Allah’ı tanıyan, Sevgili Peygamberimize gönülden bağlı olan Müslümanlar, ibadetlerini düzgün yapmaya gayret ederler. Allah ne buyurmuşsa ve Peygamberimiz ne yapmış veya nelerden bizi sakındırmışsa onları inanç bütünlüğü içerisinde ele alır ve yaşamaya gayret ederler.
“Kul olanın, bizler olduğunu bilirler” ve bir takım sorumluluklarının bulunduğunun şuurundadırlar. Hiçbir hareketi veya ibadeti, kendi kafalarından artırmaz veya eksiltmezler. İyi niyetle yapmak istediği halde yapamadıkları görevlerin de Allah katında af edilmesini dilerler. Bu inanç ve şuurda ki Müslümanlar, Peygamberimizin yaşadığı Asr-ı Saadetten bu yana ve bu günden de kıyamete kadar sadece bedeni ibadet yapmakla kalmamış, bunun yanı sıra mal (ihtiyaç gideren şey) ile de ibadet etmişlerdir.
Tabii dinimizde farzlar hangileridir, vacipler hangileridir, sünnetler hangileridir bunların iyi bilinmesidir.
Allah’ın açıkça yaptığı emirlerini yerine getirmek, şarttır. Bunun şöylesi, böylesi olmaz, yapıp yapmamak açısından üzerinde yorum ve tevil yapılamaz. Namaz kılmak ve bunu beş vakitte yerine getirmek, işte böyle kesin bir görevdir. Ramazan’da bir ay oruç tutmanın da böyle bir emir olduğunu bilirler.
Sünnete (Peygamberimizi yaptıkları ve yapmadıkları) hassas davranan insanlardırlar. Zira Rabbimiz bir ayetinde; “O, size neyi vermişse alın, sizi neden men emişse onu bırakın” buyurması, Peygamberimize uymanın önemini vurgulamaktadır.
Zamanın Müslümanları olarak, Allah kabul etsin, hepimiz namazlarımızı kılıyoruz, oruçlarımızı tutuyoruz, sohbetlerimizi yapıyoruz, zikirlerimizi yerine getiriyoruz. Ulaşabildiğimiz yerlere hâlimizle (yaşantımızla) ve kâlimizle (sözlerimizle) tebliğimizi yaparak bütün insanların dünya ve ahret saadetine kavuşması için çalışıyoruz.
MÜSLÜMANIN BÜYÜK İMTİHANI
İyi bilinmelidir ki mal ve para, Müslüman’ın en büyük imtihanıdır. Müslüman, bedeni ibadetlerini yaptığı gibi mali ibadetlerini de yerine getirmeye mecburdur.
“Efendim, Hacca ve Umreye giderken büyük paralar harcıyoruz ya…” dememiz bizi bu mali sorumluluktan kurtaramaz. Elbette bu yolda yaptığımız harcamalar da bizim birer ibadettir ve ecir olarak bize dönecektir. Ancak Allah’ın Kur’an-ı kerimde açıkça belirttiği ve farz olan harcama yerleri sadece hac ve umreden ibaret değildir.
Harcanması farz olan, mali ibadetlerden ikisi zekât ve cihattır.
Her farz gibi bu farzların da edasının farzları vardır. Edasının farzlarından birisinin yerine gelmemesi, bu farzın eda edilmediğinin işaretidir.
Namazın edasının farzı, bilindiği gibi on ikidir. Bunun altısı namazın dışında ve altısı da içindedir. Bunlardan birisi yerine getirilmezse önce namazımız olmaz. Mesela vakit bir farzdır. Vakti girmeden bir namaz kılınamaz. Kılarsanız o namaz olmaz.
Bir hayır sahibi, zekâtını cami yapımında kullanamaz. Yol, çeşme, okul, gibi iyi işler için harcadığı para, zekât farzının edasını sağlamaz. Kur’an-ı Kerimde zekât harcanacağı sekiz sınıf sayılmıştır. Ancak bu sınıflardan birisine giden para zekât sayılır.
