Asrımızda insanlık, maalesef layık olmadığı bir muameleye maruz bırakılıyor. Dünya idarecileri kurdukları baskıcı, sömürücü, ezici ve ahlaksız düzenleriyle tüm insanlığın gittikçe daha fazla boğazını sıkmakta ve onu nefes dahi alamaz bir duruma getirmektedir. Ahlaksızlık ve sömürü de istatistikî bilgiler, gittikçe daha çok kötüleşmenin yaşanmakta olduğunu açıkça göstermektedirler. 
Büyük halk kalabalıkları geçim derdine düşmüş, insanlar bir robot gibi sabah işine, akşam evine gidip gelmekte, bu yanlış ve ters gidişe dur diyecek mecalleri kalmamış bulunmaktadır.
Bütün dünya ülkelerinde medya, “Irkçı emperyalistlerin” eline veya kontrolüne geçmiş, onlar gidişatın kötülüğünü göstermek yerine, insanlığa pembe gözlükler takarak ve hayali umutlar pompalayarak halkı uyutmaya devam etmektedirler.
Ayrıca büyük propagandalarla yüz binlerce insan statlara doldurmakta, milyonlarca insan da televizyon ekranlarında meşgul edilerek, bunların haklı talepleri kendilerine unutturulmakta ve enerjileri buralarda boşaltarak onların nötr hale (mücadele gücü yok edilmekte) gelmesi sağlanmaktadır.
Eski İspanya diktatörü General Franko’ya; “Ülkendeki bunca enflasyon ve ahlaksızlıklar karşısında halk ayaklanmıyor mu?” diye sorulduğunda o;
“Hayır. Ben onları yüz binlik beşiklerde sallıyorum” demesi meşhurdur.
Irkçı emperyalistlerin bir ahtapot gibi bütün dünyayı sömürmek için kurdukları kapitalist (liberal) sistemde ki faiz yetmiyormuş gibi, bir de dünya hâkimiyeti sevdası peşinde koşmaktadırlar. Bunun için ilk defa Filistin’de bir devlet kurarak (1948) adını İsrail kuyan bu adamlar, yıllar içinde Filistinlileri öldürerek, onlara işkenceler ederek ve evlerini yıkıp yerine kendileri için yeni yerleşim merkezleri kurarak genişlemeye çalışmaktadırlar.
2000’li yıllarda terörist İsrail’in Gazze’ye bir gece onların tepesine attığı ve çoluk çocuk herkesi öldürmesi baskınını, Gazze yakınındaki bir tepeden çoluk çocuk seyreden İsrailli bir ailenin sevinç çığlıkları atması, hala hatıralarımızda ki tazeliğini muhafaza etmektedir.
Hedeflerinin “Arz-ı mev’ut (vaat edilmiş topraklar)” olduğunu söyleyen bu Siyonistler, Nil ile Fırat arasını (Erzurum’a kadar olan bölgeler) alarak bu ideallerinin gerçekleşeceğine inanmaktadırlar.
 

Resmi anlatmak için alt yazıya gerek olmadığı kanaatindeyim.
İnsanlık, bir sürü gibi medya tarafından güdülürken, bu yanlış ve ters gidişe dur diyebilecek tek canlı ve diri insanların, imanlarından aldıkları aşk ve şevk ile ancak Müslümanlar olabildiği açıkça görülmektedir.
Ne yazık ki onları da içinden avlayan bu Irkçı emperyalistler, Müslüman ülkelerdeki idarecileri, Müslüman görünümünde ve fakat kendi işbirlikçilerinden seçtirmeyi sağlamakta ve onları da davalarına sahip çıkamaz hale getirmektedir.
Aslında bunlara ve bunların sömürgeci emellerine karşı çıkmak için Müslüman olmaya da gerek yoktur. İnsan olmak yeterlidir. Nitekim bir İngiliz kızı İsrail’in Filistinlilerin evlerini buldozerlerle yıkımını önleyebilmek için bolduzerin önüne geçmişti de bolduzer bu kızı ezerek zalim arzusunu gerçekleştirmişti.
İşte bu nedenlerle yetiştirmeye çalıştığımız Milli gençlik; “Yeryüzünden zülüm kalksın, hak hâkim olsun diye bütün gücüyle çalışan insanların özelliğine sahiptir.” 
İNANÇ, İNSANI CANLI KILAR
Müslümanların bir kısmı(ki bu Allah’ın bir lütfüdür) bütün bu oyunları, Allah’ın kendisine verdiği feraset ile idrak etmekte ve yine Allah’ın ona bahşettiği “Cihad şuuru” ile kötülükleri ortadan kaldırarak yeryüzünde iyiliklerin ve hakkın yayılmasına çalışmaktadırlar. 
Yazımın burasında dinimizde ki “cihad şuuru” kavramına bir göz atmakta yarar olacaktır. Sadece cihad kelimesini kullanmamaktaki maksadım, Peygamberimizin bir Hadis-i Şerifini yanlış anlayarak “nefis terbiyesi ile uğraşmak büyük cihattır” (aşağıda açıklayacağım) diyerek “selamet der kenarest” mantığına pirim vermemek içindir.
Cihad; yeryüzünden zulüm kalksın ve hak hâkim olsun diye her sahada yapılan bütün çalışmaların adıdır.
Daha çok toprağa sahip olmak, daha çok insana hükmetmek, başka ülkelerin yeraltı ve yer üstü servetlerini ele geçirmek veya daha çok şöhrete kavuşmak için cihat yapılmaz. Yaptıkları mücadelelerinde bunları öne çıkaranlar “müstevlileri ta kendileridir”. İslam’ın tarifine göre cihat ancak “fi sebillillah (Allah için)” yapılır. 
Hatta bir kademe daha ilerlersek bu uğurda (hakkın hâkim olup, bütün insanlığın kurtuluşu için) ganimet olarak başkalarının malını ve öldürerek onların canını almak değil, “bi emvaliküm ve enfisüküm” hükmü ilahisiyle kendi malını ve canını verebilmeyi baştan kabul etmektir.