Dünyada yaşayan insanın ve onun oluşturduğu toplumun ekonomiden ayrılması, ekonomi ile ilgilenmemesi imkânsızdır. Her şey ekonomidir diyenlerin, insanlığını ve bununla birlikte insanı değerlerini kaybedilmesi de toplumda büyük ve onulmaz yaralar oluşturur. Çünkü insan, önüne ne çıkarsa ona saldıracak ve ne bulursa yiyecek bir sırtlan değildir. Aynı zamanda insan melekler gibi nurani bir varlık da değildir ki yemeden, içmeden durabilsin ve ekonomi ile hiç ilgilenmesin.
Ancak toplumlarda ekonomik uygulamalar ya alın terine ve hak ölçülerine bağlıdır, insanlar haklarının karşılığını almaktadırlar. Harcama yaparlarken de haksız zam ve vergilerle şişirilmiş fiyatlara fazladan ödeme yapmaya mecbur bırakılmamaktadırlar. Ya da ikinci şık sömürücü bir ekonomik sistemin altında inleyip durmaktadırlar.
Bu sistem de oturduğu ve hatta yattığı yerden para kazanmak isteyen Yahudilerin kurdukları sömürücü faizci bir düzenin uygulamasıdır. Temeli haksız vergilerin, adaletsiz zamların yer aldığı bir sistemdir. Bu sisteme “Kapitalizm” olarak adlandırılmaktadır.
FAİZ FAKİRİ, DAHA FAKİR YAPAR
Osmanlı döneminde faiz nedir bilmeyen, “Faiz 73 şubedir. En küçüğü kişinin Kâbe yollarında annesi ile zina etmesi gibidir” ölçüsüne inanan bir milletin parası, “altın para” gibi değerini muhafaza etmekteydi. Ekonomi içinde faiz olmadığından enflasyon (para değerinin düşmesi, fiyatların yükselmesi) da olmamaktaydı.
Sonra nasıl girilmiştir bilinmez, ülke olarak faizin içine itilmişizdir. Bir taraftan devlet faizle iştigal eder hale gelmiş, diğer taraftan bir takım bankalar kurularak “yangına körükle gitmişler” ve artık ekonomide hiçbir işimizde bırakın uğraşmamayı, faizsiz bir uygulamayı düşünemez olmuşuzdur.
Faizcilik, maliyetlerin yükseltmiş, paranın alım gücünü düşürmüş, işletmelerin ve tesislerin kapasitesini küçültmüş, işletmeler kazandıklarını faiz olarak ödemeyle baş başa kalmışlardır. Kredi ve faiz borçlarını ödeyemeyen şahıslar ve işletmeler, icra müdürlüklerinin takibine alınmış, ödenemeyen kısım, “temerrüt faizi” olarak değerlendirilerek anaparayla birleştirilmiş, filiz vermeye başlayan nice sanayi kuruluşlarımız daha başlarını topraktan çıkartırken boyunları kopartılmıştır.
Bugünkü vergi sisteminde bütçe gelirlerinin yüzde 73’ü dolaylı vergiler adıyla 70 milyon insandan alınmaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir vergi sistemi yoktur. Ülkemizde mutlaka “adil vergi sistemime” geçilmeli, vergiler zenginden alınmalıdır.
2002 yılında AKP hükümeti iktidara geldiğinde 48 – 50 milyar dolar olan devletin iç ve dış borçları, bu hükümetin uygulamaları ve aldığı yanlış ekonomik kararlar neticesinde bugün 500 milyar dolar seviyelerine yükselmiştir. “Özelleştirme” adıyla devletin bunca fabrika ve tesisleri yabancılara satılmış, bu satıştan elde edilen gelir, iç ve dış borç ödenmesinde kullanılmıştır. Şimdi artık elimizde, devletin ne bir fabrikası vardır ne de onlardan elde edilen gelir… Borcumuz ise bu kadar ödeme yapmamıza rağmen o yine aynı hızda yükselmeye devam etmektedir.