Bu sınıflardan birisi de “zekât amilleri” sınıfıdır. Yani zekâtı toplayan, onun muhasebesini yapan, onu muhafaza eden ve onu dağıtan sınıfta çalışan insanların maaşları bu zekât fonundan ödenebilir. Bu sınıf bu gün maalesef yoktur. Her zengin Müslüman kendi zekâtını kendi dağıtmaya çalışmakta ve yeteri kadar ödeyip ödemediği, uygun yerlere verip vermediği kontrol edilememektedir.
Peygamberimizin vefatından sonra bazı kabileler, namazlarını kıldıkları halde “Biz zekât vermeyeceğiz” dediler. O sırada Halife (Devlet başkanı) olan Hazreti Ebu Bekir bunlarla harp ederek, onları da zekâtlarını devletin toplamasını sağlamıştır.
Dikkat edelim… Zekât vererek yaptığımız ibadetin, Allah katında kabul edilmesini sağlayacak şartları da yerine getirmeye çalışalım. Böylece bu ibadetimiz makbul olsun.
CİHADA PARA ÖDEMEK
Farz olan diğer bir ödeme yeri cihattır. “Ben zekâtımı ödüyorum, sadaka veriyorum. Bu yetmez mi?” diyenlere hemen hatırlatalım ki zekâta para vermek nasıl farzsa, cihada da para vermek de ayni şekilde farzdır ve bunlar ayrı iki farzdırlar.
Kur’an-ı Kerim de cihad edin ayetlerin arkasından gelen ayetler; “mallarınızla, canlarınızla” buyrulmaktadır. Ayette can’dan önce malın zikredilmesi, Müslüman için bir başka öneme haizdir.
Bir Müslüman elbette malının 1/40 veya yüzde 2,5 her yıl zekât olarak verirken, yapılan cihada da ödeme yapacaktır. Hem de öyle bir ödeme ki, cihada yaptığın ödemede verilen paranın sınırı olmayacaktır. Verebildiğin kadar, verdiğin paranın seni acıttığına kani oluncaya kadar… Cihad için bir ödeme yaptın da bu ödediğin para, “deve de kulak kalıyor” ise bu insanın kendisini aldatmasından başka bir şey olmamaktadır. Çünkü zaten malın ve paranın gerçek sahibi Allah’tır ve Müslüman bundan imtihan olunmaktadır.
Hazret-i Ömer’den (r.a) rivayet edilen bir hadis-i Şerifte; “Bizden ne zaman cihad için para istense, her seferinde Ebu Bekir bizi geçerdi. Eğer bir daha para istenirse, “Ben Ebu Bekir’i geçeceğim” diye niyetlendim. Bir gün yine Cihad için para istendi. Malımın yarısını getirdim ve verdim. Bir de gördüm ki Hazret-i Ebu Bekir yine bizi geçti. O malının tamamını getirerek verdi” demiştir.
Peygamberimiz Hazret-i Ebu Bekir’e; “Çoluk çocuğun için geriye ne bıraktın? Ya Ebu Bekir” diye sorunca ilk soruyu cevapsız bırakıyor. Peygamberimizin kinci sorusunu da cevap veremiyor. Ancak soru üçüncü kere tekrarlanınca; “Onlara, Allah ve Resulünü bıraktım, yetmez mi… Ya Resulallah” diyebiliyor.
Bu gün “Ben Müslüman’ım” diyenler, dikkat etmelidirler. Zekâtlarını ne kadar ve nasıl veriyorlar? Mallarından cihada para ayırabiliyorlar mı? Cihad farzının edası için ne kadar verebiliyorlar? Bakın çevrenize… Kimler cihad ediyorlar?
İyi bilinmelidir ki eda edilmeyen bir ibadet (velev ki mali ibadet olsun) o Müslüman da sorumluğunu artıracaktır. Eğer eda edilmiş (verilmişse) ancak o zaman sorumluluktan kurtulunabilinir.