Muhkem, tahkim edilmiş, muhafaza altına alınmış, korunmuş demektir.
Eğer bir şey korunmuşsa o şeyin gayesi, çalışmaları ve hedefi de korunmuş olmaktadır. Yok, o şey korunamıyorsa, yapısı ve şartları gereği o şeye her isteyenin ulaşması, çalışmalarını ve amacını değiştirmesi kolay olur, demektir. Konumuz cemaatler ve tarikatlar olduğu için bu konuyu biraz daha yakından incelememizde fayda vardır.
Tarikatlar ve cemaatler, isteyen her kesin rahatlıkla girebileceği yerlerdir. Kimsenin alnında onun ne olduğu yazmadığı gibi tarikat toplantılarına girmek isteyenlere de kimse sen giremezsin denmez. O insan cemaatin uyguladığı esasları uygular, kıyafetine dikkat eder ve Şeyh efendiye bağlılığınızı gösterirse, zamanla Şeyh Efendinin yakınına kadar ulaşabilir. Hatta bir gün gelir (eski Şeyhin vefatından sonra) Şeyh Efendi bile olabilir.
Hele cemaat veya tarikata, onun dışından planlı bir şekilde sızmak isteyen mahfiller, 5 – 6 adamını bu işte görevlendirmişlerse, bu sızma çok daha kolay olacaktır. Bu adamlar maaşlarını o mahfillerden aldıklarından (diğer müritlerin rızık kazanma çalışmaları vardır) işleri güçleri Şeyhin yakınında, onun hizmetine bakmak olacaktır.
Çünkü tarikatın diğer bütün müntesipleri, sadece sohbet ve zikirde bir araya gelmekte, Şeyh’e bağlılık ve itaat de esas olduğundan onlar kendi aralarında organize olmayı bile düşünmemektedirler.
Bilinmelidir ki sakalı her kes bırakabilir, şalvarı herkes giyebilir, sarığı her kes sarabilir. Sohbet ve zikirlerde herkes o ortama uyabilir. Buların içinde samimi olanlarla maksatlı olanları ayırmak mümkün değildir. Aslında İslam, şekil dini değil, şuur dinidir.
Böyle olunca da o cemaate maksatlı olarak giren 5 – 6 kişi birbirlerini tanıdıkları ve birbirleriyle irtibatlı oldukları için içlerinden uygun birisini Şeyh Efendinin en yakınına kadar sokabilir ve hatta bölge sorumlusu bile olabilirler. Tabii bu durumda Şeyh Efendiye verecekleri yanlış bilgilerle onu yanlış yöne yönlendireceklerdir. Bu aynı zaman da tarikata mensup (tarikat bağlıları) insanların da yanlışa yönlendirilmesi olacaktır.
YAŞANAN ÖRNEKLER
Yıl 1976. İstanbul/Fatih/İskender Camisi imamlığını ve Nakşî tarikat Şeyhi merhum Mehmet Zahit Kotku Hazretleri yapmaktadır. İç İşleri Bakanlığı Milli Selamet Partisindedir. İç İşleri Bakanlığı istihbaratı, Şeyh Mehmet Zahit Kotku Hazretlerinin hemen yanına kadar sokulmuş ve ona hizmetkâr olarak görünen bir zatın, bazı güç odakları tarafında yerleştirmiş olduğunu tespit etmiştir.
Bu olay Şeyh Efendiye uygun bir ortamda açıklanır. Şeyh Efendi konuyu öğrenince tedbir olarak; “Biz şimdi yanımıza kadar sokulan bu adamı tanıdık. Onun yanında konuşmalarımıza ve hareketlerimize dikkat ederiz. Eğer bunu deşifre edecek olursak yarın tanımadığımız bir adamı yanımıza sokarlar.” Diyerek bu adam hakkında bir işlem yapmamıştır.
Bir gün Şeyh Mehmet Zaid Kotku Hazretleri yanındaki bir gurup cemaatiyle Hacca gitmeye karar verir. Bu adam da Şeyhin hizmetkârı olarak Hacca gidecektir. Şeyh Efendi ve diğer cemaat arkadaşları Haccın en kolayı olan “Haccı Temettü” ye niyet ederlerken, Şeyh Efendi söz konusu hizmetkâra; “Sen, Haccı Kıran’a niyet et” diyerek onun en zor Haccı yapmasını ister.
Ben 1969 yılında Hocamız tarafından MNP Milli Nizam Partisi Gençlik kolları Genel Başkanlığına getirildim. Bu arada öğrenci de olduğumdan bazı günler Ankara’da değişik cemaatlerin sohbetlerine ve derslerine de katılıyordum.
Aradan bir müddet geçince Konya’da ki iş yerimize bir adam gelir ve kendini tanıtır. Rahmetlik Dedem, Babam ve Amcam aynı iş yerinde birlikte çalışmaktadırlar. Onlara der ki; “Sizin Ankara’da yüksek öğrenim yapan Nevzat Laleli isimli bir oğlunuz mu var?” Bizimkiler de “Evet, var” derler. Adam devam eder. “Çeşitli guruplar oğlunuzu kara listelerine almışlar, bu çocuğunuzu bir gün vuracaklar” der. Hangi gün ve ne zaman hangi cemaatin toplantısına katıldığımı bir bir açıklar.
Rahmetlik dedemin paçaları tutuşur. “Ankara’dan getirin benim torunumu. Benim malın torunuma da yeter” diyerek feveran gösterir. Rahmetlik Amcam itidalli bir adam olduğu için dedemi ve babamı teskin eder. Böylece okulumu bitirerek Makine mühendisi olmam sağlanmış olur.
Sonra ben bu olayı düşündüm. Benim Ankara’dan Konya’ya gelmem kime ne kazandırır, kime ne kaybettirir? Öğrenci iken gittiğim sohbetleri ve zikirleri bu adamlar nasıl tespit etmişlerdir? Eğer ailem beni Ankara’dan alıp Konya’ya getirseydi, bu hareket benim okulumu ve özellikle de MNP Genlik kolları Genel Başkanlığını da bırakmamı gerekecekti. Başı olmayan bir gençlik teşkilatı ise yıkılıp yok olacak böylece bu gizli mahfiller MNP’ye darbe vurmuş olacaklardı.
Anlatmak istediğim, her kese açık yerlerde yapılan çalışmaların bazı güç odaklarınca devamlı olarak kontrol edilmekte olduğunun bilinmesidir.
TARİKATLER NASIL KORUNUR
Sultan Fatih, medrese, zaviye ve tekkelerin bir takım tabii giderlerini karşılamak için zorlandıklarını ve bu sebeple halka gereği kadar hizmet edemediklerini görür. Bir ferman çıkararak bu gibi ilim yuvalarının yanına onlara gelir getirecek vakıf külliyelerinin kurulmasını ister. Ancak bu yerlerin vakfiyelerine de bir şart koyar. “Medrese, zaviye ve tekkelerin başına geçecek Şeyh ve Âlimlerin vakıf gelirlerinden faydalanabilmeleri; onların müfessir (Kur’anı tefsir edecek- yorumlayacak) ve muhaddis (Hadis-i Şerifleri beyan edecek-açıklayacak) ilme sahip olmalarına bağlıdır” der.
Eğer Sultan Fatih’in koyduğu bu ölçü, bu gün cemaatlerde ve tarikatlarda uygulanacak olsa onlar, kesinlikle hak yoldan ayrılmayacaklar ve hiçbir siyasi partinin oyuncağı haline gelmeyeceklerdir. Ayrıca Şeyhlik makamı, babadan oğla geçen bir saltanata dönüşmeyecektir.