Bu iki temel  duygudan korku, insanları en çok ürküten, tedirgin eden, sıkıntıya sokan, kedere boğandır. Sevgi ise en çok mutlu eden, güldüren, sevindiren, coşturan, hoşnut kılandır. Bu duygular insanları çeşitli hallere soktuğunu insan yaşadıkça görüyor. “Yaşa yaşa gör tamaşa” sözü bu duyguların hayatta ki etkinliğini  ve dersini ortaya koyar.

Bu duygular insanları özgür kıldığı kadar, bağımlı hale getiren esir eden ruh halidir. Korku duygusu insanların bağrında yer etmeyi görsün... O toplum susmaya mecbur edilmiş demektir. Korku ağır bastıkça bedenimizdeki ruhu sindiririz. Bunun farkında olanlar insan olduklarından nefret ederler. Farkında olmayanlar normal görürler.

Tarihin sayfalarını açın bakınız, ozanlar, aşıklar, şairler, yazarlar, düşünürler, bilim adamları hep sevgi topluma yaratmak için  uğraşmışlardır. Bunlar korkularını yenmiş, toplumun o korkaklıktan kurtarmak için bedenlerini  hedef yapmışlardır. Hani “korkak tüccar, ne kâr yapar ne zarar” sözü farklı söylense de  Kürtçe de “dile tirsok singa gewer şanabe” (korkak gönül beyaz sineyle mutlu olamaz) söylemi anlayana bir derstir.

            Korku, insanı batıl inançlara sürükler. Korku insanın baskı altında kalmasına, zulme maruz eder. Korkuyu yenmek cehaletten kurtulmanın önceliği, bilgelikten geçer. İşte korku yenildikçe özgürlük insanın en ince damarına kadar işler ve direndikçe yaşamı özümser.

            Hep söyleriz, insanı birbirlerine yakınlaştıran korku değil sevgidir. Sevginin erdemini paylaştıkça toplumsal güzellikler, kır çiçeklerinin açması gibi  etrafımızı renklendirir. Manzaranın çeşitliliği gönüllere doluşan sevgidir. Sevgi yüzümüze tebessümü düşüren, tatlı dilli olmayı kazandırandır.  Peki ya korku!

            Korku ne kadar soğuk bir duyguysa, sevgi o derece sıcak insanın içini ısıtan, toplumsal huzuru, barışı ve kardeşliği, iyiliği, hak bilirliği eş değer kılar. Çünkü sevgi yaşamdır, sevgi olmadan yaşamanın hiçbir önemi yoktur. Sevgi bir hazine ki ne alınır ne satılır. Bu insanın yüreğinden gelen insanlar arasında paylaşıldıkça büyüyen duygudur.

            Korku ise çirkinlikleri içinde taşıyan bir duygudur. Hiçbir zaman insana şerefli, haysiyetli bir yaşamı idame ettirmesine  müsaade etmez. Korku gücün karşısında insanı küçültür ve birilerine mahkûm eder. Oysa sevgi zulmeden gücü tanımaz, korkudan kararan ufuklara bir huzmenin düşmesidir. İşte sevginin başarısı toplumu korkulardan arındırmaktır.

            Nelerle korkutulmadık ki; önceleri hayal ürünü yaratıklarla korkutulduk. Sonraları doğa üstü olaylarla, peşi sıra öldürülmek korkusu, açlık korkusu, derken darbeler, baskılar, şiddet insanların korkması için ne gerektiyse yapıldı. Toplum öyle bir handikaba girdi ki insanlar arasında korku neticesinde dostluklar bitti, düşmanlıklar çığ gibi büyüdü... Korkağın yalancılığı, namussuzluğu, ihaneti, suçluluğu getirir. Bu da topluma en büyük zarardır.

            Her toplum, her millet kendi geçmişini sahiplenmedikçe, kendi diline, kültürüne sahip çıkmadıkça, idealleri peşinde koşmadıkça yardımlaşma ve dayanışma içinde olmadıkça dünyanın yaşam korkusu onu bitirir. Gündelik yaşam uğruna değerlerini heba edenler, bencil ve bireyci davrananlar yaşadığı toplumda korku hüsranında boğulurlar. Oysa sevgiyi bağrına sindirenler hem dini inancını güçlendirir, hem toplumsal yaşamı insani bakışla süsler. Bilimsel çabalarla toplumun gelişmesine yardımcı olur.

            Korku, toplumda edebiyatın, sanatın gelişmesine en büyük engeldir. Güzel sanatlarla içselleşmemiş toplumlar sevgide de geridedirler. Dünyayı süsleyen sanattır. Sanatçı yüreğinden gelen sevgiyle toplumu aydınlatır. Sevgi çevresine ışık saçar, yaratıcı gücünü topluma enjekte eder. Korkuyu söylemeye gerek var mı? Yaşıyoruz ve görüyoruz. İnsanların birbirisinden, düşüncesinden, yaşam biçiminden korkmaması gerektiğine inanıyorum.  Agresifleşmiş bir toplumda sevgiden bahsetmek mümkün değil. Korkunun ve sevginin neler yaptırdığını bu fıkrayı okuyunca daha iyi anlayacaksınız.  

              Din dersinde öğretmeni yeni başladığı sınıfta öğrencilerle tanışmak için başlamış isimlerini sormaya. “Adın ne senin evladım.” Çocuk “Kevser öğretmenim” deyince, öğretmen maşallah ne güzel bir isim, hadi oku bakalım “Kevser suresini” demiş. Öğrenci sureyi ezbere okumuş. “Aferin ağzına sağlık” deyip diğer çocuğa adını sormuş. O da “Fatih öğretmenim” deyince ögretmen; “çok güzel bir isim, oku bakalım Fatiha suresini” demiş. Çocuk hemen ezbere okumuş ona da teşekkür etmiş. Birde bakmış ki bir çocuk sıranın altında saklanma çabasında. “Yavrum senin adın ne söyle bakayım.” Çocuk saklandığı yerden çıkar mahçup bir şekilde…  “Öğretmenim adım Yasin ama arkadaşlar bana kısaca Süphaneke” derler.