Televizyon, medya olarak tarif edilen tanıtım araçları içerisinde gerçekten büyük bir tesir alanına sahiptir. Onun düğmesine basılmış ve seyretmek için bir kanal seçilmişse ve karşısına oturulmuşsa kendi tercihinizle bu kanalı seçtiğinize göre artık bu kanalın “iyi dediğine iyi, kötü dediğine siz de kötü demeye” hazırsınız demektir. Böylece daha baştan bu psikolojik şartlanmayı kabul etmektesiniz.
Ancak bu seyrettiğiniz kanalın iyi dediği gerçekten iyi midir? Kötü dediği de gerçekten kötü müdür? Artık işin bu tarafını düşünmek mümkün olmamaktadır. Hipnotizma, onu kullananın iradesine teslim olmaktır. Hipnotizma sebebiyle üzerinde bu uygulama yapılan adama her şeyi yaptırmanız mümkündür.
Savaşlarda düşman tarafına gönderilen ve hipnotizma edilmiş askerlerin büyük yararlıklar gösterdikleri tespit edilmektedir. Adam, acıktım, yoruldum, susadım, terledim gibi beşeri duygularını algılayamamakta, hedefe kilitlenmiş bir mermi gibi ancak hedefini bularak onu imha (yok) etmektedir.
Hipnotizma, tıpta da kullanılmakta, hastalar hipnotizma ile uyutularak ona yapılan ameliyatlar ve tedavilere karşı reaksiyon (tepki) göstermesi engellenmekte ve böylece tedavide iyi sonuçlar alınmaktadır.
Konumuz televizyon olduğu için şimdi “televizyon hipnozunu” (hipnotizmayı) birlikte görmeye çalışalım.
HİPNOTİZMA NEDİR, KİMLERE TESİR EDER
Televizyonda hipnotizmaya en çok yakalananlar çocuklar olmaktadır. Bilgilerinin ve tecrübelerinin yeterli olmaması, karşısındaki insanların kendisi kadar saf, dürüst ve ahlaklı olduklarını sanması, bunların hipnotizmaya yakalanmalarını kolaylaştırmaktadır. Eğer biraz bilgi, görgü ve tecrübesi olsa, şahısları, olayları ve fikirleri sorgulama gücü kendinde bulunsa elbette hipnotizma olması ve karşısındakilere kanması bu kadar kolay olmayacaktır.
Bir ara Denizli’ye seyahatlerim oldukça sıkça olurdu. Yine böyle bir seyahat sonunda Denizliye geldim. Günün akşam saatleri. O yıllar garajlara yakın yazlık kahvehaneler bulunurdu. Böyle bir kahvehanenin bahçesine bir televizyon konmuş, önüne de 40 – 50 kişi kadar insan oturmuş seyrediyorlar. Ben de oradan geçerken dikkatimi çekmişti ve buna biraz zaman ayırmalıyım diyerek o yöne yöneldim.
Kendime seyir yeri olarak diğer seyredenlerle birlikte televizyonun ekran tarafını değil seyredenleri kolayca görebileceğim arka tarafını seçtim. Bir çay ısmarladım. Bir taraftan çayımı yudumluyor, bir taraftan da televizyon seyredenleri seyrediyorum.
Televizyonun araka tarafında olduğum için görüntüleri göremiyordum ama sesleri kolayca duyabiliyor, seyredenleri de rahatça görebiliyordum.
Hemen söylemeliyim ki televizyon seyredenleri seyretmek de gerçekten çok zevkli bir iş olmaktaymış. Bunu siz de deneyebilir, televizyonun arkasında kendinize bir seçerek televizyon seyredenleri seyre koyulur, bu doyulmaz zevkin hazzını yaşayabilirsiniz.
O, 40 – 50 kişilik gurup ama istisnasız (hepsi) bir anda ayağa fırlıyorlar, gözleri televizyon ekranında elleri havada, başlıyorlar bağırmaya. Ve aynı anda aynı kelimeleri bağırıyorlar, “Goool…” diye.
Bir müddet sonra her biri oturduğu sandalyeye çöküyorlar. Biraz sonra yine hepsi birden gülmeye başlıyorlar. İşler iyi gidiyor demek ki diye düşünüyorsunuz.
A… O da ne? Bu sefer hepsi birden ağlamaya ve gözlerinden yaşlar akıtmaya başlıyorlar. Allah, Allah… Ne idi bu hepsini aynı anda güldüren veya aynı anda ağlatan olay, diye düşünüyorsunuz.
Ama hayır. İşte bu 40 – 50 kişilik gurubun hepsi aynı tepkileri göstermekte, aynı şekilde gülüp aynı şekilde ağlamaktadır. “Bu hepsinin aynı anda ve aynı şekilde hareket etmeleri sağlayan güç, meğer ne büyük güçtür” diyerek hayıflanıyorsunuz.
Televizyonların çok yaygın bir halde seyredildiğini ve hatta bu gün köy evlerinde bile bulunduğunu söylersek, bu sefer karşımıza hipnotizma edilmiş insan sayısı 40 – 50 kişi değil 4 – 5 milyar insan çıktığını anlıyorsunuz ve üzülüyorsunuz.
ÇOCUKLAR VE TELEVİZYON
Tüketiciler Birliği Antalya Şubesi Kadın ve Aile Komisyonu Sorumlusu Şenay Şekeroğlu, konu ile ilgili yaptığı bir açıklamada; “Yapılan araştırmalarda ülkemizin, ABD den sonra en çok TV izleyen ikinci ülke olduğunu görülmektedir. Aman, çocuklarınızı TV den koruyun” diyerek, işin önemine dikkatlerimizi çekmiştir.
Dünyada ve ülkemizde yapılan akademik araştırmalar sürekli TV izlenen bir ortamda yetişen çocuklarımızın büyük bir tehlike altında olduğunu ortaya koymaktadır. Bilgilenme, öğrenme ve eğlenme amacının dışına taşan televizyon seyretme süresi, insan hayatının dokuz yılını işgal etmektedir.
Araştırmalara göre sürekli TV izlenen bir ortamda yetişen ya da aşırı televizyon izleme alışkanlığı olan çocuklarda anti-sosyallik, arkadaşlarıyla ilişkilerinde olumsuzluk, gereksiz korkular, duygu sömürüsü, şiddete eğilim, uykusuzluk veya uyku bozukluğu, tembellik, okuma alışkanlığı ve sorumluluk duygusunun gelişmemesi ve yaratıcılığın azalması gibi etkiler ortaya çıkmaktadır, diye tespitler yapmıştır.
Bu konuda uzmanlar 2 yaşından küçük çocukların televizyon izlememesini, bu yaştan sonra ise günlük sürenin 2 saatle sınırlanmasını tavsiye etmektedirler. Araştırmalar çocukların %25,4’ünün 2 yaşından önce televizyon izlemeye başladığını, %29,1 inin de televizyonu tek başına izlediğini tespit etmiştir.
Çocukların televizyon seyrederek yetişen 11 yaşındaki bir kız çocuğunun annesini silahla öldürdüğü gerçeği hala derin derin kanayan bir yaradır.
Asıl düşünülmesi ve üzerinde durulması gereken nokta ise, televizyon kumandasının esiri haline kendimiz dönüşürken, yitirdiğimiz değerlerimiz ve şiddetin kucağına ittiğimiz çocuklarımızı bekleyen büyük tehlikelerdir.