Zamların ve vergilerin birbiri arkasından durmadan gelmesine rağmen ücret, fiyat ve maaşlarda yüzde 2,5 gibi mini artışlar milletimizin her kesimi fakirleştirmiş bulunmaktadır. Bu sebeple benzin ve mazotu dünyada en yüksek fiyata kullanan ülkeler arasında birinci seviyemizi ve bunun rekorunu elimizde tutmaktayız. Yöneticilerimiz alfabe harf bırakmamışlardır aldıkları vergilerin isimlerini belirtmek için KDV, ÖTV, KUV (Kurumlar vergisi), MTV (Motorlu taşıtlar vergisi) ve daha adını ve rumuzunu bilemediğimiz birçok vergi ve harçlar icat etmişlerdir.
ÖZELLEŞTİRME SANAYİNİN ÖLDÜRÜLMESİDİR
Devletin bütün tesisleri ve fabrikaları özelleştirme adıyla yabancılara satılmış, onlar da işçi çıkartarak, makine ve ekipmanları dağıtarak bir daha böyle bir fabrikayı kuramayacak hale getirilmişizdir. Bu yerlerde üretim düşmüş, devletin aldığı vergiler azalmış ve tesislerden sağlanan kazanç yurt dışına transfer edilerek ülkemiz madden yokluğa itilmiştir.
Başbakan tarafından açıklanan bu çılgın projelerin elbette astronomik birer maliyetleri de bulunmakta (sağ olsunlar !) bizi düşünen Batılı dostlarımız (!) kendilerinin sağlayacakları kredilerle bunlara yapacaklarını ve bu tesislerin gelirleri ile borcumuzu kapatacaklarını hükümetimize beyan etmişlerdir.
Borcumuz 9 sene önce 50 milyar dolardı. Şimdi 500 milyara varmıştır. Ama borcumuz 5 trilyon dolara yükselirmiş… Ne gam… Millet sağ olsun. Yeni zamlarla ve yeni vergilerle milleten alırlar ve öderler nasıl olsa. Ödeyemeyecek olurlarsa da önemi yoktur. Nasıl olsa gelecek neslimize bu borçlar aktarılacak, onların ödemeleri sağlanacaktır.
İşsizlik, TÜİK raporlarına göre % 11 civarlarındadır. Bu rakam “üç ay içinde 1 saat çalışan bir insanın bile işli sayılmasından” dolayı bu rakam düşük çıkmaktadır. Gerçek işsizlik % 25 civarlarındadır ve her dört insandan biri işsizdir. Bu rakamlara yazın tarlasında çalışan ama kışın kahvede vakit geçiren köylü ve çiftçiler dâhil değildir.
Siz işsiz bir babanın evine ekmek götürememesinin, acil ihtiyaç maddelerini alamamasının o insan ve ailesi üzerine ne büyük bir acı ve ızdırap oluşturduğunu bilir misiniz? Bilirim diyenler varsa, ne zaman ve nasıl yaşamışlardır bu hali ona bakmalıdırlar. Yoksa bu olay okumakla, duymakla, televizyon seyretmekle anlaşılabilecek bir olay değildir.
Yetkililer, çılgın projeler yerine akl-ı selimle olaya bakmalı, milletimizin sırtından onun kamburunu çıkartan haksız vergi ve zamları kaldırmalı, üretim ve istihdam sağlayacak yatırımlara yönelmelidir. Tabii Başbakanın, ABD ile yakın teması olan Danışmanlarının sözlerine dikkat etme alışkanlığından vazgeçmesi şartıyla…
Borç al yaşa, borç al nefes al… Bu yapıyla nereye kadar gideceğiz?
Küçük esnaf süpermarketlere boğdurulmuş, tüccar holdinglerin esiri olmuş, pamuk, çay, tütün üreticileri tarladan ellerini çekmiş, çiftçi, besici, süt üreticisi iflas etmiş, memurun zekât alabileceğine fetva verilmiş, işçinin hali perişan. Yıllık zam yüzde 2,5 + 2,5 maaş ve ücret artışlarıyla ancak birer simit alınabilmiş… Dul, yetim ve öksüzler ise hiç hatırlanmaz olmuş… İşte bu incelemeye “icraatın içinden” denir.