Bu saldırıların ve terörün arkasında Coğrafyamızı kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışan küresel güçler vardır. Türkiye’nin müttefikiymiş gibi görünüp, teröristlere her türlü silah ve mühimmatı sağlayan devletler vardır. PKK’yı besleyip, büyüten yabancı istihbarat örgütleri vardır.
Yüzümüze gülüp arkamızdan hançerleyenler vardır.
Bu hain güçlerin (Siyonizm, ABD başta olmak üzere bütün Batı) amacı, milletimizi birbirine düşürmeye ve ülkemizi istikrarsızlaştırmaya çalışmalarıdır.
Ülkemiz içinde kaos çıkarmaya çalışıyorlar. Çünkü karanlık hedeflerinin önündeki en büyük engelin (Hayım Nahum doktrini) güçlü bir Türkiye olduğunu biliyorlar.
PKK’nın Kuzey Iraktaki terörist yapılanmasının ana dayanağı “Çekiç Güç” tür.
Amerika ve yandaşları, “Birinci Körfez Harekâtı”nın ardından Çekiç Gücü, topraklarımızda konuşlandırdılar. Saddam’a, 36 paralel’in kuzeyine geçme yasağı kondu. Böylece bu bölgede bir otorite boşluğu oluşturuldu ve bu boşluk PKK’lılar ve Peşmergeler tarafından dolduruldu.
Maalesef o günkü yönetimler, bu bölgede ki PKK’yı yıllarca yetiştiren ve büyütenlerin başında ABD’nin geldiğini ve bunu da Çekiç Güç kanalıyla yaptığını anlayamadılar.
1996 yılına kadar gelen bütün hükümetler ( 1. Mesut Yılmaz, 7. Süleyman Demirel, Erdal İnönü, 1. Tansu Çiller, 2. Tansu Çiller, 3. Tansu Çiller, 2. Mesut Yılmaz hükümetleri ki bu toplam 6 sene yapmaktadır) Çekiç gücün ülkemizde kalma süresini 6 şar aylık sürelerle uzatmışlardır. Ancak 28.Haziran.1996 yılında ki Refah-yol hükümeti döneminde Çekiç güç, önce “Keşif gücü”ne dönüştürülmüş, birkaç ay sonra da tamamen kaldırılmıştır.
Bugün artık birçok askeri ve siyasi yetkililerimiz PKK terörünün Çekiç Güç şemsiyesi altında gelişip büyüdüğünü, en büyük desteği Çekiç Güç’ten gördüğünü ifade etmektedirler.
BATILILARIN DESTEĞİ
ABD, İsrail ve AB, Türkiye tarafından yapılan bu operasyona destek verdiklerini beyan etmişlerdir. Ancak bu tavırları bizi endişelendirmektedir. Asla unutulmamalıdır ki ABD’nin verdiği bir desteğin üç temel özelliği olmaktadır.
Her ABD desteği;
1) Mutlaka mukabil bir teklif veya taahhüdü içerir.
2) Kendi çıkar ve hedeflerine öncelik tanırlar
3) Destekleri kesinlikle kalıcı değil, geçicidir. En basit bir konjonktürel değişiklikte bu destek kesilebilir veya tam tersi bir tutum takınabilirler.
ABD veya AB gerektiğinde bu konuda çok rahat saf değiştirebileceklerini asla unutulmamalıyız.
APO’NUN YAKALANMASI VE İDAMI
Abdullah Öcalan, 1999 yılında, Ecevit Hükümetinin bulunduğu ve yeni bir seçime gidildiği dönemde CIA ajanları tarafından Kenya’da yakalandı ve “bunu asmayacaksınız” şartıyla Türkiye’ye verildi. APO’nun yakalanması Ecevit’e büyük bir prestij sağladı ve o seçimde CHP’nin oylarında büyük bir artış oldu.
Hâlbuki çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden 30 bin insanımızın katledilmesini sağlayan PKK’ya emirleri veren bu adamdı. Nitekim bağımsız mahkemelerimizce “idama mahkûm” edilmişti.
28.Mayıs.1999’da DSP-MHP-ANAP koalisyonu kuruldu. Oysa her üç parti çok daha Batılıların ayrı ayrı kulaklarına üflediği gizli bir gündemi savunuyorlardı.
“İdamı kaldırmak ve AB’ye üye olmak”
Abdullah Öcalan’ın yargılanmasına 31.Mayıs.1999’da başlandı. İmralı’daki mahkeme 29.Haziran.1999’da son buldu. Karar, oybirliğiyle idam olarak çıktı. Hiçbir hafifletici neden ve indirim de söz konusu değildi.
Mahkemenin bu kararını, Yargıtay 25.Kasım.1999’da onayladı ve karar TBMM’ye sevk edilmek üzere Başbakanlığa gönderildi.
Ülkesinde idam cezası olduğu halde ABD ve AB bu idama karşıydılar. Koalisyonun temel hedefi ise AB’ye katılmaktı. Her üç lider mutabakata vardı. Apo’nun idam dosyası Meclis’e getirilmeyecekti.
12.Ocak.2000 tarihinde Başbakanlıkta kritik bir toplantı yapıldı. Başbakan Bülent Ecevit ve koalisyon ortakları Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz, tam 7,5 saat boyunca Apo’nun idamıyla ilgili dosyayı görüşüldü.
Bu dosya Başbakanlıktan, TBMM’ye gönderilmeyecekti. Oysa kanunlar açıktı. İdam cezasının infazı için dosyanın Meclis’e getirilip oylanması şarttı. Tam 3 yıl boyunca dosya hasıraltı edildi.