Tamda darbenin iki gün sonrası önceden hazırlanan programla il dışına gitme zorunluluğum vardı. Bazıları argo söylemle “ben uçtum” derken kimileri “hadi kaçtım” der. Biri seslenir “Allahın emriyle yürü!” Ben de öyle yaptım. Yaradan’ın ipine sarılarak gittim. Sıcaklardan kaçtım. Ama sizler tatilde diyebilirsiniz, Tatil denince deniz, kum, güneş akla gelir. Bunlar burnum kadar bana yakın ama ben ruhen uzağım… Ama esas mesele ben yıllar önce geçirdiğim sıcak basmasının neden olduğu bir türlü hastalık benim sıcaklara dayanmadığımın göstergesi. Pêyyê sor bişine herbê neşine ber germê”(kırmızı adamı herbe gönder sıcağın önüne gönderme) kısacası böyle…
Biraz espriyle başladım. On beş şubat gecesi yaşananlar şiddet kan akıtan ve kan donduran cinstendi. On beş Temmuz’un sarı sıcağının yangın yerine dönüşen gününün sıcak günlerinden karadan kara bir gecesini geçirdik. “Sulh” adıyla yapılan darbeye “kalkışma” ya da darbe girişimi bizleri yandırdı dersek yeridir. Darbeye engel olmak için kimi zaman televizyonlardan tepki olarak tankların üstüne çıkan ve özgürlük adına sokaklara doluşmak ve darbeyi protesto etmek içimde bir ukdeydi. Darbelere karşı tankların üstüne çıkmak, kahramanlığını yaşamak dedimse de keşke ne darbeler yaşanmasa...
Buna şans demeyelim. Bu mezalimi görmemek görmekten çok iyi… Neyse ki sokağa çıktığımızda ne sokakta tank gördük, ne asker, ne darbeci… Televizyonlarda görülen ve işitilenler insanlar sokağa çıkmasına neden olmuştu. Başka zaman darbe meraklısı olanların tepki vermek için sokağa dökülmesi beni şaşırttı. Urfa’da sokaklar Cumhurbaşkanın sözlerinden güç alarak tedirgin inenler olduğu gibi samimi inmeler… Hani görmesek de “ehşer mahşer” günü deriz ya işte öyle bir şey… Slogan atanlar, kuru kahramanlık yapanlar... Asker sessiz bekleyişteydi. Şaşkın yaşayanlarda kendini toparlamışlardı. Siren sesleri darbeye karşı yükseliyordu.
Sokağa dökülenler sanki bugüne kadar sahip çıktıkları asker o askerler değildi. Nerede ise tel örgüleri aşıp içeri girme çabasındaydılar. Şaşkın, heyecanlı, ne yapacağını bilmeden koşuşturuyorlardı. Maalesef darbeye karşı tepkisini dile getirmek için koşanlar yanında fırınların önünde ekmek kuyruğunda bekleyenler. Kimisi can derdinde, kimisi ekmek kuyruğunda… Kucak dolusu ekmeği sevinçle götürenler. Ya o ekmek bulamayanlar… Aklıma bizim evimiz geldi. Bir parça ekmek dahi yoktu. Ama ben “bu gün yedik yarın Allahtan” kanaat fikri ile büyüyenlerdendim, umurumda olmadı.
Banka atm lerin önündeki kalabalığı görünce ne oluyor demeye fırsat kalmadan meseleyi anladım. Benim bankadan çekecek param zaten yoktu. Yoluma devam ettim. En çok kalabalığın olduğu yer Abide ve Tugayın önüydü. Merak buya kim niye, niçin, neden geldiğini bilmiyordu. Herkes sanal alamın ve iletişimin yönlendirmesindeydi. Kitleler halinde insanlar geliyordu. Herkes patlamayacağını bile bile göğüslerini siper etmek uğraşındaydı.
Ben hala şaşkınım dersem yeridir. Çünkü üç darbe geçirmişim. “Laiklik elden gidiyor” “anarşiyi önlemek huzur bulmak için” darbeler yapılırdı. Şimdi sağa karşı sağ, dini değerleri sahiplenenlere karşı kendi dini değerlerini ortaya koymak isteyenler. Sanki bir darbe değil kin ve öfkeyle harekete kalkışılmış bir intikam tuğayı…
Yıllardır demokrasiye ket vuranların, bunca ölümlerin yaşanmasına neden olanların kimler olduğu bilinmesine rağmen tepki verilmemesi üstelik hükümet olarak böyle zulmü ve hukuksuzluğu sahiplenmesi çekilen acıların son kertesi işte bu günlere getirdi.
Ülkeyi karanlığa gömen, kısmen de olsa demokrasiyi kesintiye uğratacak bu girişim, bu hareket kabul edilir bir durum değildir. Yaşanan darbe öncesi bombalamaların, Roboski’den on beş temmuza kadar yaşanan yıkım şiddetin bu günü doğurduğunu bilen biliyor. Ama hükümetin ve devletin bilmemesi insanı düşündürüyor!
Tarihte yaşanmış böyle darbe, cunta ve jakoben dayatmaları kabul etmediğim gibi bu günde kabul etmiyorum. Yıllardır ülkemizde süren savaşla yüzleşmek ve bunu konuşmak üzerine hep üstünü örme uğraşı verdik. İşte seksen sonrası darbe uğraşı verenler bu güne kadar bu savaşı şiddetlendirmişler.
Bu yazıların ardı gelecek. “Sulh” kelimesinin ardına sığınarak değil; onun içini tam tersi düşmanlıkla doldurmanın bir anlamı yok. Gelin hep beraber “yurtta sulha” yeniden el ele diyelim, bu kez barış için sokaklara çıkalım. Darbeye karşı durmak kadar bu bizim hakkımızdır.