İnancın ilk hamlesi bütün putları reddetmek sonra da Allah’tan başka ilah olmadığına iman etmektir. Bir başka ifadeyle inanç, “Lâ…(hayır-yok)” ifadesiyle başlamaktadır. Lâ ile nefsimiz dâhil Allah’tan çok sevdiğimiz bütün putları reddederek, kalbimizde ve bütün benliğimizde tek varlık olan Allah’a yer veriyoruz. Bu ifadelerimize örnek “Kelime-i tevdit” dediğimiz “Lâ ilahe illallah…” cümlesidir
Dilimizle söylediğimiz ve kalbimizle de tasdik ettiğimiz bu ifadede “Allah’tan başka ilah yoktur” diyerek, Allah’tan başka hiçbir varlığa “ilahlık” vasfı vermediğimizi söylemekteyiz. Elbette yeryüzünde birçok varlık vardır ama bunların hiç biri ilah olma özelliğine sahip değildirler, diyoruz.
Kelimeyi tevhidin ikici bölümünde ise “…Muhammedürrasulalallah” diyerek Peygamberimiz Hazreti Muhammedin (s.a.v) Allah’ın resulü olduğunu da kabul etmekteyiz.
Hemen ifade etmem gerekir ki kelimeyi tevhidin birinci bölümü ile ikinci bölümünü birbirinden ayırmak yani sadece “Lâ ilahe illalah…” diyerek işi orada bırakmak, iman etmek için yetmemektedir. İman tecezzi (bölünme) kabul etmemekte, iman etmiş olmak için hem imanın ilk kelimesini ve hem de diğer inanmamız gerekenleri (Amentüyü) tam söylemek ve gönülden kabul etmek gerekmektedir.
NASIL BİR İLAHA İNANIRIZ
Kelime-i tevhidin birinci bölümünde bir “…ilah…” kelimesi gözümüze çarpmaktadır. “Allah’tan başka ilah yoktur…” derken acaba nasıl bir ilah düşünüyor, nasıl bir ilah anlayışına sahip bulunuyoruz. İlah olarak kabul ettiğimiz varlığı, hangi özellikleriyle kabul ediyoruz. Bunu asr-ı saadet (Peygamberimizin yaşadığı asır) Müslüman’ın anlayışıyla anlatmaya çalışalım.
Sözlerime bir parantez açarak, “efendim zaman değişiyor” diyenlere burada bir cevap vermek istiyorum. “ İnsanlarda yaratılmış bütün duygular, beş duyu organlarının duyguları ile sevgi, aşk, kin, nefret ile kazanma, iyi yaşama, genç kalma, hasta olmama ve hiç ölmeme arzuları gibi tüm arzular hiç değişmemektedir.” Bu duygular ilk insan ve Peygamber Âdem (a.s) da nasılsa, bizde de aynen bulunmakta, dünyanın ömrü yeterse bin sene sonra gelecek insanlarda aynı duygulara sahip olacakları tabiidir. Zaten bu duygular değişirse ortaya insan değil belki başka bir yaratık çıkacaktır.
İyi bilinmelidir ki asırlar değiştikçe değişen, sadece alet ve vasıtalardır.
Alet ve vasıtaların değişimlerini insanın değişimi gibi göstermeye çalışanlar önce kendilerini sonra da etrafındaki insanları aldatmaya çalışmaktadırlar.
İLAH KELİMESİNİN DÖRT ANLAMI
Türkçe de bir kelimenin dört manayı bünyesinde barındırdığını ben bilemiyorum. Mesela kara kelimesi veya yüzmek kelimeleri ikişer manayı bünyelerinde barındırmaktadır. Ama Arapça’da ki ilah kelimesi, bünyesinde dört ayrı manayı ihtiva etmektedir. Bir Müslüman; “La ilahe illallah…” derken bu dört manayı birden kabul etmekte ve “Allah’tan başka hiçbir varlık, bu dört manayı taşıyamaz” demektedir.
İlah kelimesinin ilk manası; “Allah’tan başka kendisine kulluk edilecek mabut, ibadet edilecek başka varlık yoktur” demektir.
Her gün beş vakit namazda en az 40 kere Fatiha suresinde “iyyake nağbudu…(yalnız sana kulluk ederiz)” ifadesinde, ilah kelimesinin bu manasını beyan etmektedir.
İlah kelimesinin ikinci manası; “kendisinden yardım istenecek…” Allah’tan başka hiçbir varlık yoktur, demektir.
Kendisinden yardım istenen cansız bir putsa veya bir aciz insansa bunların önce kendilerine yardım etmesi gerekirken kendilerine bile faydaları dokunmayan bu varlıklardan yardım istemek sadece boşuna nefes tüketmektir.
Bu mananın belirlenmesin de yine Fatiha suresinde karşılığını bulmakta “ve iyyake nesteğiyn (ancak senden yardım isteriz)” denilerek ilah kelimesinin bu özelliğine vurgu yapılmaktadır.
İlah kelimesinin bir üçüncü anlamı, “rızası gözetilecek, rızası aranacak tek varlık Allah’tır” demektir.
Bu vasfın zikredildiği söz ise “İlahi, ente maksudi ve rızake matlubi – Allahım, maksadım sensin, benim için kabul edilebilir olan ancak senin rızandır” ifadesinde kendisini göstermektedir.
İlah kelimesinin son manası, “hüküm koyan ve koyduğu hükme uyulması şart olan tek varlık, Allah tır” demektir.
İlah kelimesinin diğer manaları değil ama bu manası Mekke müşriklerine ters gelmekte ve tutum ve davranışlarıyla sanki “biz ilah kelimesinin ilk üç manasını kabul ederiz ama bu dördüncü manasını kabul edemeyiz. Zira bu toplumun idarecileri bizleriz ve toplum için gerekli olan hükümleri ancak biz koyarız” demektedirler. Onlar bu manayı kabul edince bütün hükümranlıklarının son bulacağını bilmektedirler.
İslam’a karşı çıkan bu insanlara “Münkir yani inkârcı (Allah’ın varlığını reddedenler) değil, müşrik yani Allah’a şirk (ortak) koşan insanlar” denmiştir. Zira onlarda Allah var olduğunu biliyor, ancak putlar bizi Allah’a ulaştıracak birer vasıtadır diye inanıyorlardı.
Onlar, kendi çıkarlarından vazgeçerek Hak ve adalete yönelmeleri, Allah’ın hükümranlığını kabul etmeleri ile olacak böylece halkı ezilmekten, sömürülmekten kurtulacaktır. Bunu istemediklerinden Müslümanlara olmadık eziyet ve işkenceler yaparak onların dinlerini terk etmelerine çalışmışlardır.