Zayıflık zafiyettir (eksikliktir), güçlülük erdemdir. Bütün canlılar kendi içgüdülerinde saklı bir duygu ile güçlü olmaya çalışırlar. İnsan, canlılar içinde akıl gibi bir nimetle desteklenmiş, Ahsen-i takvim (en güzel bir şekilde) yaratılmış bir varlıktır. Elbette ki bu varlık da kendinin güçlü olmasını isteyecek ve bu yolda çalışmalar yapacaktır.

            Gücün iki kaynağı bulunmaktadır. Bunlardan biri nefsin emrindeki akıldır. Sadece kendini düşünür ve her zaman kendi çıkarını öne alarak; “Rabbena, hep bana…” der. Bütün hayvanlar ve bu guruba giren insanlar, sadece kendileri için ve kendi çıkarları için çalışırlar.

Diğeri imanın emrinde ki akıldır. O da “kendinin ve toplumun güçlülüğü için adil bir paylaşımın esas olduğuna inanır” ve o yolda yapılması gerekeni yapar. Çünkü inandığı doğrular, güçlü olmanın ölçülerini koymuş ve sınırlarını da çizmiştir.

Bu ifadelerimize açıklık getirebilmek için iki ayrı toplumu ele alalım ve bu toplumları gözlemleyelim. Bunlardan birisi kendi çıkarlarını üstün tutan ve sadece kendi çıkarları için çalışan toplum olsun. Diğeri ise birbirlerine destek olan, yardımlaşma ve dayanışma içinde bir toplum olsun.

Burada sorumuz şudur. Birbirleri ile yardımlaşan bir toplum mu daha güçlüdür veya daha mutludur, yoksa bencil insanların oluşturduğu toplum mu daha güçlüdür veya mutludur?

“Akıl için yol birdir…” “Bir elin nesi var iki elin sesi var” demiştir, atalarımız.

HAY-DER hayırda Yarışanlar Derneği insanları birbirleri ile yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olan “Güçlü ve mutlu insanların” bulunduğu bir toplumun hazırlanması için elinden geleni yapmak için yola çıkmış, fedakâr ve hayırda yarışan insanlar kuruluşudur.

TOPLUMDA Kİ İNSANLARIN DURUMU

Bir toplumu oluşturan insanların birbirleriyle şöyle veya böyle bir takım ilişkileri bulunmaktadır. Bunlar annedir, babadırlar veya evlattırlar. Akraba (kendi soyu) veya hısımdırlar (eşinin soyu). İş veya ev komşusudurlar. Ya misafirdirler veya ev sahibi… Arkadaştırlar, dostturlar… Ya alıcıdırlar veya satıcı… Ya üreticidirler veya tüketici… Ya idarecidirler veya idare edilendirler… Ya amirdirler veya memur… Ya işverendirler veya işçi… Bir vesile ile kendileriyle temasımız olan insanlardırlar.

Sağlam toplumda birbirleri ile ilişkileri olan bütün insanların aralarında iyi münasebetlerin devamını sağlayacak bir takım kural ve kaidelerin olması tabiidir.

Dünya devletlerine bu açıdan bir nazar atacak olursak toplumu oluşturan bu insanlar arasında ki ilişkilerin en ileri boyutta sürdürülmesini sağlayan toplumun, Müslümanlar olduğu görülecektir.

Medenidir, çağdaştır, ileri toplumlardır denilen Batı ülkelerini, mutluluğun kaynağı olan insanlar arasında iyi ilişkiler açısından incelediğimiz zaman göreceğimiz durum, tek kelimeyle bir facia olduğu görülecektir. Pek tabiidir ki yıllardır “Batılaşacağız” sloganlarıyla başta Milli eğitimini, kanunlarını, hayat tarzını hatta inançlarını Batıya uydurmaya çalışan ülkemizde de aynı durum müşahede edilecektir.

Onun ilk ve son değeri olan “çıkarları” ön plana geçmekte, çocuksa sıcak aile ocağı, ana kucağı yerine kreşler ve anaokullarına gönderilmektedir. Çocuk biraz büyüyüp ayakta duracak hale gelince bu sefer de ana – baba huzur evindeki yalnızlığına terk edilmektedir.

İşçi – işveren kavgası, grevler, lokavtlar Batı toplumunun olmazsa olmazıdır, sanki.

Karı - koca arasında ki ilişkiler, birbirinin en yakın dostu ve sırdaş ilişkileri değil, cinsel ihtiyaçların giderildiği ve sanki iki hasım ilişkileri şeklindedir. Eşlerin birbirlerini aldatmaları sıradan ve olağan bir durumdur. Avrupa’da doğan her yüz çocuktan 25’inin babası belli olmayıp, bu çocuklar hayatları boyunca gerçek babalarını arayış içerisindedirler.

Büyüğe saygı, küçüğe sevgi bu toplumlarda çıkarla yer değiştirmiştir. Evin çocuğu büyüyüp 17 – 18 yaşına gelince, artık o da babasına kira ve ev giderleri olarak bir şeyler ödeme zorunda bırakılmaktadır.

Adam aynı trenin kompartımanında karşınızda oturmakta, çantasından çıkardığı elmasını gözünüzün içine baka baka dişlemekte ama bir tane de size ikram etmeyi düşünememektedir. Avrupa’ya ve Amerika’ya gidenlerimiz orada kendilerini bir yalnızlığın içerisinde bulmakta ve henüz tam Avrupalaşamamış olan ülkemizi ve insanlarımızı hayırla yâd etmektedirler.

Bu toplum görünüşte teknolojik açıdan ileridedir, maddi açıdan ileridedir… Ama mutluluk açısından, güçlü toplum açısından durum hiç de öyle değildir.

Bütün dünyanın jandarmalığına soyunan Amerika güya güçlüdür. Ama dünya ülkeleri dış ve iç ticaretlerinde kullandıklar doları terk etseler, Amerika ertesi gün diğer ülkelere el açar duruma gelecektir. En küçük bir ekonomik krizin bile Avrupa ülkelerini nasıl bozup dağıttığına yakinen şahit olmaktayız.

O halde güçlü toplum yapısını, Batı ülkelerinin ortaya koyduğu toplum yapısında ve Kapitalist sistemde değil inançlarına göre yaşamaya çalışan, Müslüman toplumlarının yapısında aramak lazımdır. Dün Asr-ı Saadette güçlüydük, Selçuklularda ve Osmanlı da güçlüydük. Bu gün aynı toplum yapısı ve aynı Adil düzen içinde yine güçlü olabiliriz. Yeter ki buna inanalım.