Zaman zaman duyarsınız. Şu insan büyük adamdır, diye. Ve size bu adama ait bazı özellikleri anlatırlar büyüklüğünün ispatı olmak üzere… Hiç düşündük mü acaba, büyüklük nasıl olur? Büyük adamların taşıdığı özellikler nedir?

Mesela büyük adamdır diye takdim edilenler için; “Efendim. Şöyle güzel giyinir, böyle güzel giyinir. O kadar güzel konuşur ki kalabalıklar onun ağzına bakar kalır. Bir toplantıda her kesin dikkatlerini kendi üzerine çeker. Sahnede yapılan oturumlarda bacak bacak üstüne atar. Bak. Yabancı devlet adamına kendini hiç ezdirmedi. O da onun gibi bacak bacak üstüne attı. Onu görebilmek bir mesele azizim. Ona ulaşabilmek için 40 yerden geçiş vizesi almak lazım…” Bu özelliklere başka özelliklerde ilave etmek mümkündür.

Yukarıda verilen özelliklerden hiç birisi bir insanın büyüklüğünü göstermez. Olsa olsa bu özellikler onun “büyüklük özentisini” gösterir.

Buyurun şimdi de gerçek büyük adamların taşıdığı özelliklere bir göz atalım.

Büyük adamın ilk ve en önemli özelliği, tüm büyükleri ve her şeyi yaratan Allah’a inanması ve onun gönderdiği emirlere teslim olduğunun işaretini taşımasıdır. Allah’ın bir konuda buyurduğu emirler ve nehiyler (yasaklar) karşısında olabilecek, hiç bir beyanı ve açıklaması olmamasıdır.

Büyük adamın ufku çok geniştir. O, yanı başında ki insanlarla ne kadar ilgiliyse, uzaktaki insanlarla da o kadar ilgilidir. Dünya üzerinde zulüm gören bütün insanlar, onun ilgi alanı içindedir. Onların kurtuluşları için durmadan çözüm üretir.

Büyük adam basiret sahibidir. Yani bir olayın kendisinden çok arkasında döndürülen fırıldakları fark eder, keşfeder ve hemen onlara karşı tedbir (önlem) alır.

Büyük adam, dost kimdir, düşman kimdir yakinen bilir. Her yüze güleni dost olarak kabul edip onun tesiri altında kalmaz. Batılılarla yaptığı bütün görüşme ve anlaşmalarda sorumluluk – menfaat (çıkar) dengesini iyi kurar. Batılı dostlarımızın (!) her istediğini gözü kapalı yerine getirmez.

Büyük adam, kâhin ve sihirbaz olmadığı halde geleceği iyi hesap eder ve geleceğe ait görüşleri hemen hemen tam isabetlidir. Onun söylediği sözleri, küçük düşünenler çoğu zaman anlayamazlar ve onunla alay etmeye kalkışırlar. Hâlbuki gerçeğin 30 – 40 sene sonra aynen ortaya çıktığı görülür.

Büyük adamın hayatının her bölümü örnek alınacak söz ve davranışlarla doludur. Her bir sözü ve her bir hareketinden belki ciltler dolusu kitap yazılabilir.

Şunu da hemen belirtmeliyim ki büyük adam, bir toplumda çok miktarda bulunmaz. Bunların dünyamıza gelmeleri de belki yüz senede bir gerçekleşir.

İŞTE BİR BÜYÜK ADAM

Kendisine “Hocam” diyerek hitap ettiğim Prof. Dr. Necmettin Erbakan’la, 1968 sonunda başlayan öğrenci – hoca ilişkimiz, dostluğumuz ve dava arkadaşlığımız, arada bazı kesintiler hariç 2011 yılına kadar tam 43 yıl devam etti. Bu dostluk onun vefatı ile son buldu demeyeceğim, arkasından yaptığımız hayır dualarıyla devam etmektedir.

Beni ve benim gibi binlerce insanı hem dünya bilgileriyle ve hem de ahiret bilgi ve uygulamalarıyla mücehhez kıldı. Ben ve benim gibi bazı talebeleri ona ve davasına sadık kaldılar, bazıları ise makam ve mevki tekliflerine ram oldular (boyun eğdiler) ve bu büyük insan ile onun davasını terk ettiler. Bu halleri onlara belki bir makam kazandırdı ama, hem bu dünyada ve hem de ahirette karşılaşacakları rüsvalıkları onları kavrayacak, son pişmanlığın fayda vermediği ortamda, ihanetlerinin cezası kendilerine verilecektir.

Bir gün bazı mühendis arkadaşlarımızla kurduğumuz bir şirketimizin bürosunda çalışmaktayım. Bir telefon çaldı, açtım. Karşımda bir müddet evvel birlikte çalıştığımız bir delikanlı (şu anda ismini unuttum) var. Onunla aramızdaki telefon konuşmamızda karşılıklı sert konuşmalarımız hatta tartışmalarımız oldu. Sonuçta bu arkadaş bana hakaret ederek telefonu yüzüme kapattı.

Benim gençliğimin verdiği bir cesaret ve uzun zaman yaptığım başkanlıktan kazanmış olduğum alışkanlık sebebiyle, bu telefon hakaretini içime sindiremedim.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra bu kere ben onu aradım ve yaptığı hakaretin bir benzerini yaparak telefonu ben onun yüzüne kapattım. Böylece ona kısas yapmış oluyordum.

İtiraf ediyorum ki bu son telefonla nefsim biraz teskin olmuştu. Ama ben hızımı henüz alamamıştım. Bu kez bu delikanlıyı, bana yaptığı bu çirkin hareketinden dolayı Hocama duyurdum. Çünkü Hocam da bir müddet önce onunla çalışmış ve kendisini tanıyordu.

Hocam bana; “Büyüklerimiz, kendilerine ağır konuşanlara, hakaret edenlere tatlı ikram ederlermiş. Sen de ona baklava ikram et” dedi.

Ben bu nasihati aldım ama bu nasihat nasıl yapılacaktı? Zira bu delikanlı ile aramızdaki bağlar kopmuş ve bekli de birbirimizi gördüğümüz yerde, birbirimizin boğazına sarılacak duruma gelmişiz, diye düşündüm. Ama yine de Hoca’ma hürmetimden onun dediğini yapmaya karar verdim.

Akşam, iş çıkışı delikanlının Hacı Bayram Camisi yakınındaki dükkânına gittim. Kapıya gelince selam vererek içeriye girdim.

Delikanlı da benim geldiğimi görünce onunla kavga etmeye geldiğimi zannetmiş ve heyecanlanmıştı. Ona;

“Seninle kavga etmeye gelmedim” dedim. “Çünkü biz aynı davanın insanlarıyız. Sana baklava ikram etmeye geldim” dedim ve cebimden çıkardığım parayı masası üzerine bırakarak; “Şu senin delikanlı bize bir kilo baklava getirsin” dedim.

Biraz sonra baklava geldi. O zamana kadar kendisine telefon atışmamız hakkın bir kelime dahi konuşmadım. Birkaç dilim baklava yedim ve “Haydi, bana Allah’a ısmarladık” diyerek dükkândan ayrıldım.

Daha sonra bu delikanlın yanında bulunan bir arkadaştan aldığım haberde, “Vay canına…” demiş, bizim delikanlı. “Nevzat Laleli bana öyle bir ders verdi ki bunu hayatım boyunca unutamam.”