İnsan olarak bazı konulara hassas ve bazı konularda da duyarsız olabiliriz. Ancak şurası bir gerçektir ki inandığımız doğrulara ve sevdiklerimize karşı hassas olmamız, yanımızda değeri olmayan şeylere ve sevmediklerimize ise duyarsız kalmamız gayet doğaldır ve bu davranışı kimse yadırgamaz.
Bir şeye hassas olmamız, o şeyi zaman zaman anmamızı, onun uğrunda fedakârlık yapmamamızı, ondan gelecek eziyet ve sıkıntılara sabırla katlamamızı sağlar. Hassas olmadığımız ve değer vermediğimiz şeylerin yanımızda anılmasını istemeyiz. Bu konuyu gündeme getirenlere; “Bu konuyu yanımda anmayın. Ben bu konuyu veya bu kişiyi sevmiyorum” deriz. Hatta Türkçemize bir tabir (deyim) olarak geçmiş olan “Kürt ağası sevmediği adamın adını ağzına almaz” sözünü kullanırız.
Bizim yani kendisini Müslüman olarak tanımlayanların hassas olacakları ilk konu hiç şüphesi inançlarımızdır. Bu konu, takım tutmaktan, tuttuğumuz takımın galip ve mağlup olmasından daha önemlidir, bizim için. Çünkü inanç, insanı insan yapan en önemli değerdir. İnançtan uzak olanlar ise hiçbir mükellefiyeti (sorumluluğu) olmayan sadece hayvanlardır.
Bir Müslüman’a inancı, onun yaşaması sağlayan su gibidir, hava gibidir. O, inancına ters hareket yapamaz, inancının başkaları tarafından alaya almasına tahammül edemez. Hele inancından dolayı tahkir edilmesine (kötü görülmesine) asla müsaade edemez.
Her insanın aynı şeye inanması da beklenmez. İsteyen istediği şeye, istediği gibi inanır. Ancak bir insanı karşısına (bakınız insanın diyorum) bir başka inançta bir insan çıkarsa o, o insanın inancına hürmet etmeli ve onu inancından dolayı aşağılamamalıdır.
Bir insanın kendi inancını en üstün inanç bilmesi inancının bir gereğidir. Ancak elbette bir Hak var ve bir de batıl vardır. Hakk’ın tek olmasına mukabil batılın sayısı pek çoktur.
İki insan birbirleri ile karşılaştığında, ortaya doğrular veya doğru olduğuna inanılan konular konur. İnsana düşen şey, mutlak doğrularla karşılaştığında inat etmemesi ve mutlak doğruları kabul ederek, hassasiyetini mutlak doğrular tarafına göstermesidir.
EMREDİLEN VE YASAKLANANLAR
“Ben Müslüman’ım” diyen birisi, İslam’ın emir (yapınız dedikleri) ve nehiyleri (yasakları) konusunda da hassas olması gerekir. Ben Müslüman’ım ama bu devirde bu emir veya bu yasak olmaz ki, diyemez. Bu türlü bir davranışta bulunan insana, “Arkadaş… Senin şu inanıyorum, sözünü yeniden bir gözden geçirmen gerekir” denir. Yoksa Allah vermesin, “ben inanıyorum” sözü, senin için sadece bir tenakuz (çelişki) olur.
İnançlarımız içinde faizi ele alalım. Faiz, İslam da haram (yasak) kılınmış ve Kur’an-ı Kerimde, “faizle uğraşanların, Allah ve Resulüyle harp etmekte oldukları” bildirilmiştir.
Bir Müslüman, Allah ve Resulüyle harp etmeyi göze alabilir mi? Diyelim ki bu yasağı dinlemedi ve faiz alıp vermeye devam etti. O insanın kendi inancıyla bir alakası kalır mı? Allah ve Resulüyle harbe giren bir insanın, bu harbi kazanması mümkün mü?
Kesin olarak yasaklanan faizi, bir takım tevillerle (yorumlarla) alıp vermek de mümkün değildir. “Efendim… Zamanımızda “faiz bir reel politiktir.” Veya “Faiz bir dünya gerçeğidir” gibi sözler, insanın İslam’a ne denli inandıklarının bir göstergesidir.
Şurası unutulmamalıdır ki dinimiz, bir şeye haram demişse o şey bizler için zararlıdır. Bir şey bizler için mubah (serbest) bırakılmışsa o şey de bizim için faydalıdır. Nitekim ilim asrında bulunduğumuz bu asırda, dinimizin koyduğu hükümlerin (yasakların) insan için, insanlık için ne büyük felaketler doğurduğu birer birer tespit edilmektedir. Bu fikir cimlastiğini diğer haramları (yasakları) için de ayrı ayrı yapabilirisiniz.
SAHABENİN HAYATI
Peygamberimizin bulunduğu dönemde yaşayan ve onun sohbetlerinde birebir bulunan Sahabe-i Kiram (Peygamberimizin arkadaşları) İslamı anlamakta ve yaşamakta çok büyük hassasiyetler göstermişler. Hayatlarının her safhasını inançları doğrultusunda yaşamışlar ve sanki birer “canlı Kur’an olmuşlar” ve şuna inanmışlardır.
“İslam, bizim dünya ve ahiret saadetimizin yegâne (tek) ölçüsüdür”
Bir başka gerçek de şudur ki, mahşerde Sahabe-i Kiram’a ne sorulacak ve nelerden sınava tabi tutulacaksa, zamanımızın Müslüman’ına da aynı sorular sorulacak ve aynı şeylerden sınava alınacaktır. Ne bir eksik, ne bir fazla…
500 sene kadar önce yaşamış olan Hasan-ı Basri Hazretlerine bazı insanlar gelerek, “Ey Allah’ın sevgili kulu. Bize Sahabe-i Kiramı anlatır mısın?” demişler. O da;
“Siz Sahabe-i Kiramı görseydiniz, onlara; “Onlar delidir?” derdiniz. Onlar da sizi görselerdi, “Bunlar Müslüman değildir, derlerdi” demiştir.
Bu gün bir Müslüman’ın beş vakit namazda birçok kereler söylediği “Allaha Ekber” (Allah en büyüktür) sözünün ne manaya geldiğini düşünmesi ve ona inanması bile insanın inançlarında hassas olması için yeterli olacaktır.
Biraz şuurlaşmamız ve kendimize gelmemiz gerekmektedir. “Uydum kalabalığa…” tarzındaki yaşayışımızla, dünyada ve ahirette mutlu olmamız mümkün değildir.
Necip fazıl Rahmetlinin ifadesi ile “Durun kalabalıklar(!) Bu yol çıkmaz sokak…/ Diye bağırsam kollarımı makas gibi açarak” demeyi denemeliyiz.
Henüz altı yaşına basan, HAY-DER “Hayırda yarışanlar Derneği” nin “Mutlu insan, Sağlam aile, Güçlü topluluk…” hedefleri ile insanımızı, önce inançlarında hassas olmaya, sonra aileye sahip çıkmaya ve daha da sizleri birlikte çalışmaya davet ederiz.