Çevrenizde kendi inanç ve fikirlerine güvenemeyen insanlar vardır. Bunlar kendi dışlarında ki insanlardan bir öcü gibi korkarlar. Onlar için bir kendileri vardır. Bir de karşılarında ki kendilerine karşı düşman fikirler taşıyan insanlar.

            Bu vesveselerini sadece kendileri için taşısalar hadi neyse bir de bizim gibi inancına güvenen kalbi tam mutmain olmuş insanlara da kayıt ve tahdit koymaktan kaçınmazlar.

            Neymiş efendim, konuştuğumuz kimse solcuymuş… Neymiş efendim. Onunla konuşursak onun üzerinde (kafasında) bulunun pislikler bize de bulaşırmış. Sanki biz ne yaptığımızı bilmeyecek kadar fikirden ve görüşten yoksun insanlarız.

            Sosyal medyada bu daha çok başımıza gelmektedir. Birisi bir söz söylemiş. Söze bakıyoruz, bu söz doğrudur diyoruz ve onu ya beğeniyoruz veya paylaşıyoruz.

            Bu adamlar hemen yorumlarıyla başlıyorlar bizi tenkit etmeye. Küçük kafalarıyla bizlere yol göstermeye…

            Vay, efendim… Bizim tanıdığımız Nevzat Ağabey, bu adamların söylediklerini nasıl paylaşır veya beğenirmiş?

            Onlara makul cevaplar veriyorum ama kendilerini ikna ettiğimi sanmıyorum. Bu dar görüşlü insanların hali “Ya odunum, ya odunum…” misalinde olduğu gibi önümüze çıkmaktadır.

            “Adamın birisi sıcak havada yaya olarak yürüyormuş. Tabii bu arada çok da yorulmuş olduğunu anlamış. Bir ağacın altına gelinde biraz dinlenmek istemiş.

            Bakmış ki karşıdan eşeğinin üzerine odun yüklemiş bir oduncu geliyor. Oduncu bunun yanına gelince selam vermiş. Bu adamda Ve aleyküm selam” diyerek selamını almış. Böylece aralarında bir ilişki kurulmuş. Yorgun adam sormuş.

            “Hayrola, baba… Nereye gidiyorsun? Bu odunları ne yapacaksın?” Diye sormuş. Oduncu da; “Evladım kasabaya gidiyorum. Bu odunları satacağım” demiş. Adam da, odunları kaça satacaksın?” demiş. O günün parasıyla 10 kuruşa satacağım, demiş. Bu sefer adam bir teklif atmış. Adama; “Baba, sen bu odunları bana sat. Odunları buraya indir, parasını ben vereyim. Eşeğe ben bineyim ve beni kasabaya götür demiş. Adam, ayağına gelen hazır müşterinin teklifini kabul etmiş ve odunlara oraya indirerek adamdan da parasını almış.

            Ancak oradan uzaklaşırken ikide bir geriye dönerek bakar ve “Ya benim odunlarım ne olacak” der dururmuş.

            BİR KOLTUK ARKADAŞLIĞI

            12.Eylül.1980 ihtilalinden önce beş yıl MSP Milli Selamet Partisi Denizli müfettişi olarak her ay muntazaman Ankara’dan Denizli’ye gidiyor, orada teşkilat çalışmalarını sürdürüyordum. Bu seyahatlerimi çoğu zaman da otobüslerle yapıyordum.

            Yine böyle bir seyahatimde (zannederim 1979 yılı) yanımda tanımadığım bir koltuk arkadaşım bulunuyordu. Ankara’dan Afyon’a kadar hiç konuşmadan gittik. Elinde okumakta olduğu kitaba bir göz atınca kitabın solcu bir yazara ait olduğunu gördüm. Ben ise o sıralar Kur’an kursları Federasyonu Genel Başkanı olarak da görev yapıyor olduğumdan sakalımı da bırakmıştım. Otobüsümüz Afyon’da bir müddet mola verdi ve tekrar yolumuza devam ettik.

Otobüsümüz Afyon’dan Denizli’ye doğru hareket edince ben yanımdaki koltuk arkadaşıma dönerek; “Değerli arkadaşım. Ankara’dan Afyona kadar hiç konuşmadık. Şimdi de Afyondan Denizli’ye gidiyoruz. Artık tanışma ve konuşma zamanı gelmedi mi? dedim.

Bu arada otobüs şoförü TV’ye bir videokaseti sürmüş ve kasette bir dansöz kıvırmaya başlamıştı. Koltuk arkadaşım elinde okuduğu kitabı kapatarak onu koltuk arkasındaki göze koyarak ve gözünü dikerek başladı TV’deki dansözü seyretmeye…

“Evet, tanışalım” dedi ve ilave etti “Ben Denizli’de öğretmenim. Ankara’da Bakanlıkta bir işim vardı onun için gelmiştim. Şimdi Denizli’ye dönüyorum.” Ben de;

Okuduğunuz kitaptan sizin sol fikirler taşıyan birisi olduğunuzu söyleyebilir miyim? Evet, dedi komşum. Ben devam ettim, Kıyafetimden de benim hangi fikirlere sahip olduğumu anlayabildiniz mi?

O yıllar, halka Müslüman gibi gözükerek, ABD veya İsrail ile yakın işbirliği içine giren Münafık tipler yoktu, henüz. Ben İslam’ı hayatımızda yaşamak istiyorum diyenlerle, İslam karşıtı insanlar vardı.

“Evet…” dedi, adam. Siz MSP’li olmalısınız” dedi. İyi bildiniz, dedim.

O halde ismimizin Ahmet veya Mehmet olmasının hiç önemi yok. Sizinle tanışmış olduk diyerek tanışmayı tamamladık.

Sıra durum değerlendirmesine gelmişti. Komşuma;

“Her kimiz de mevcut sistemin ahlaksız bir soygun düzeni olduğunu biliyoruz ve bu düzene karşı mücadele veriyoruz, değil mi?” dedim. Adam evet dedi.

Ancak şunu kesin olarak söylemeliyim ki bu mücadelede siz muvaffak olamazsınız ama biz muvaffak oluruz” dedim. Adam; “Bunu da nereden çıkardınız” diye sordu. Ben de;

Bu sistem halkı soymak için kurulmuş. Bunu kendileri de biliyorlar. Halkın içinden bazı insanların çıkarak kendi düzenlerine karşı mücadele edeceklerini de hesap etmişler. Bu tip insanlar için bazı tuzaklar hazırlamışlar. O idealist insanları bu tuzaklarla meşgul ederek, onların kendi başlarına bela olmalarının önüne geçmeye çalışıyorlar” dedim.

Bakın… TV’deki dansöz bu tuzaklardan birisidir. Dansöz sizi okuduğunuz kitabınızdan ayırdı ve kendisine bakmanızı sağladı. Böylece sizin dikkatinizi dağıttı. Ama bizim inancımız dansöz seyretmeyi haram kıldığı için ben ona bakmadım. Gözümü önüme eğdim ve yapacağım mücadelenin safhalarını düşünmeye başladım” dedim.

Daha başka tuzakları da var bu sistemin. Mesela futbolun fanatik taraftarları… “Gool” deyince sanki bütün problemleri çözülmüş, bu adamlar, aileleri ve yakınları mutluluğa kavuşmuş sanki… İçki, kumar, zina başka başka tuzaklar. Say sayabildiğin kadar.

Solcu koltuk komşum ne dese beğenirsiniz? “Bunu hiç düşünmemiştim”