Nereye gidiyoruz yazı serisi  HAY-DER Gen. Başk. Nevzat Laleli

 

            Osmanlıyı tamamen tarihe gömmek ve bir daha Osmanlı adını duymak istemeyen başta Yahudiler, daha sonra İngiliz’iyle, Fransız’ıyla, İtalyan’ıyla bütün bir Batı âlemi Çanakkale’ye yüklendiler.

           

18.Mart. 1815 tarihinde kazandığımız Çanakkale savaşında, 250 bin şehit verdik. Bu savaşta şehit olanların isimleri ve doğduğu şehirlerin yazılı olduğu kütüğe bakarsanız, Türk’le Kürt’ün, Kürt’le Arnavut’un, Arnavut’la Arap’ın, Arap’la Çerkez’in, Çerkez’le Zaza’nın omuz omuza savaşmış ve bugün kucak kucağa yatmakta olduklarını görürsünüz.

           

Arkasında yapılan Sakarya, Dumlupınar savaşları ve İstiklal harbimiz ile bu Gazi ve Şehitlerimiz adeta, “bu vatanı size ne veririz, ne de böldürürüz” dediler.

            Bunlar, candan geçme fedakârlığını, vatanımız elden gitmesin, bayrak inmesin, ezan susmasın diyerek verdiler. Kalırsak Gazi, ölürsek şehit oluruz inancı ile yaptılar.

           

HAYIM NAHUM DEVREDE

           

Rahmetlik Hocamız Prof. Dr. Necmettin Erbakan, zaman zaman bizlere şu 3 Yahudi’nin isimlerini unutmayın der ve yukarıda saydığım Thedor Herzel, Emanuel Karasu ve Hayım Nahum isimlerini sayardı.

           

Yukarıda belirttiğim gibi Yahudiler İspanya’dan kovulduklarında kendilerine kucak açan ve “ülkemiz, ülkenizdir” diyen tek devlet Osmanlı idi. Bu bakımdan bunların Osmanlıya şükran borcu olması gerektiğini daha önce de belirtmiştim. Bunlar bu borçlarını ödeyeceklerine, her devirde kendi amallerine hizmet edecek “yerli iş birlikçilerini” de ayartarak ülkemize ve milletimize sürekli ihanet etmişlerdir.

           

1922 yılında sulh görüşmeleri için Lozan’a giden delegasyonun başında İsmet İnönü, heyet arasında da Hayım Nahum adında bir Yahudi’nin de olduğunu görüyoruz.

           

Bu kişi, kapalı kapılar ardında Avrupa ülkeleri yetkililerine; “…uzatmayın, gördüğünüz gibi topla, tüfekle istediğiniz sonucu alamıyorsunuz. Neticeyi zamana ve siyasete bırakın. O zaman sonuç alacağınızı umabilirsiniz. Bırakın Türkiye kendi yolunda ilerlesin. Yapılacak olan kilidi içeriden açmaktır (Yani yerli iş birlikçiler ile işi tamamlamaktır). Türkiye’nin içini boşattığınızda yani bu milleti İslam’ın özünden uzaklaştırmayı başardığınızda amacınıza ulaştığınızı göreceksiniz. Bunun için sabır ve plan yeterlidir” demiştir.

 

(https://eksisozluk.com/hayim-nahum--1984440)

           

Bu sözlerinin arkasından onlara (ve ülkemizdeki işbirlikçilerine) 7 maddelik bir plan teklif etmiştir. Buna Hayım Nahum planı denmektedir.

1.      Bu milleti işsiz bırakın (üretimi durdurun, tüketimi artırın)

2.      Onları borca esir edin, (son durum 600 milyar dolar dış borçtur)

3.      Aç bırakın, açlığa mahkûm edin.

4.      Din ve ahlaklarından ayırın

5.      Çeşitli kaplara ayırın (ırki, dini parçalanmalara sürükleyin)

6.      Bu parçaları birbirleri ile savaştırın

7.      Ülkeyi kolay yutulan yumuşak lokma haline getirin.

O günden bu güne ülkemizin halini şöyle düşünelim. Düşünürken de kafamızı iki

elimiz arasına alalım. Bu önümüze konan plan uygulanmış mı yoksa uygulanmamış mı?

            Bu planın karşısında tek icraat, insafı olan her kesin de söyleyeceği gibi Prof. Dr. Erbakan’ın ve kadrosunun içinde bulunduğu “Milli Görüşçü” hükümetlerinde olmuştur.

            1974 yılından itibaren Ağır sanayi hareketiyle 200 fabrika kuran fabrika, Kıbrıs Barış harekâtı ve kazanılan zafer, manevi değerlerimizin yükseltilmesi çalışmamaları, İmam Hatip okulları, Kur’an Kursları, Yüksek İslam Enstitüleri… 1996-97 arasında Havuz sisteminin kurulması, denk bütçenin hazırlanması, işçiye, memura, emekliye % 100 ile % 300 varan zamların verilmesi, İslam Birleşmiş milletlerinin çekirdeği olan D-8’in kurulması…

            Allah cennetini nasip etsin Erbakan’a ki, o eline geçirdiği her imkânı ülkesinin ve milletinin Siyonizm tarafından yutulmasını önlemek için var gücüyle kullanmıştır.

Ancak milletimiz desteğini milli görüş kadroları istikametinde değil, “biz milli görüş gömleğini çıkardık” diye ilan eden ve “bizim milli görüşle bir alakamız yok” diyen kadrolar yönünde kullanmış ve yıllardır onları iktidarda tutmuştur.

Tabii bir, ahde vefa vardır. Bir,  “et kulum, bul kulum” kuralı vardır. Allahın kullarına nasip ettiği iman ve akılla; “iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı, adaletle zulmü…” ayırması gerekiyordu. Medyaya kanmış ve maalesef bunları ayırt edememiştir. Ancak bu gidişin sonunun, (Allah vermesin) Hayım Nahum’un ve Batılıların istediği sonucun çıkacağı endişesini taşıyorum.

Geldiğimiz noktada Irak, Suriye, Libya, Mısır, Afganistan mahvedilmiş ve son hedefleri olan Türkiye’nin de yok edilebilmesi için önce Sunni-alevi, Türk-Kürt ayırımları çıkartılmış ve bu ayrılıklar çeşitli komplolarla derinleştirilmeye çalışılmıştır. Kürt ırkçılığı depreştirilmiş ve işin başına bazı ihanet çeteleri getirilerek PKK kurulmuş, bunlar kanalıyla ülkemiz parçalanma noktasına getirilmiştir.

 

Gaphaberleri.com