Toplumun güçlü olması, hiç şüphesiz onda bazı özelliklerin bulunmasıyla sağlanır.

            Herkesin bir tarafa çektiği, her kafadan bir sesin çıktığı, horozu çok olan topluluklar güçlü toplum olma vasfını kaybetmiş topluluklardır. Bu yapıya sahip toplulukları yönlendirmek isteyenler, “kurt dumanlı havası sever” kaidesince, pusudadırlar ve bu insan kalabalığını istedikleri yöne yönlendirmeleri artık onlar için basit bir olaydır.

            Bütün bir toplumu yönlendirmek her zaman kolay olmayacağından bunu “toplum içerisinden bir kısım insanları yönlendirmekle diğer insanların da yönlendirilmesini sağla” kaidesiyle bazı kuralları o topluma kabul ettirmişlerdir.

            Bu kurallar; “Kuvvetli olanın, çoğunluğun olanın, çıkar ve imtiyaz sahibi olanın her zaman ve her yerde üstün olduğu ve sözünün dinlenir olması” şeklindedir. Kuvvetin sağlayan kaynak olarak da medya, para ve idari gücü ellerinde bulundururlar.

Ellerinde ki medya gücüyle insanlara doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterirler. İnsanların kendi imkânlarıyla araştırma güçleri olmadığından medyanın yazdıklarına ve söylediklerine inanır ve hareketlerine o şekilde yön verirler. Daha sonra insanların ve ülkenin bütün kaynaklarını sömürürler ve insanları aç biilaç bırakırlar.

ALLAH GÜÇLÜ TOPLUM İSTİYOR

“Allahtan başka ilah olmadığını ve Muhammedin de onun kulu ve elçisi olduğuna inananlar” emperyalistlerin bu oyunlarına gelmezler ve Allah’ın onlara teklif ettiği güçlü toplumu oluştururlar.

Güçlü toplumu oluşturabilmenin birinci şartı; “…sizden olan bir Emire itaat edin” ayetidir. Burada dikkat edilecek nokta Emir’in (başkan, reis…) bizim inandıklarımıza inanması ve inancını yaşamaya çalışmasıdır. Bu aynı zamanda “Allah’ın ipine sım sıkı sarılmak… Ali İmran 103” manasına da gelir. Çünkü insanların bir ve beraber olmalarının en önemli şartı, onların tek emir kontrolünde olmalarıdır.

İslam, emire itaatin şartını, ona itaat etmekte (bağlanmakta) göstermiştir. İkinci emir, ikinci bir toplum, üçüncü bir emir üçüncü bir toplum demektir ki bu yapıda ki bir toplumda insanlar zaten birlik ve beraberlik gösteremezler ve birbirleriyle didişip dururlar.

Bağlılık, çağrıldığında gelmen, sana bir emir verildiğinde onu görev sayman, o görevi bütün gücünle yerine getirmeye çalışman ve hedeflediğin noktaya erişmendir. Bunun için karşına çıkacak hiçbir engel seni yolundan alıkoymamalı ve adına “sabır” denilen ve Kur’an da çokça övülen büyük manevi güce sarılmalısın.

PEYGAMBERİMİZİN UYGULAMASI

Asr-ı Saadet, güçlü bir toplum yapısını sergilemekteydi. Peygamberimiz hem nübüvvetin sahibi, hem o toplumun idarecisi ve ordunun kumandanı ve hem de ihtilafları çözen bir hâkim görevi yürütüyordu.

Ferdin, İslam’a karşı görev ve sorumluluklarını her sohbetlerinde uzun uzun anlatan âlimlerimiz ve şeyh efendiler, Müslümanların Allahın istediği bir toplum olarak yaşanabilmesi için yine İslam birlik olmayı emreden esaslarına uymak mecburiyetinde olduklarını da talebelerine anlatmalıdırlar.

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v) Mekke’de “darü-l Erkam” da Müslümanları yetiştirirken bisetin 12 ve 13. Yıllarında “Birinci ve ikinci Akabe biatları” adıyla yeni bir uygulamanın başladığını görmekteyiz. Bu olayda Akabe’ye çıkan Medineli Müslümanların, Peygamberimizi “canlarıyla, mallarıyla onu koruyacaklarına ve verdiği emirleri yerine getireceklerine…” onun elini tutarak söz vermeleridir. Böylece toplumun “Muhammed ümmeti” haline gelmesinin ilk halkasını oluşturmuşlardır.

Aynı biat olayını, Peygamberimizin irtihalinden (vefatından) sonra Halifelerde (Devlet Başkanları) de görmekteyiz. Bu yapı Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılarda da aynen görülmekteydi.

AKIL İÇİN DE YOL AYNIDIR

Kum yığınları (tek tek insanlar) yük taşıyamazlar. Ayağınızla bunların üzerine basınca hemen dağılırlar. Onun yük taşıyabilmesi için kalıplanması, içine biat denilen demirin girmesi ve çimento denilen imanının olması gerekir. Böylece kolon ve kiriş haline gelen kum yığınlarına, artık istediğiniz yükü taşıyabilirler.

Ülkemizde 1980 öncesi anarşi ve terör şehirlerimizde kol gezmekteydi. Böyle bir zaman da bir pazarda alış veriş yapan ve kendi filesini doldurmaya çalışan 500 kişinin bulunduğunu var sayalım. Bu esnada oraya çok değil 3-5 kişilik bir anarşist gurubu gelsin ve başlasınlar sağa sola sataşmaya ve slogan atmaya…  Ne olur Pazar yerinin hali? Bu alış veriş yapan halk darmadağın olmazlar mı?

Bu 500 kişiyi dağıtan bu 3-5 kişi bu gücü nereden almakta, bu 500 kişi bu 5 kişinin karşısında niçin dağılıp gitmektedirler?

Onların bu gücü, işleri batıl da olsa, bir teşkilat olmalarından yani birinin baş diğerlerinin ona itaat etmesinden kaynaklanmaktadır.

Nitekim bir âlimimiz bunu tarif ederken; “Allah için bir araya gelen iki kişinin gücü 1’in yanına 1 yazılması gibidir ve bu 11 kişinin gücüne erişmiştir. Üç kişi bir araya gelirse bu onların 111 gücüne erişmeleri demektedir” demektedir.

Güçlü toplumu oluşturmak hem dinimizin emri ve hem de millet olarak ayakta kalabilmemizin yegâne şartıdır.

Müslüman başındaki emire biat etmeye mecburken, âlim ve şeyh efendilere intisap (onun ailesinden olmak) etmeye ve beş vakit namazını camide cemaatle kılarak imama iktida (namaz boyunca ona uyma) etmeye çalışmalıdırlar. Ki böylece kuvvetli toplumu oluştursunlar ve önce düşmana karşı caydırırcı olsunlar, sonra da yenmek istenen (mal, can, ırz gibi) haklarını koruyabilsinler..