doğal haklarını teslim etmemesidir. Ama devlet, bunu toplumu kardeş sayma ülküsüyle geçiştirmeyi tercih ediyor.

 

Sanırım Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Sözlüğü kitabından şu alıntı açıklayıcı olacaktır: “Kardeşlik: İnsanları kardeş sayma ülküsüyle toplumu düzenleme düşçülüğü. Metafizik düşüncenin gerçeklerden yoksun törebilimsel düşlerindendir. Kimi durumlarda da kasıtlı olarak ve bilgiyle kullanılır; toplumsal düzensizliğin ekonomik düzensizliklerden doğmadığını, tersine, insanların birbirilerini sevmemelerinden ve kardeş saymamalarından doğduğunu sandırarak gerçekleri bilgisizlerden gizlemek için özellikle ileri sürülür. Bu propagandaya göre ‘insanlar birbirilerini bir sevebilseler, bir kardeş sayabilseler’ her şey düzeliverecek, ortalık güllük gülistanlık olacak, gökten mutluluk yağmurları yağacaktır. Kafalarını yorup gerçeği öğrenmektense her söylenene inanmayı daha kolay bulan birçok rahatına düşkün dar kafalılar da bu propagandaya inanırlar s. 202).”

 

 

Tam da bu sebeple devlete düşen “bayrak” ve “Kardeşlik” mitingleri düzenlemek değildir; Türkiye yurttaşları arasındaki ilişkileri evrensel normlar üzerinden hukuksal bir temele oturtmaktır. Barışın ve kardeşliğin rasyonel temeller üzerinden yeniden inşa edilmesi dileğiyle

Yazar:İbrahim Genç-brhmgnc1@gmail.com